Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D “İ eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN “İçimizdeki Zalim” nsanın şeytanı ölmez” sözü boşuna söylenmemiştir. İstediğimiz kadar, yaşama dediğimiz şu karmaşık akışı kendimizi iyileştirme süreci olarak tanımlayalım, “İçimizdeki Şeytan” bizi kendi halimize bırakmaz. Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” romanındaki kişilerden Ömer, kendisine istediğinden başka şeyler yaptıran içindeki şeytanın esiridir. Emre Kongar’ın kapsamlı incelemesi “İçimizdeki Zalim”in kapağında, gölgesi duvara “şeytan” olarak düşen bir insan var. “Zalim ile şeytan” sözcüklerindeki anlam örtüşmesi, Sabahattin Ali‘nin 70 yıl önce yazdığı bir romanı anımsattı bana. İnsan, kendi yaşama düzenine bakıp eksilerini artılarını değerlendirmeye çalışır. Kişisel davranışlarımızda kalıtsal özellikler olsa bile, eğitimle belli bir düzeye varılabilir. “İnsan çocuğunu büyütürken kendini eğitir” diyen annemin sözü kulaklarımda yankılanıyor. Demek dünyaya yanlış gelmişsek, eğitimle gerekli yere yerleşeceğiz. Toplumların da kendilerine özgü bir yaşama düzeni var. Yeryüzünde öyle değişik toplumlar yaşıyor ki, herbirinin yaşama anlayışı kendine göre. Örnekse bir Hotanto toplumunun yaşama düzenine ayak uydurmamız kolay olabilir mi? TOPLUMSAL DEĞİŞİMLER Bu ön bilgilerle bir toplum düzenini, toplum içindeki insanın durumunu kavramak kolay değildir. Ancak Emre Kongar gibi “Toplumsal Değişme Kuramları” üzerine çalışan bir toplumbilimci bize görmeyi öğretebilir. Emre Kongar bu kıyıcı, bu acımasız kişiliğimizin izlerini sürerken tâ çocukluğumuza dek gidiyor, “bencil” oluşumuzun özellikleri üzerinde duruyor. Feodal kültürde dinden gelen ahlak kurallarıyla gündelik gereksinimler toplum düzenini oluşturuyor. Toprak savaşları din adına yapılıyor. Kapitalizm gelişince, sanayi toplumunda yeni bir ahlak anlayışı oluşmaya başlamıştır. Küreselleşme döneminde “Ulus Devlet” yapısı güçsüz bırakılmış, din, mezhep, ırk anlayışına dayanan bir küçük ulus yapısı özendirilmiştir. Bu toplumsal değişimlere, alıştığı yaşama düzeninden çıkarak insanların uyum sağlaması kolay mı? Osmanlı Devleti’nin 600 yıl süren “ümmetçi” toplumundan “laik” topluma geçmek, yasalarla gerçekleştirilmiş görünebilir. Ama insanların bakışlarında, davranışlarında yaşayan o eski yaşama biçimini değiştirmek o kadar kolay değildir. Emre Kongar soruyor: “Madem insanlık bilişim çağında artık SAYFA 22 28 TEMMUZ dinci, mezhepçi, ırkçı ve milliyetçi ayrımları aştı ve bütün insanlığı tek bir bütün olarak görmeye başladı. O halde neden haksızlıklar bitmiyor, neden adaletsizlikler son bulmuyor. Niçin zulüm her yerde?” Emre Kongar bunun yanıtlarını “insanlığın aynı hızda değişmemesinde”, çıkar kavgaları söz konusuysa “vicdani değerler”in uygulanmayışında arıyor. Ama baskıcı ailelerde bu kişilik bozukluğu çocukluktan başlar. Dogmatik, ayrımcı eğitim bu bozulmayı körükler. Giderek bir “ötekileştirme” süreci başlar. Her insan için böyle bir süreci geçerli saymak olası mıdır? Emre Kongar birtakım sorularla kendimizi denetlemek olanağı arıyor. “Sevgi” ile “nefret” iki karşıt duygu. Bu iki karşıt duygu aynı insanda olamaz mı? Sevgi sevgiyi, nefret nefreti besler ama, bu duygular örtüşemez mi? Emre Kongar öne çıkan özellikleriyle dogmatik, komplocu, feodal anlayışları açıklıyor; bunlarda empati yeteneği olmadığı için zalimleşebildiklerini anlatıyor. BASKICI TOPLUM Kuşkusuz baskıcı eğitim, öğretmenle öğrenci arasında güvene dayanmayan ilişkiler, öğrencilerin kişiliğinin gelişmesine engel olur. “Nefret söylemi” de zalim üretiyor. Giderek en güçlü silah olan, inanmış insanların denetlenmesi, zorlaşıyor. Baskıcı siyaset aydın geçinenleri, dönekleri, uyum içinde olanları kullanmaya yarıyor. Onlar da baskıcı yönetimlerin oluşmasına destek veriyor. İnanmasa de, çıkar karşılığı bir başka anlayışa yardım eden dönek acımasızdır. Değişik anlayışları barıştırmak isteyen kişiyi dönekle karıştırmamak gerekir. Çocuğun eğitilmesinde dayağın bir yöntem olarak benimsenmesi dilimizde kimi deyimlerin yaşamasına yol açmıştır. “Dayak cennetten çıkmadır” deriz. Çocuğu okula verirken “eti senin kemiği benim” diye öğretmene bırakırız. “Hocanın vurduğu yerde ‘gül’ biter” diye bellemişizdir. Dayakla eğitilen çocuk ya sinik bir kişilik edinir, ya da içindeki zalime yeni bir güç kazandırır. Yerine göre giriştiği işte başarılı olup üne ulaşmak, bir inanca bağlanmak, çok varlıklı olmak, yönetim erkini ele geçirmeye yarayan birer güce dönüşebilir. O güç insanı acımasız kılabilir. “İçimizdeki Zalim”i o güçte mi aramalıyız? Emre Kongar “zalim”le “mazlum”un bütünleştiği “Stockholm Sendromu”nun nedenleri üzerinde de duruyor: Korku, çaresizlik, daralan zaman, ruhsal zorlama, güce sığınma, ödül 2011 netim erkini ele geçirip sürdürmesi içindir. Cumhuriyet döneminde “Yeni Toplum”un yerleşmesi kolay oldu mu? Karşıdevrim eylemleri sürüp gitmedi mi? Kimin öldürdüğü bilinmeyen yüzlerce aydın bir yana, nice öldürülenlerin arkasında “derin devlet” kuşkuları yok mudur? Bellek unutkandır ama Emre Kongar o öldürülenleri tek tek anımsatıyor. Demokrasinin gerçek çözüm olabileceği inancını yineliyor. ama hangi demokrasi? Yapılan araştırmalara göre Türkiye “Melez Rejimler” içinde yer alıyor. Amacımız “Kusurlu Demokrasi”yi geçip “Tam Demokrasi”ye ulaşmak olmalıdır. Kuşkusuz “Otoriter Rejim” içinde olmayışımız bir aşamadır. Ama oraya nice “Askeri Yönetimler”den geçerek geldik. Nice aydının öldürülmesinin sorumlusu “Askeri Yönetim”lerdeki “derin devlet” değil miydi? Gerçek demokrasiye geçtiğimiz zaman düşünce özgürlüğü doğal karşılanacak, bir yazar yazdıklarından sorumlu olmayacak. Değişik görüşler bizi birbirimize düşürmeyecek, toplumun gücünü oluşturacak. CİNSELLİK Emre Kongar. içimizde yaralı bir hayvan gibi yaşayan cinselliğe yeterince yer vermemiş. Her ne kadar “İçimizdeki Zalim’i Asıl Kadınlara Soralım” diyorsa da, birkaç örnekle yetinmiş. Oysa gazetelerin üçüncü sayfaları o “zalim”in ne denli acımasız olduğunu bildiren haberlerle doludur. Cinselliğin bizi yaşamaya bağlayan bir güç olduğu aldatmacasıyla oyalanaduralım, cinsellik, insanı insanlıktan çıkaran bir güce de dönüşüyor. Emre Kongar, “Namus Cinayetleri” ile “Töre Cinayetleri” üzerine şöyle bir yoruma varıyor: “Biri, erkek vahşetini, erkek zulmünü, kadının bir eşya gibi görülmesini “namus” kavramına bağlayan bir saptama... Öteki de en vahşi en korkunç cinayetleri işleyen katilleri, “töre” adı altında, “gelenek”, “görenek”, toplumsal değerler” gibi kavramların arkasında korumaya alan bir ikiyüzlülük.” Emre Kongar son 7 yılda kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığını anımsatıyor. Cinsellik dediğimiz “İçimizdeki Zalim”in toplumda yarattığı sorunlar yalnız kadın öldürümleriyle sınırlı değildir. Nice toplumsal yıkımların arkasında cinselliği anlamazdan geliyor, kendimizle ödeşmeye korkuyoruz. Emre Kongar, önce benliğimizdeki zalimle ödeşmesini bilmekten yanadır. “İçimizdeki Zalim”i yenmek için öyle ayrıntılar üzerinde duruyor ki, bunların üstesinden gelebilirsek kendimizde yeni bir insan yaratmış olacağız. İnsanlığın “amentüsü” sayılabilecek bu önerileri yazıp göz önünde bulundurmalıyız. O zaman kendimizden, “İçimizdeki Zalim”den kurtulacak, gerçekten insan olduğumuzun bilincine varacağız. Bir Anadolu insanının mezar taşında şöyle bir beyit var: “Bana benden gelen cümle yamandır Beni benden halas eyle İlahi!” Emre Kongar’ın sözüne kulak verelim: “İçinizdeki zalime teslim olmayın!” Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: umudu, kendini savunmada değişik bir yöntem, kişilik bozukluğu gibi nedenlerin açıklamasını yapıyor. Yönetim erkini ele geçiren “İçimizdeki Zalim” Nazi Almanyası’nda soykırıma dek uzanan kötülüklerin oluşmasına yol açmış, “Dünya Devleti” olmak özlemi içinde dünyayı kana bulamıştır. Böyle bir uygulamada görev alan insanların içlerinde birer “zalim” mi vardır? Değişen toplumda oluşan yeni değer yargıları, birtakım insanları gereksiz yaratıklar gibi mi görüyordu? Böyle bir anlayışa varmak toplumsal bir hastalık değil miydi? Emre Kongar bu ruhsal yıkımın ayrıntılarını nice usta yazarın tanıklığıyla ortaya koyuyor, bu yıkımdan ne gibi dersler almamız gerektiğini de anlatıyor. Demokrasi adına girişilen eylemler faşist bir yönetimin yerleşmesine yarıyor. Nasıl mı direnmek gerekir? Hollandalı yazar Remco Campert’in “Direniş Müzesi”ndeki Kara Duvar’a şu sözleri yazılmıştır: “Direniş, büyük laflarla değil, ufak eylemlerle başlar. Kendinize sorduğunuz bir sorudur direnişi başlatan. Ve ardından o soruyu bir başkasına sorarsınız.” Amerika’da “Korku Toplumu” oluşmasına yol açan “McCarthyizm Olayı” “İçimizdeki Zalim”in hangi boyutlara ulaştığını gösteren, toplumsal bir ödeşmenin örneğidir. OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE Osmanlı tarihi nice kanlı ödeşmelerden geçmiştir. Kardeş kavgaları, Fetret Devri, Yeniçeri ayaklanmaları, Celali isyanları, yüzbinlerce Alevi’nin öldürülmesi, sarayiçi düzenler hep “İçimizdeki Zalim”in yö Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1119