Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Suha Umur’dan ‘Osmanlı Padişah Tuğraları’ Hükümranlık alâmeti Suha Umur’un önemli çalışması, Osmanlı hanedanlığını oluşturan padişahların yazılı alameti ve bir çeşit imzası olan tuğranın Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Cumhuriyet’in ilanına kadar olan serüvenini anlatıyor. Bilindiği gibi TBMM’nin 1 Kasım 1922 tarihinde aldığı bir kararla Osmanlı saltanatının kaldırılması neticesinde Türkiye’de tuğranın resmen kullanılması sona ermiştir. Aşağıdaki yazıyı kitabın giriş bölümünden derleyip sunuyoruz sizlere. Konuyla ilgili geniş bilgiyi kitabın kendisinde bulabilirsiniz. ? Suha UMUR uğra, Osmanlı padişahlarının nişan ve yazılı alâmeti, bir nevi imzasıdır; Osmanlı devletinin kuruluşundan saltanatın kaldırılmasına kadar önemini kaybetmeden çok değişik yerlerde kullanılmış, hat sanatının bir kolu olarak da giderek gelişmiş, devrini yaşamış ve bugün tarihe mal olmuştur. Osmanlı devletinin arşiv belgelerinin incelenip değerlendirilmesinde, araştırmacıların hemen her zaman karşılaştıkları tuğranın, diplomatik evrak bilgisi bakımından tanınması ve doğru okunmasının önemi büyüktür. Padişah tuğralarının okunuşu ve şekilleri hakkında bilgi vermek gayesinde olan bu kitabın asıl konusuna girmeden önce, bazı noktalar hakkında birkaç açıklama yapmak lüzumu vardır. Tuğranın, isminden şekline kadar bütün mahiyeti hakkında verilen bilgiler, âdeta efsanelere dönüşmüş çeşitli rivayetler halindedir. Paul Wittek’e göre ise, Orhan’la başlayan Osmanlı tuğrasının kendinden evvelkilerle isim benzerliğinden başka hiçbir müşterek tarafı yoktur. Orhan Bey’in tuğrasındaki Orhan ve Osman kelimelerinin özel bir şekilde yazılışı, bütün Osmanlı tuğralarında görülen şeklin esasını teşkil etmiştir. Tuğranın, hükümdarın yazılı alâmeti, nişanı veya damgası olarak eski Türk devletlerinde belgelerin üst tarafına konulmak sureti ile çok eski zamanlardan beri kullanılmakta olduğuna şüphe yoktur. Osmanlılar da aynı geleneği devam ettirmişlerdir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu zamanında gelişmiş olan tuğra şeklinin eski tuğralardan gelmediği bellidir. Oğuz hanlarının damgasının şeklini bildiren bir kaynağa sahip değiliz. Selçuk tuğraları hakkında “kavisli” olduklarından başka elimizde bir bilgi yoktur. Büyük Selçuklulardan (Eyyubiler vasıtası ile?) Memluklara geçtiği söylenen tuğralar ise kavisli olmayıp, bir satır üzerine tertib edilen kelimelerdeki keşidelerin çokluğuyla dikkati çekmektedir. Kanaatimize göre Osmanlı tuğrasının şekli, kendisine mahsustur. Paul Wittek’in de söylediği gibi Orhan bin Osman yazısının istifi ile metninde bulunan kelime ve harflerin stilize edilmesinden doğmuş ve gelişmiştir. Anadolu beylikleri tuğra şeklini Osmanlılardan almışlar ve hükümranlık alâmeti olarak kullanmışlardır. ElimizSAYFA 10 ? 23 ŞUBAT T de, Anadolu beyliklerine ait bazı tuğra numuneleri vardır. Bunlardan en eski tarihlisi olan Saruhanoğlu İshak Bey’in parası üzerindeki tuğra (1374), üç beyzesi ve beş tuğuna rağmen muasırı olan I. Murad’ın tuğrasına benzemektedir. Önceleri berat, menşur, ferman, hüküm, mülkname, vakfiye gibi resmî evrak üzerine çekilen tuğra, daha sonralan paralar, defterhane defter ve kayıtları başında ve nihayet, bir hanedan arması gibi, bayraklar, pullar, resmî âbideler, harp gemileri ve binalarda kullanılmıştır. Babinger, Selanik’te Yedikule kapısı üzerindeki I. Murad’ın taş üzerine hakkedilmiş bir tuğrasının resmini makalesine koymuştur. III. Murad’ın bir tuğrası ise İstanbul’da Nişancı Mehmed Paşa Camii’nin kapısı üzerindedir. Bugün binalarda ve müzelerde bulunan taş üzerine hakkedilmiş tuğralar, 18. yüzyıl ortalarından sonrakilerdir. Taş üzerindeki tuğraların 18. yüzyıldan itibaren çoğaldıkları, daha öncekilerin az oldukları ve bugüne kadar kalmadıkları anlaşılmaktadır. Tuğra, gelişerek kendine mahsus şek Orhan tuğrası, Rebiyülevvel 724, İstanbul Belediye Kütüphanesi. lini aldıktan sonra hattatlar daima daha güzelini yazmaya çalışmışlardır. Tablo şeklinde ve bir süs olarak yapılan padişah tuğralarının yanında, muhtelif ayetler, dualar, besmeleler, tarikat pirlerinin isimleri ve çeşitli yazılardan tuğra şeklinde stilize edilmiş eserler tertib edilmiştir. Bu gibi eserler ve tuğranın hat sanatı bakımından incelenmesi, bu kitabın konusu dışında kalmaktadır. Padişah tuğraları çok değişik yerlerde kullanılmıştır. Bununla beraber asıl padişah tuğraları yalnız resmî evrak üzerinde bulunan ve devletin bu işle görevlendirdiği kimseler tarafından çekilmiş olanlarıdır. Bunların dışındakilerin pek 2 3 1 1 IV. Mehmed tuğrası, 167475. 2 II. Mustafa tuğrası, 169596. 3 III. Ahmed’in kendisi tarafından çekilmiş tuğrası. çoğu, hatta itina ile süs olarak tablo şeklinde yapılmış padişah tuğralarının bile büyük bir kısmı, hattatın kendi zevkine göre değişikliklere uğramıştır. Bazılarında metin bile farklıdır. Bina üzerlerindeki tuğralarda, metin ve istif bakımından böyle değişik tuğralara çok rastlanır. Halbuki, ferman, berat, menşur gibi resmî evrak üzerinde istif ve metin bakımından farklı tuğralar bulunmaz. Resmî evrak üzerindeki padişah tuğrası, aynı padişaha ait olmak kaydı ile, kim tara fından çekilmiş olursa olsun, evvelce kabul edilmiş belli bir istif dahilindedir. Tuğra, padişahın cülusunda, çoğu defa aynı gün, kendisine gösterilen örneklerden birisi seçilmek sureti ile tesbit ediliyor ve saltanatının sonuna kadar bir daha değişmiyordu. Yalnız III. Mustafa’nın saltanatının beşinci yılında, tuğrasının hem metni hem de istifi değiştirilmiştir. Birkaç padişahın da saltanatlarının ilk yıllarında, tuğralarında küçük istif değişiklikleri yapılmıştır. Padişahlar, tuğranın tesbitinden sonra, tuğra şeklinde mühürler kazdırıyorlardı. Genellikle dört adet olan bu mühürlerin birisi padişahın kendisinde kalıyor, “hatemi şerif denilen bir tanesi veziri âzam’a, diğerleri Enderunı hümâyun hazinedarına ve Harem dairesinde “Usta” denilen kadına veriliyordu. Zümrüt yahut altın üzerine hakkedilen bu mühürler beyzî veya köşeli olup, bir kısmı yüzük şeklinde idi. Şehzadeler, sancağa çıktıkları devirlerde kendi isimleri ile tuğra çekmek hakkına sahip olduklarından, tuğraları şehzadelikleri sırasında tesbit edilir, şayet o şehzade tahta çıkarsa, genellikle tuğrasında değişiklik yapılmaz, saltanatı müddetince aynı kalırdı. Şehzadelerin de tuğra şeklinde hakkedilmiş mühürleri vardı. Paralar üzerinde ilk tuğralara, Emir Süleyman, Çelebi Mehmed ve II. Murad devirlerinde rastlanmaktadır. Bunlar, tuğradan ziyade tuğraya benzeyen şekillerdir. III. Murad’dan IV. Mehmed’e kadar olan devirdeki (15741687) paralar üzerinde ise yalnız bunlara mahsus bir tuğra şekli bulunmaktadır. Evrak üzerindeki padişah tuğraları, daha sonra paralar üzerine aynen hakkedilmeye başlanmıştır. Tuğra ile pençeyi karıştırmamak lâzımdır. Pençe, veziri âzamlarla eyaletlerdeki vezir, beylerbeyi ve sancak beylerinin resmî kâğıtlara imza yerine kullandıkları yazılı alâmete verilen isimdir. Pençelerin değişik biçimde olanları vardır. Bunlardan üç tuğlu ve beyzeli olanlar, tuğralara çok benzer. Bu çeşit pençelere 16. yüzyılda çok rastlanır. Tuğralarla aralarındaki en bariz fark, pençelerin tek beyzeli olmasıdır. Pençeler genellikle evrakın yan tarafına ve yan olarak çekilirlerdi. Bir padişahın saltanatı müddetince tuğrası değişmemekle beraber, aynı padişahın birbirinden çok farklı görünüşe sahip tuğraları bulunmaktadır. Tuğrada değişmeyen şey, tuğranın metni ve istifi yani tuğra metnindeki kelimeler ile bu kelime ve harflerin o şekil içerisindeki yerleridir. Yoksa, aynı istifte olmakla beraber, çeşitli kimselerin ellerinden çıkmış olan, aynı padişahın tuğraları, birbirlerine benzemeyebilirler. Padişah tuğraları, vesikanın üst tarafına, ortaya, kâğıt ve yazının nisbetine uygun büyüklükte ve nişancılar tarafından çekilirdi. Ferman, berat ve diğer resmî evrak, defterdar ve reisülküttab tarafından kontrol edildikten sonra sadrıâzam tarafından görülür ve bir daha incelendikten sonra ya sadrâzamın kendi eliyle veya tezkirecisi tarafından üzerine “sahihtir” kelimesinin kısaltılmış şekli olan “sahh” işareti konarak nişancı? ya gönderilir, nişancı bu belgenin ? ka luğ bulmaz Sadr nişancı ler. Son yardım doğru nişancı ra çekm ya “tuğ Nişanc değildi de çeki karşısın imkân şancıla vezirler le tuğra olmaya kalemd gereke karışık Bunlar rinde ö edilmiş fazla it karmak tuğrala insan, m ğinden şüphe Padi ancak t devir tu geçişte mümkü ise Cum men de ve tuğr man G geçmem han Ga 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1149 CUMH