Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nâzım’dan savaş karşıtı bir oyun Fatma, Ali ve Diğerleri “0601”: Kitaplığın başköşesinde bulunanların arasında yenice yerini alan kitabın özel baskı numarası bu; Nâzım Hikmet’in (döneminde) Sovyetler Birliği, Azerbaycan ve başka ülkelerde “Türkiye’de”, “Türkiye Röportajı” ya da “Bir Türkiye Hikâyesi” olarak bilinen tiyatro eserinin. Kitap, Türkiye’de ilk kez ve Fatma, Ali ve Diğerleri adıyla yayımlandı. Ë Nurduran DUMAN âzım Hikmet’in 1952’de Moskova’da yazdığı ve Fatma, Ali ve Diğerleri adıyla Türkçede yayımlanan oyun, aynı yıl Mossovyet Tiyatrosu’nda sahnelenmiş ve daha sonraki yıllarda da Özbekistan Dram Akademik Tiyatrosu (1953), Varşova Tiyatrosu (1953), M. Azizbeyov Azerbaycan Devlet Dram Tiyatrosu (1953) gibi tiyatrolarla başka coğrafyalarda seyirciyle buluşmuş. Bertolt Brecht de bu oyunu sahnelemek istemiş ama özellikle fazla oyuncuyla oynanması gerektiği gibi teknik sorunlar nedeniyle sahnelemekten vazgeçmiş. OYUN İÇİNDE OYUNLA YOLCULUK Kitabı yayına hazırlayan M. Melih Güneş kitabın en arkasına açtığı “Belgelik” adlı bölümde sözü geçen tiyatroların oyunu sergilediği sırada çekilen bazı fotoğraflara yer veriyor. Bu bölümde ayrıca Nâzım’ın elyazmalarından örnekler, oyun ve sahnelenmeleriyle ilgili eleştirilerin kaynak bilgisi ve Mart 1953’te M. Azizbeyov Azerbaycan Devlet Dram Tiyatrosu’nda sahnelenen oyunun afişi de bulunuyor. Güneş, Vera Tulyakova Hikmet Arşivi ve Rusya Edebiyat ve Sanat Devlet Arşivi’nde yaptığı araştırmalarda oyunla ilgili pek çok belge, el yazması ve senaryo ile karşılaşmış. Ama onun Ural yakınlarındaki Votkinks kentindeki bir müzede Nâzım Hikmet’in kullandığı eşyalar arasında bu afişle buluşması sanki daha heyecan verici. Yine aynı kentte bu oyunun da içinde bulunduğu Nâzım imzalı bir kitabı edinmesi ve ülkeye getirmesi; “Yitik mirastan küçük bir parçayı daha...” diyor Güneş önsözde. Ne gözlerini, ne ellerini insanların Ne çiçeklenmiş ağaçları, Ne kırmızı topraklı Anadolu çayırlıklarını. Ne bir çocuğun saçını ne bir hayvanın tüyünü okşadınız siz Çürümüş bir armut gibi asılı durur bağrınızda kalbiniz” Mahkeme salonunda barışsever sanıkların İstiklal Marşı’nı okumasıyla perde diyen Fatma, Ali ve Diğerleri için eşittir yayılmacıların ve her türlü bozuk düzenin karşısında ülke çıkarlarını gözetmek, barış ve tam bağımsızlık için elden ne gelirse yapmak için bir methiye denebilir. Anlayana, anlamayı seçene elbette. Elbette acı bir methiye… Direnç ve dram. Üç perdelik, sivri dilli, acıtan oyun. İlk kaleme gelen ifadeler bunlar. Nâzım’ın her zamanki akış halindeki dili, diyaloglarla birleşince ve bu birleşim ne dediğini bilen bir politik eleştiriyle desteklenince çabucak iki saat içindeokunuveren ama çok can acıtan bir metinle karşılaşıyorsunuz. Sonrası: İnsan doğasındaki bireysel zaaflar ve toplumsal zayıflıklar karşısında bir kez daha gönülakıl ikili sisteminizi yenilemek ya da yenilememeyi seçmek… Kişisel sözlüğünüzdeki ve sosyal algınızdaki onur, kendini ifade etmek, cesaret, merhamet gibi sözcüklerin tozunu almak ya da almamak ve elbette oyunun son repliğinde “Lakin kazınacak kökünüz efendilerinizle birlikte. Ölüm gemilerini okyanustan geçirenlerle birlikte. Altına ve kana tapanlarla birlikte… Kazınacak kökünüz!” diyen Nâzım’ın gene de, ille de işaret ettiği “umut” sözcüğünü bileylemek ya da bileylememeyi seçmek: “Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.” (Vasiyet, 1953, Barviha Sanatoryumu) Oyun, Baku’de ilk sahnelenişinde Nâzım’ın hasta olduğu, Barviha Sanatoryumu’nda tedavi gördüğü biliniyor. “Vasiyet” şiirini de o sıralarda yazmış. “Bir Hazin Hürriyet”, “Mektup”, “23 Sentlik Askere Dair”, “Doğum”, “Seni Düşünüyorum” gibi şiirleri Kore savaşı ve savaş karşıtlığı üstüne yazdığı şiirlerden yalnızca birkaçı. Fatma, Ali ve Diğerleri/ Nâzım Hikmet/ Yapı Kredi Yayınları/ 146 s. N Anlaşılan o ki Güneş, Fatma, Ali ve Diğerleri için oldukça uzun bir yolculuk yapmış. Kitabı yayına hazırlarken pek çok belge ve yayını incelemiş, bazı bölümleri metne eklemek ya da metinde tutmak için belgeler, yayınlar ve el yazmaları arasında karşılaştırmalar yaparak kararlar vermek durumunda kalmış. Başta Memet Fuat Arşivi’ndeki Asım Bezirci’nin yayına hazırladığı “Fatma, Ali ve Başkaları” adlı dosya ve arşivlerdeki Ekber Babayev çevirileri olmak üzere incelenen kaynaklar önsözde liste halinde sunuluyor meraklısına. Türk hükümetinin Kore’ye asker gönderme kararı üstüne yazılan Fatma, Ali ve Diğerleri savaş karşıtı bir oyun. Savaşa olduğu kadar işaret ettiği Amerikan emperyalizmi dahil tüm yayılmacılıkların karşısında dimdik duran, yayılmacılarla işbirliği yapanların her türlü güç organına karşı keskin parlak kılıç gibi çektiği zehir zemberek bir dili var: “Ankara şehrinde kuruldu yazar Ankara şehrinde sattılar bizi. Ve satış devam ediyor Ve üç denizle çevrili koskocaman bir memleket ve namuslu, çalışkan, fakir insanları onun ve son pırıltıları hürriyetinin ve bağımsızlığının son santimetreleri ve haysiyetinden kalan son kırıntılar satılıyor haraç mezat.” BARIŞA DAİR... Oyun, barış için mücadele veren ve halkı bu konuda bilinçlendirmeyi hedefleyen Barışı Koruma Derneği üyelerinin çevresinde gelişen olayları temel çatışma noktası olarak alıyor. (Zamanında Doç. Dr. Behice Boran’ın başkanlığında kurulan Türk Barışseverler Cemiyeti’nin yaptığı çalışmaları bilenler bilir, bilmeyenler için parantez içi olsun.) Barışı Koruma Derneği üyeleri ve köylüsü, kentlisi, ozanı, aydınıyla zor günler geçiren ne zaman geçirmedi kiTürk halkının başrolde olduğu metinde, üretim ve yaratımın önemi, birlik beraberliğin ve insanın insana emeğini esirgememesinin kıymeti de vurgulanıyor. Oyundaki hemen her sahne toplumsal bir sorunu ya da çözümü, bireysel bir zaafı ya da erdemi işaret ediyor. Belgelik’teki fotoğrafların hemen hepsi, demek oluyor ki oyundaki sahnelerin çoğu gelip vurabilir can evinize. Amerikan askerinin “sırf motoruyla oynadı” diye oğlan çocuğunu sorgusuz sualsiz vurduğu sahne örneğin ya da zihninizin aydınlanma için daha çok çalışmak istemesine neden olan sahneler. Gazeteci Kâmil’in, tarımdan ve hayvancılıktan dolayısıyla üretimden uzaklaştırılmış, bu yüzden de çözüm üretmek için kente gelen köylüleri dilenci sandığı, gerçeği öğrendiği halde dilenci olarak göstermekten vazgeçmediği, yalancılıktan ve elindeki gücü kötüye kullanmaktan utanç duymadığı çok düşündürücü sahne, birçok şeyle birlikte oyunun sınıf farklılığıyla ilgili derdini de önümüze getiriyor. Basın yayının, hatta aydın kesimin kara yüzüdür, aydın geçinenidir gazeteci Kâmil. Fatma Nine’nin süt evladı olarak da insanın insan geçineni: “Sevmediniz ömrünüzde siz kendinizden başka hiçbir şeyi, hiç kimseyi Ahmet Ada’dan yeni şiirler Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi Ë Mustafa GÜNAY Bir başkasıyım ben” (s. 149) diyen şairin söyleminde, insanın var oluşunun ötekine bağlılığı dile getirilir. İnsan ötekilerledir, öteki için vardır. “Ben”in varlığının gelip geçici ya da tarihsel olması, bu varoluşun sonuna ilişkin kaygıları da birlikte getirir. Bir bakıma varlığımız ve varoluşumuz şüpheli bir hale bürünür: “Yoktur belki Ahmet Ada diye birisi.” İnsanın dünyadaki yerinin, “incir ağacının doldurduğu boşluk” imgesiyle ifadesi, var oluşunun anlamıSAYFA 18 28 TEMMUZ 2011 “B nın sorgulanmasıdır. Şair, kendini, dünyaya yönelik bir “sevda çağrısı” olarak görür. Sevda, aynı zamanda şiirinin giriş kapısıdır (s. 37). Ada, “varlığın sesini duyuran deniz”den söz eder: “Hep oydu, hep o deniz/ varlığın barbar derebeyi/ kapattı yüzünü endüstri yüzyılına/ kullandığı sözcükler sessizliğe çağırdı/ şehir ahalisini”(s. 61). Deniz derken Ada’nın özellikle Akdeniz’in ikliminden veya tininden söz etmesi dikkati çeker (s. 62). Şair için, “varlıkla hiçlik arasında” nar ağacı, “tedirgin kaygılı tinin” simgesidir. “Prelüdler V”te, ölen anneye bir sesleniş ve yanıtsız sorular karşımıza çıkar: “Yiten ne, tekrar varolan ne” (s. 65). Bir bakıma varlığı ve hiçliği sorgulamaya bizi yönelten, yaşama deneyimlerimiz ve yitirdiklerimizdir. Burada belleğin ve bilinçaltının hem varoluşu sorgulama ve hem de onu şiirsel söyleme dönüştürmede belirgin bir rolü söz konusu. Şair, varlıktan yokluğa bir adımda geçildiğini belirtir IV’te (s. 64). VIII’de yine varlık ve hiçliğe yönelik sorular yer alır. İn ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1119 Ahmet Ada