02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“Pek çok meslekte diplomalı olmak şarttır. Ama bu eğitimin sonunda, çalışma hayatınızda size kimse diploma sormayacaktır. Yani diploma için okumayın. Kanıt mı istiyorsunuz; işte, hocanızın ders verdiği bu konuda diploması yok!..” ten girip çıkarken huy değiştirirmiş. Yine de, ne olur ne olmaz diye duruma göre her ikisini de dağarcığında muhafaza eder köftehor. Bir itilip kakılma yorgunu olarak, derim ki, doğrusu kedilere imreniyor insan. >> n Okullardan ve mesleklerden söz ediyorduk ama kediler dünyasına dalmamız kaçınılmazdı. Yine de kaldığımız yerden devam edelim, derim ben? n Güzel Sanatlar Akademisi’nden söz ediyorduk. Kişi kaytarılması imkânsız, olmazsa olmaz nitelikte bir iş tutmuş ise sorun yok, çalışır durur işte. Yok değilse, o zaman daha iyi şeyler hayal etmekten ve daha güzel bir dünya düşlemekten, olanı biteni beğenmemekten ve bütün bunları değiştirme sevdasından yan çizemez. Ne yapar? Yazar, çizer. Yazmak, çizmek kabahati başkasına atmanın en güzel, en estetik yolu değil midir esasen? İşte bu minval üzere akademide okurken daha mutlu bir çalışma hayatının ve daha âdil bir üretim dünyasının hayallerini kuruyorduk. Kabul etmek gerekir ki o günlerin değişen anayasal düzeni ve özgürleşen fikir evreni bizi de olumlu anlamda biraz fiştekliyordu. Asistanlar olarak düzenli toplanıyor, eğitimin eksikliklerini, aksaklıklarını eleştiriyor ve tartışıyorduk. Şunca yıl sonra ayrıntılara girmek zor. Ama... Kısaca söylemeye çalışırsak şöyle; “mezunların iş bulabilme OKULLAR VE HOCALIKLAR leri, ülkenin teknik adam ihtiyacını karşılayacak nitelikte eğitim almaları ile mümkün olacaktır” biçiminde özetlenebiliyordu. Derken altmış sekiz yılı, dünyada ve ülkemizde, genç insanların benzer isteklerle sokakları, alanları doldurmaya ve okullarını işgal etmeye yönelmeleri ile geldi. Çok basit, haklı ve meşru dileklerinin gerçekleştirilmesi için yolları kendilerince açmaya taliptiler. Pek çok üniversitede öğrenci istekleri büyük boyutlu siyasi hedeflere doğru yön değiştirmişti. Bunun için uzun vadeye ve uzun siyasi mücadeleye ihtiyaç vardı. Fena mı, yoo.. hayır, çok iyi. Ama akademide ise talepler “hemen olabilir”e indirgendi. Şöyle: Okulda asistanlar ve öğrenciler, temsilcileri eliyle okul yönetimine söz ve karar sahibi olarak katılacaktı. Bunun yasal zemini ve güvencesi de sağlanacaktı. Bir de eğitimin acil olarak gerek duyduğu bina ihtiyacını kökten karşılamak üzere, akademinin hemen yanında bir duvarla ayrılmış duran, eski sarayın diğer binası o zamanki kız lisesi, akademiye katılmalıydı. Peki, bunlar gerçekleşti mi?.. Evet!.. n Önemli tanıklıklar bunlar... Sonrası? n Başarıya ulaşan bu güzel hareketin ayrıca olumlu ve olumsuz birkaç sonucu da oldu. Mesela okuldaki sinema meraklısı öğrencilerin ve Sami Şekeroğlu’nun kurduğu bir kulüp olan Film Arşivi resmiyet kazandı, yine onun başkanlığında Sinema Televizyon Enstitüsü’ne dönüştü. n Olumsuz sonuç ne? n Ben tezkere alıp askerden geri geldiğimde, ara verdiğim asistanlık görevime yine dönmek istedim. Bu kez niyetleri yoktu, yeniden sınava sokmak istediler, itirazlar, kaybettirilen danıştay davası, falan, filân vs. Ne yaptım? Hiç uzatmadım. “Sağlık olsun” dedim ve beni dört gözle beklediğini hayal ettiğim çizgi dünyasının adrenalini yüksek özgür ortamına kendimi bıraktım. Bu da bana sorduğunuz olumsuz sonucun ortaya çıkardığı bir happy end!.. Kısa bir süre sonra, yine Akademiye bağlı olarak kurulan Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’nda (UESYO) çağrılı olarak göreve döndüm. Ayrıca kısa sürelerle Yıldız ve İstanbul Üniversiteleri ve on yıl kadar da Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ndeki hocalığı da eklemem gerekecek. n Nasıl bir öğretmendiniz? n İlk sınıfların ilk derslerinde sözü şuraya getirirdim: “Pek çok meslekte diplomalı olmak şarttır. Ama bu eğitimin sonunda, çalışma hayatınızda size kimse diploma sormayacaktır. Yani diploma için okumayın. Kanıt mı istiyorsunuz; işte, hocanızın ders verdiği bu konuda diploması yok!..” İlgiyle dinlerlerdi. Bazılarının bakışlarında, “çattık gene bir tuhaflığa” merakını gözlerdim. Daha da sarsıcı olan sözler arkadan gelirdi: “Şimdi bu derslerde size anlatmamı beklediğiniz bilgileri ben seneler önce öğrenmiştim, yani biraz bayatlamış olabilir. Size bunları öğretir ve ezberletirsem siz ise bunları yıllar sonra kullanmaya kalkacak “İHTİYACI DUYULMAYAN BİLGİ YOKTUR” sınız, artık o zaman iyiden iyiye küflenmiş olabilirler. Sonra onları kafadan temizlemeniz de çok zor olur.” İçlerinden ‘çattık galiba’yı geçirenler bu kez kulaklarını dikerlerdi. Bütün gözlerde “Peki, nâp’caz?!” endişesi pırıldardı. “Siz ve ben, sanat denilen fenomeni ve yaratıcılığın sırlarını birlikte keşfe çalışacağız ve olabildiği kadar da eğleneceğiz” diye sözü bağlardım. “Çünkü sanat, sıkıntı ve zorlukla serbestlik ve özgürlüğün bir arada olduğu estetik bir uğraştır. Buyrun işte, okul size ihtiyaç duyduğunuz sıkıntıyı tattıracaktır; merak etmeyin, gençliğiniz ve uçarılığınız da diğerlerini... Eveeet, şimdi ilk ödevinizi veriyorum: Herkes bir film yapacak, başlayın!” Hoppala... Herkes birbirine bakardı. Sonrasında açıkladığım formül şuydu: “Hepiniz önce size iyice ve zorla öğrettiğim bilgilerle film yapmaya kalkarsanız, heyecansız ve sıkıntılı bir çalışma olur, ayrıca çıkan iş mükemmel bile olsa sizin olmaz. Tam tersi... Size bir şey öğretmiyorum, “film yapmaya hemen başlayın” diyorum. Karşılaşacağınız sorun ve bilgi eksiklikleri ortaya çıktıkça birlikte çözmeye çalışırız, bilgi bulursak kullanırız, yoksa icat ederiz. Yürüdükçe de mutlu oluruz. Hadi, hadi başlayın çalışmaya.” Özeti, ihtiyacı duyulmayan bilgi kişiye yüktür!.. İşte bu minval üzere ders yapardık. İçlerinden birçoğu aldı başını gitti, filmleri ödüller getirdi. n Bir öğretmen için ne kadar mutlu edici sonuçlar... n Yıllar sonra bir gün eşimle birlikte kalabalık bir alışveriş merkezinde dolaşırken benim eski öğrencilerden birine rastladık. “Hocam” diye sevinçle yanıma geldi, boynuma sarıldı ve şöyle dedi: “Bize pek bir şey öğretmediniz ama nasıl düşünmemiz gerektiğini hissettirdiniz, sizi hiç unutmadık...” Gerisi iltifattı, tekrarlamak ayıp olur şimdi. n Ve sonra tamamen çizgiye yöneldiniz... n Aslında düşlerimde gazeteciliğe yer de yoktu. Bir şeylere kızıyor, üzülüyor, düşünüyordum, kâğıt doldurmak hoşuma gidiyordu. Kâğıtlarsa mektup yazar gibi, anı defterine not düşer gibi ya da kızdıklarıma yükte hafif, pahada ağır laflar yollamak gibi çeşitli çizgilerle doluyordu. Hepsi buydu. Arkadaşlar görür hoşlarına giderdi. Bundan ben de hoşnut olurdum. Kâğıtlar çok birikince de orada burada sergilemeye koyuldum. Önce sendika dergileri, sonra meslek dergileri, derken çocuk ve sanat yayınlarında çizgilerin görünmeye başlamasına tanık oldum ve şaştım. n Gazetelerde çizmeye nasıl başladınız? n Günlerden bir gün Politika ad GÜNLERDEN BİR GÜN... lı yeni bir gazete yayına başlıyordu. Turhan Selçuk çizer olarak beni önerdi. Kendimi bir anda ga >> 12 5 Kasım 2015 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle