19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K 990’dan 2012’ye yirmi iki yıl ediyor. Bu yirmi iki yıl boyunca öykücülüğünü sürdürmüş, sekiz öykü kitabı, yüz otuzu bulan öykü toplamıyla okuru selamlamış bir yazar var karşımızda: Zeynep Aliye… Gelin kitaplarını analım ilkin onun: Yaşamak Masal Değil (Gerçek Sanat, 1990), Aliye’nin Öyküleri (Cem, 1992), Dolunay Vardı (Altın, 1995), Diş İzleri (Bilgi, 1998), Raylardaki Merdivenler (Bilgi, 1998), Vahşi Kelebek (Bilgi, 2002), Çıplak Güvercinler (İskele, 2005), Bekâret Boncuğu (Kavis, 2011). Ama düşünün; bir yazar ki, türünde inatla direniyor, yirmi iki yıl öykü sanatının yüceltilmesi için kararlılıkla çaba gösteriyor, peki ne buluyor karşılığında? Onu görmezden gelircesine, sessizlikle karşılarcasına bir tutum sergilemiyor muyuz bizler? Baştan bu yana yazınımızda böylesi tutumlarla içli dışlı yaşandığı söylenebilirmiş gibi geliyor bana yazık ki… Nitekim Fethi Naci’nin de yazılarında sıklıkla vurguladığı gerçeklik olagelmedi mi bir yazarın sessizlikle karşılanışı? Yine de Zeynep Aliye’nin bunca yıl içinde hiçbir yorgunluk göstermeden öykü üretimini tutkuyla sürdürmesi üzerine nece söz edilip övülse yazar, yeridir… Öyle ya, en vefalı adlarından biri de o öykücülüğümüzün. Çeyrek yüzyıldır bir solukçuk olsun mola vermemiş, pek çoklarının yaptığı gibi romana bile gönül indirmemiş bir yazar. Belki şairliğinin rüzgârını arkasına alarak yolculuk yaptığındandır, bilemem ama bunca erden, havı yerinde öykücülükle alanda verimini sürdürüşünü saygıyla, sevgiyle, değerbilirlikle karşılamak gerekmez mi? Bu yüzden son olarak yayımladığı Bekâret Boncuğu’ndan hareketle ama bütün dönemlerine yayılan öykü verimini dikkate alarak Zeynep Aliye’nin öyküleri, öykücülüğü üzerinde duralım istiyorum bu hafta… BÜYÜYÜ DİLDE KURMAK... Bütününe göz atıldığında, Zeynep Aliye’nin öykülerini, dönemlere ya da farklı evrelere ayırarak değerlendirmenin pek olanaklı olmadığı, çünkü gövde halinde durduğu görülebilir. Ama görece ilk üç kitabındaki verimlerin bir grup, sonraki kitaplarındaki öykülerin ikinci bir grup olarak bir arada ele alınabileceğini söylemek de olası. Tüm öykülerin güçlü bir imgelemeye dayandığı, bunun da ana kaynağının yazarın şairliği olduğu düşünülebilir ilk ağızda. Gerçekten Zeynep Aliye, öykülerinde dili hep önde tutuyor. Denebilir ki kurgu, anlatım, biçem, ayrıntıların yerleştirimi, evren, kişiler vb. öykünün tüm öteki yapıtaşlarının önüne alıyor sanki dili. Şair için dize neyse, onun için de öyküdeki tümce bu anlama geliyor. Ancak yine de tek bir öyküsünde şairaneliğe rastlanmıyor denebilir yazarın. Sağlam, sıkı örgülü sözdizimleri, geniş sözcük dağarı, bunun için gösterilen çaba, bunlardaki seçimden yansıyan incelikli, duyarlı tutum, taze havalı söyleyiş yaratma iştahı ilk öykü kitabından sonuncusuna kendini geliştirerek yükseklik kazanıyor. Bu nedenle öyküde parlayan, ilk dikkati çeken dilin gücü oluyor. Daha ilk kitabında, öykülerini şiir kurucu edasıyla kaSAYFA 18 ? 23 ŞUBAT itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Bir öykü elçisi: 1 leme aldığı hemen görülebiliyor zaten Zeynep Aliye’nin. Anlamlandırmanın da öykülerdeki bu dizelerde yoğunlaştığı seziliyor ayrıca. Bunlar da dize için kendi başlarına birer uç oluşturuyor kuşkusuz. Yazarın Fecir Alptekin’le yaptığı söyleşide, öyküyle şiir konusunda, “Birini diğerinin önüne koyamam” deyişi de bunu kanıtlıyor. (Cumhuriyet, 13.8.1998) Bir iki örnek vereyim bu uçlardan… “Antikacı tenhalığı”, “Göğüsten fırlayan kasvet”, “Bir sıkıntıya iliklenmek”, “Göçük atında şarkı”,“İkindiye can verecek son dua”, “Yeni yarılmış nar kadın”, “Ardıç sırt göknar yüz”, “Mürekkebin yaktığı cehennem”, “Bir köz ocağı göz”, “Masada durumu kurtaran kaktüs”, “Göğüs kafesinin içinde saka kuşu”, “Yaşlı bir asansörün çekilişi” vb. Kendine özgü dil kurarken yazar, kesikli anlatımı temele alıp öteki öykücülerden farklı bir yapı çıkarıyor ortaya. Dille harmanladığı soyutlayımlarda gerçeküstücü, aykırı gerçekçi öğelerle de içli dışlı görünüyor zaman zaman. Bunlar kimileyin okuru simgesel anlatımla buluşturuyor doğal olarak. Yanı sıra gelenekselin dışında bir seslemle çıkmaya çabalıyor yazar. Dilimizin bilindik ezgisinden uzak, kendine özgü kırık ama birbirine zincirleme bindirilmiş, ardı sıra balonlaştırılıp havaya uçurulmuş sözdizimlerinin yansıttığı bir anlatı müziği diyelim bunun için… Böyle bir öyküleme kavrayışının, kendi dil mantığını korusa bile, yine de zaman zaman Zeynep Aliye... öyküyü tutsak alabileceği öngörülebilir ama… Çünkü bu kavrayış sonucunda sözdizimleriyle imgelerin sınırları birbirine girip ilmeklenmelerden ötürü de imgelerle tümceler kimileyin çapaklanmaya yol açabiliyor. O zaman büyünün ters teptiği, örgünün, yumağın başlangıç noktasını bulamamak, sağlıklı bir temelde bunları ulayamamak türünde kimi sıkıntılar doğabiliyor. Ancak bu imgeleme yaklaşımı, sözdizimlerindeki kesikli oluntu, anlatıdaki farklı ezgisel tını albeniyi, güzelliği zedelemiyor hiçbir zaman. Sonuçta Zeynep Aliye, bir şairin katabileceği hünerle karıyor tüm öykülerini… ZEYNEP ALİYE ÖYKÜLERİNDE BİÇEMSEL ÖRGÜ... Zeynep Aliye’nin öyküleri gözden geçirildiğinde, bunların başlangıçta kısa öykülerden oluştuğu, dördüncü kitapla birlikte öykülerin biçim olarak uzadığı, hatta yer yer “uzun öykü” nitelemesini hak edecek bir biçimsellik kazandığı öne sürülebilir. Baştan sona özöyküselle elöyküsel anlatımın harmanlandığı verimlerinde yazar son kitabında kısa oylumlu öykülere yeniden yer açıp böylece iki biçimi bütünlemeye girişiyor. Zeynep Aliye biçemdeki asıl açılımını öykü evreniyle, öykü kişileriyle ortaya koyuyor. Özellikle kadın karakterlerin taşıdığı işlevsel derinlik hemen görülebiliyor. Bu arada kişiler farklı öykülerde yeniden karşımıza çıkarılıp değişkeli işlevler yüklenmiş halde öykü evrenlerinde yeni olgularla haşır neşir olmuş önümüze getiriliyor. Uzam/zaman tabanlı sıçramayla adeta ray üzerinde ilerliyor kişiler. Şiire atılan ilmekteki süreğenlik öykülere çağıltılı zenginlik kazandırırken ani imge değişimleri de ışık gölge oyunlarının yoğunlaştığı anlatıda karamsarlıkla iyimserliğin gelgeç havasında yaşantısını sürdüren bir anlatıcıyla tanıştırıyor bizi. Genelde gözlendiğince yazarın, biçemsel arayışlara Diş İzleri’nden başlayarak yöneldiği savlanabilir. Yükselişin Vahşi Kelebek ile Çıplak Güvercin’de doruğa ulaştığı, öte yandan Dolunay Vardı’daki öykülerden yayılan bir gizemin de belirgin olduğu dile getirilebilir. Böylece bu soyut öykü evrenlerinde ister istemez bir düş dünyasında gezintiye çıkıyor okur. Bekâret Boncuğu ise hem bir yükselişin hem de izleksel bütünlükle anlamlandırmanın gösterenine dönüşüyor. Nitekim birbirini kesen katmanlarda birbiri içinden geçen düzlemlerde sızılı, içe işleyen, bir türlü dışlanıp dillendirilemeyen acılar dizisinin öykücüsü olarak kendini koyuyor yazar. Bu arada ansiklopedik bilgilere, öğrenilere dayalı verilerden kalkarak kurduğu öyküler de var yazarın. Ancak bunların hiçbirinde türün gerekirliklerini göz ardı etmiyor Zeynep Aliye. En az yer verdiği yaklaşım ise alaysamalı anlatım… Bir yanı bağlamlı bütünlük taşırken bu öykülerin öte yanı perakende çoğulluk sergiliyor. Yine de tümü, çocukluktan ergenliğe, erginlikten olgunluğa kadınların yaşadığı düş kırıklıklarına yönelik içli bir sesleniş olarak geliyor önümüze… Yaşamak Masal Değil (Gerçek Sanat, 1990), Aliye’nin Öyküleri (Cem, 1992), Dolunay Vardı (Altın, 1995), Diş İzleri (Bilgi, 1998), Raylardaki Merdivenler (Bilgi, 1998), Vahşi Kelebek (Bilgi, 2002), Çıplak Güvercinler (İskele, 2005), Bekâret Boncuğu (Kavis, 2011). ORTAYA ÇIKAN YAZINSAL DEĞERLER... Zeynep Aliye öykülerinden yayılan en öncel yazınsal değer bunların gıllıgışsız, içtenlikli bir sevgi temelinde üretildikleri olgusu. Gerçekten öykü evrenine yaklaşımında, karakterlerine eğilişinde, her kezinde onları daha yakından tanımaya çalışan, kendi koşulları içinde kabullenmeyi önemseyen bir yazarla karşılaşıyoruz. Kaldı ki yazar, doğrudan kendi adını katarak da öykü verimlerken, kimi öykülerde yazarlık edimi olan bir anlatıcının gezindiğini görüyoruz zaten. Örneğin yazarın, ilk öykülerinden son öykülerine dek “aşk”ı sorunsal boyutunda tartıştığı, çeşitli açılardan buna yaklaşıp konuyu didiklediği söylenebilir. Aşkın yanında cinsellik de, bunun tecavüzle, şiddetle, tehditle örselenmiş biçimi de, bekâret, iki cinsin farklı birlikteliği, aşkcinsellik anlayışları da yazarın sorunsallaştırdığı konular. Zeynep Aliye, kadınla erkek arasında süregiden ölümüne savaşımın dokuları arasına sızıyor diyebiliriz tüm verimlerinde. Bu doğrultuda kadınlar erkekler, çıplaklıkları, olanca zavallılıkları, zaaflarıyla önümüze geliyor öykülerde. Bunlara farklı cinsel yönelişler, kadının çocukluktan olgunluğa anneyle, babayla ilişkilenişi doğal olarak yaşayabilecekken hak görülmeyen erotizmi vb. başlıklar eklenerek de bir evrensel izlek bütünlüğüne ulaşılıyor… Demek ki yeniyetmelikten olgunluğa, geniş bir yelpazeye yayılmış biçimde yaşanan düş kırıklıklarına, çiçek açarcasına uç veren aşklara, yaşam isteğine dönük hoyrat tutumlara, acımasız hatta sapkın, saldırgan yaklaşımlara yöneliyor her kezinde yazar. Sonra bunları ekonomik, sınıfsal, dinsel, ahlaksal baskılarla, toplumsal cinsiyet rolleriyle kuşatarak kendine özgü şair inceliğiyle, çok da dillendirip anlatmaya girişmeden, içli bir sesle yutkunuyor sanki. O, zaten baştan bu yana “hep, dur işaretli bir yerlerden geri dön(en)” insanlara yöneliyor öykülerinde. (Yaşamak Masal Değil, 70) Ancak bunların işlenişinde, öykü evrenine dağılışında, gereksinirlikler dışlanmadan, doygunluk taşırılmadan kıvamlanma sağlanıyor… Ayrıca Zeynep Aliye, öykülerine sindirdiği görece bakışla, getirdiği çoksesli yaklaşımla da bir yazınsal verimden insana kalacak o en soylu tutumu sergiliyor bir bakıma. İnsanı yönlendirmeye girişmeden, kişinin üzerinde herhangi baskı kurmadan öykünün o soylu kapısını aralayıp bizi içeri buyur ediyor, bir öykü elçisi olarak… Bu elçi, kuşkusuz sizin de elçiniz… Geri çevirmeyin onu! ? 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1149
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle