Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nur Yazgan’ın ikinci romanı ‘Zamanın Kokusu’ ‘Zamanı dilimleyen hafızamızla uğraşmak istedim’ Lal Kitap adlı romanıyla “Duygu Asena Roman Ödülü”nü kazanan Nur Yazgan, ikinci romanı, Zamanın Kokusu‘nda ölümü bir gölgeye dönüştürüp bir adım ötemizde takibine bırakıyor. Kendi halinde insanların yaşadığı küçük bir kasabada başlayıp Habil ile Kabil’in yaşadığı zamanlara uzanan roman, insan ruhunun karanlık haritasını da göz önüne seriyor. Başlangıcı ve sonu olmayan bir yolculukta zihnimizi akrepsiz, yelkovansız bembeyaz bir kadrana çeviriyor. Yazgan’la Zamanın Kokusu‘nu konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR u ikinci romanınız, ilk romanınız Lal Kitap’la Duygu Asena Roman Ödülü’nü kazandınız. Yazıyla ilişkinizin başlangıcından ve ilk romanınızdan bahsetmenizi rica ederek başlayalım söyleşiye... “Yazı ile ilişkimin başlangıcı var mı?” diye düşündüğümde başlangıç olarak işaretleyebileceğim bir nokta bulamıyorum. Belki arkadaşlarımla gezip eğlenmek yerine kitap okumayı tercih ettiğim ve hayatta sadece kitapların sessiz, mimiksiz anlatımlarından arta kalan o boşluktan haz duyduğum ergenlik dönemimde başlamışımdır. Belki de yazmayı ilk öğrendiğim zamanlardan beri hızlı düşünen, hareket eden biri olarak düşüncelerimi yavaşlatabilmek adına yazarak düşünmeyi alışkanlık edindiğim o çocuksu günlüklerde ve elbette başlangıcı ve sonun olmayan bir kültürün uzantısı olarak da başlamış olabilirim. Lal Kitap ise tıpkı Zamanın Kokusu gibi bir yazarak düşünme eylemim sonucunda ortaya çıkmıştı. O kitabı yazdığım zamanlarda bir kız çocuğuna gebe olmanın kargaşası vardı zihnimde. Anneler kendi yaşantısından kızlarının gelecekte yaşayacağı sıkıntıları sezmede güçlük çekmez. Romanın zihnimdeki başlangıç cümlesi “cinsiyet bir rastlantıdır”dı. Lal Kitap’ı yazdıkça kadın sorununu da daha sağlam bir noktaya oturtmaya başladığımı söyleyebilirim. Çevremde yaşananlar, iç dünyamda yaşananlar ve gözlemlerimi bir araya getirdiğimde ayrıntılarda saklı kalan ve ataerkillikten çok daha büyük bir düşmanı görmekte güçlük çekmiyordum. “HİKÂYEYİ ÖLÜMÜN AĞZINDAN ANLATMAK ÇOK ZEVKLİYDİ” Karanlık bir metaforla yola çıkıyor roman; umuda yürüyerek, umudu deşerek, yeşerterek yine de, ille de… Ölüm ve gölge ikilisi, kimi iyicil kimi kötücül eklemlerle romanın omurgasında ses veren bir bütün olarak takipte… Metafor metafor üstüne... Gölge, ölüm, akrep, yelkovan, çokgözlü cin... İlk soruda okura ön rehber olması adına anlatır mısınız bu metaforları, izleği elbet çok açık etmeden, sürprizi bozmadan... Ölüm, Zamanın Kokusu’nun baş karakteri, anlatıcısıdır. Benim için bir hikâyeyi ölümün ağzından anlatmak çok zevkliydi. Roman içerisindeki dünyada sonsuz bir alana sahip olmuştum. İstediğim her yere gidebilir, her zamanı yaşayabilirdim. Bu özgürlük duygusunun ayrı bir tadı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bir metafor olarak “ölüm”ün kullanılmasıyla ile ilgili olarak ise bu konudaki çıkarımları okura bırakmak istediğimden ayrıntıya girmeyeceğim. Gölgeler bir fotoğraf negatifi gibi insan bedeninin negatif görüntüsünü verir. Elbette yaşamın negatifi olan ölüm de bir roman karakteri olursa gölgelere sızacaktır. Akrep ve Yelkovan ise Doğu’nun yuvarlak zamanlarının Batı’nın doğrusal zamanlarıyla çatışmasından ortaya çıktı. Fazlaca saate bakmadığımız, Doğu’nun mistisizmini doya doya yaşadığımız günlerden, işe bir dakika bile geç kalsak öleceğimizi sandığımız, ilişkileri hızlıca tükettiğimiz bugünlere ulaşırken Batı’nın kapitalizmini de sindirmiş durumdayız. Zamanın Kokusu’nda Akrep bölümleri durağanlığın ve insancıllığın öne çıktığı dünleri, Yelkovan bölümleriyse tüketimin, rantın, çıkarın öne çıktığı bugünleri simgeliyor ve elbette Yelkovan hızla turunu tamamladığında Akrep de yerinden az da olsa oynayacak, geçmişimize geçmişte yaşarkenki bakışımızla bugünden bakışımız değişecektir. Çokgözlü cin ise Balkan Çingene mitolojisinde bugün bile yaşayan bir cindir. Ben sadece şehrin yoksul mahallerinde gezdirdim onu. Üzerine düşündüm, romanın gerçekliği içinde yeniden yorumladım. Bu arada şu imamı da bir metafor olarak düşünerek ayrı bir soruda sormalı ve mezarcıyı ve Cengo’yu da... Evet. Sonradan belediye başkanı olarak şehri rant yuvasına dönüştüren, bunu yaparken de yoksulları evlerinden, komşularından, hayatlarından eden imamımız. Herhalde altında çok da derin bir gizem barındırmayan bir karakter. Hayatta vardı, romanda da var. Mezarcı ve Cengo ise hayal dünyamda yaklaşabileceğim, iç dünyasına girebileceğim erkek tiplerinden iki tanesi. Bir kadın olarak erkek karakter yaratmaktan söz etmiyorum burada. Bir insan olarak insancıl duyarlılığı olan cinsler ötesi bir karakter yaratmaktan söz ediyorum. Hatta cinsiyetinin zorunluluklarından bunalmış erkek karakterlerden. İkisi de taleplerini açıkça dile getirmeyen sessiz ve naif karakterler. Ancak Cengo’nun sessizliğinde ailesinin ve komşularının başına gelenlere duyduğu öfke, gözlerindeyse birlikte büyüdüğü halkın pırıltısı var. Anlatıcı olarak ölümün kimliğine büründüğümde ona tutkulanmam kaçınılmazdı. Küçük bir kasabadan Habil ile Kabil’in yaşadığı zamanlara uzanan romanınızın tarih hattına, zamanlararası ve zamanlarötesi yapısına gelirsek... Zamanın Kokusu, zaman üzerine düşünceler üreten bir roman. Başlangıcı ve sonu olmayan; sonu başından belli, doğrusal ilerlemeyen ve zamanın tüm kiplerini kucaklayan bir anlatı. Zamanı dilimlere ayıran hafızamızla uğraşmak istedim biraz. Sadece kişisel tarihimizde değil, toplumsal tarihimizde de zamanı dilimleyerek algılama hatasına düştüğümüzü fark ettim. Oysa insanlık tarihi bir bütündür. Bugünden Habil ile Kabil’e de bakmak gerekir. Zamanın Kokusu’nda zamanın parçalanmış, dilimlenmiş tüm hatlarını birleştirmeyi, başlangıçları ve sonları yok etmeyi istedim. “YAŞAMAKTAN ÇOK ÖLÜYORUZ GİBİ” Er veya geç öyle ya da böyle zuhur edecek, her faniyi teslim alacak ölümün sinsice ve hınzırca sızması yaşama… Mezara gidene kadar attığı zafer turları… Karanlıktan peydah, sahibi bedenle düello ededuran gölgelerden mütevellit ölüm imgesinin sıtma gibi yayılışı... Zihinlerde birer birer beliren karanlık noktalarla önce ruhu sonra bedeni çürütesi azmi... Türlere dallanan şekli şemali... Siyaseten ölüm, cismen ölüm, manen ölüm okuduğumuz... Yaşamaktan çok ölüyoruz gibi geliyor bana. Bir gazeteyi açın ya da TV kanalını çoğunlukla “şunu yerseniz uzun yaşarsınız, bunu sakın yemeyin” gibi cümlelere rastlayacaksınız. Hem siyasi ortamda hem de günlük hayatta öyle bir ortam oluştu ki sanki yaşamak ölmemeye çabalayarak geçirdiğin bir zaman dilimi gibi. Hayatımızdaki yegâne amacımızın yaşamak, sonsuza kadar yaşamak olması gerektiği söyleniyor bize. Ölüm doğum kadar normal algılanmıyor artık. Siyasi arenada bile ölümün hayatın içinden böylece çekip çıkarılmasının nimetlerinden faydalanılıyor. 28 B Romanınız için siyasi bir roman nitelemesinde bulunmayacağım ama siyaseten günümüze hayli göndermelerde bulunduğu da yadsınamaz... Bir kere ölümün gölgesinde, insana dair ne kadar günah varsa sorguluyor roman... Açgözlülük, kibir, kin, kıskançlık... Sonra kadınerkek sorunsalına, gölgenin sirayet ettiği erkeklerin taşeronluğundaki karanlıktan mustarip kadınların konumuna yaklaşımı... Yine sınırsız yalnızlıklarının içinde susan, işi iyiden iyiye tevekküle vurmuş kitlelere ilişkin değinmeler... Okuyoruz ki keyfinin dibine darı ekilmiş bu hükmen mağlup kitlelerden ölüm de rahatsız... Zamanın Kokusu kendi zamanına tanıklık eden, hayatın içinden bir roman. Dolayısıyla bu tanıklığı siyasetten uzak tutmak mümkün değil. Yoksulların daha da yoksullaştığını, Kentsel Dönüşüm projeleriyle nasıl perişan edildiklerini görüp de susmak, unutmak benim yapabileceğim bir davranış değildi. Üstelik insanlar olan bitenlerin ayrımına varamıyorlarmış gibi davranıyorlarsa bunun nedenlerini de mutlaka sorgulamak gerekiyordu. Romana başlarken aklımdaki ham düşünceler bunlardı. İşte bu yüzden “Zamanın Kokusu” bugünün siyasi ortamına da açık göndermelerde bulunuyor. Ancak alt başlıklarda asıl irdelemek istediğim kadınların karşısında her zaman galip görünseler de sistem karşısında mağlup edilmiş erkeklerdi. Bu da Zamanın Kokusu’nun güncel ve dönemsel bir siyasetten yola çıkarak evrensel ve tarihsel bir siyasete doğru adım adım ilerleyen bir roman olmasını sağlıyor. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Zamanın Kokusu/ Nur Yazgan/ Kırmızı Kedi Yayınevi/ 188 s. TEMMUZ 2011 SAYFA 9 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1119 CUMH