25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Charles Bukowski’nin yayımlanmamış yazıları Ayarsız ayar vericiden ölmeden gömülenlere Charles Bukowski, romanlarında, hikâye ve denemelerinde “edebiyat mafyası” ya da çetesinin canını fazlasıyla yakmış bir isim. Bu yüzden, “cemiyetin” gözünde değersizleştiğini de biliyoruz. Ölümünden sonra bulunan ve hiçbir yerde yayımlanmamış deneme ve hikâyelerinin toplandığı Kahramanın Yokluğu, bizi yine Bukowski’nin salvolarıyla yüzleştiriyor. Ë Ali BULUNMAZ “İnsanlar bazen bana eski şiirlerimden alıntı yapar ve neden söz ettikleri hakkında hiçbir bilgim yoktur.” “Sadece yaşayan biri gerçekten ölebilir. Cenaze törenlerinin çoğu ölülerin ölüleri gömmesinden başka bir şey değil.” “Çamur atan birileri hep olacaktır ve bunların çoğu seni bir an önce gömmeye can atan başka yazarlardır.” Charles Bukowski harles Bukowski gittiğinden beri lafını hiç esirgemeyen hatta pek çok kişiyi tekmelemeyi başaran adamlar da yeryüzünden neredeyse silindi. Neyse ki kitap ve yazıları var, geriye dönüp bakınca Bukowski’nin nasıl önemli işler başardığını oradan anlıyoruz. “Pis Moruk”, dünya umurunda olmayan bir adamdı; aslında umurundaydı da, söyleyip yazdıklarının kimi rahatsız ettiği konusunda hesapsızdı. Kahramanın Yokluğu adı altında derlenip toplanan deneme ve hikâyeleri, aynı biçemin devamı. Ölümünden sonra bulunan ve daha önce yayımlanmamış bu karalamalar, hem Pis Moruk İtiraf Ediyor’un halefi hem de Bukowski’nin hayatı ve yazılarında eksik kalan parçaların tamamlanmış biçimi. “Pis Moruk” atışlarını sürdürürken aynı zamanda dünyaya veda ediyor bir bakıma. Ama dövüşe dövüşe yapıyor bunu; deyim yerindeyse kuyruğu dik gidiyor. “Makineli tüfeği” daktilosundan otomatiğe bağlanmış halde “eleştiri kurşunları” savuruyor. “EDEBİYAT MAFYASI”NA KARŞI DON PAÇA DİRENİŞ Bukowski’nin sorunlu bir adam olduğu şüphesiz; sorunu önce kendisiyle, sonra sistemle, ardından hımbıl insanlarla ve nihayet kimseyi rahatsız etmeye yeltenmeyenlerle. Bu yüzden kahramanları da anlattıkları da uçlarda geziniyor. Okurun kulağına kar suyu kaçırıyor ya da onu yerinden zıplatmaya çalışıyor. Belki de bu nedenle kahramanları ve hikâyeleri kendisiyle iç içe geçiyor bazen. Onun neden “edebiyat mafyası” tarafından dışlandığını rahatlıkla anlıyoruz böylece. Bukowski’yi “itici” yapan şeylerden biri, yazın alanında sonuna dek arkasınSAYFA 8 28 TEMMUZ C da durduğu savaştan gerçek yaşamda kaçması. Kitapta bunu ısrarla vurgular ve savaştan beslenenlere çatar; “barışı pazarlamak zor” sözü de işte bu tavırla ilintili. Onun farklı bir yerde yaşadığı ve olabildiğince çeşitli insanda ışık gördüğü de açık. Örneğin sanat ve eylem karışımını Bukowski başka yerlerde buluyor: “Her iyi insanın içinde sanat eylemi vardır. Tesisatçı da olsalar pezevenk de, bir süre sonra fark edersin. Zarafet ve rahatlık, cesaret ve görüş meselesidir. Ben İngilizce derslerinde, sanat kurslarında ve kapımı çalan diğer yazarların arasında değil, hapishanelerde, ayyaş hücrelerinde, fabrikalarda, hipodromda rastladım o insanlara.” Bukowski’nin bu metinlerde öncekilerden biçem olarak farklı davrandığını söyleyemeyiz. Yine her şeyi açık seçik konuşup yazıyor, sözünü sakınmıyor ve midesi kaldırmayanları ölümüne kusturuyor. Aslında bu yaptığı, ne kadar başarılı olduğunu da gösteriyor. Salaş ve ayarsız ayar verici Bukowski, dünyayı daktilosuyla “tehdit ettiğini” sezdiriyor. Yeri geliyor şairlere kafası bozuluyor, bazen de dostuna sokakta yamuk yapan herhangi bir adama. Bukowski’nin sorunlu bir adam olduğu şüphesiz; sorunu önce kendisiyle, sonra sistemle, hımbıl insanlarla ve nihayet kimseyi rahatsız etmeye yeltenmeyenlerle. Kendisini “toplumla uyum sorunu yaşayan biri” diye tanımlayan Bukowski, bunu bir eziklik gibi görmez, tersine yaratılarında koz olarak kullanır; belki de dönüştürüp bir savunma ya da kendisini gözleme ve geri çekme aracı biçiminde. Onu öldüren ve ölümden kurtaran da bu. Kahramanın Yokluğu’ndaki hikâye ve denemelerde bunların izi var. Kitabın önemli bir bölümünde şair havalarına girenlere (ya da “kartvizitli şairler”e) laf çarparken kendine özgü dürüstlüğü ve burun sızlatan dizelerine dair bir itiraf patlatmaktan geri durmuyor: “Şiiri kızlarla yatağa girmek için yazıyorum!” Yazdıkları üzerine konuşmaktan veya konuşulmasından hoşlanmadığını bir kenara iliştiren Bukowski, aşkı öldüren fazla lakırdının, yazını da olduğu yere yıkacağını söyler. Bunu, yazarlara yönelttiği eleştiriyle pekiştirir: “(…) Pek çok yazar tanıdım; başarılı ve başarısız, sanatlarını kastediyorum. İnsan olarak kötü bir grup oluştururlar; nahoş, şirret, egosantrik, tehlikeli. Neredeyse hepsinin bir ortak noktası var: Hepsi çalışmalarını çok iyi bulur, hatta muhteşem. Başarılı olurlarsa hak ettiklerini düşünürler. Başarısız olurlarsa editörler, yayıncılar ve tanrılar onlara karşıdır. Pek çok kötü yazarın pazarlama taktikleriyle zirveye taşındığı doğru, her ne nedenden ötürü olursa olsun. Fakat pek çok büyük yazarın açlıktan öldüğü, kendini öldürdüğü ya da delirdiği ve daha sonra (ölü olmakla birlikte) büyük bir yetenek olarak kabul gördüğü de doğru.” GÜRÜLTÜLÜ YAŞAM, GÜRÜLTÜLÜ YAZILAR Bukowski’nin, şehri adım adım gezen bir “meczup” gibi algılanması işine de geliyor aslına bakarsanız. Ortalıkta görünmeden dolaşmasını sağlıyor ama yazdıkları etrafa saçılınca hemen herkesin tepkisini çeken bir adama dönüşüyor. Elinden kurtulmayı başaran pek az insan var. En baba eleştirilerini ise edebiyat çetelerine yöneltiyor: Bukowski, iyi yazar ve yazıları öteleyen, hatta onlara nefes aldırmayan çete üyelerine sürekli tokat atıyor. Habire yuvarlanan, kovulan ve uyumsuzluğuyla nam salan Bukowski’nin, benliğinden hiç eksik etmediği dünyaya vurgunluk, ne kadar serserice bir hayat sürse de onu hep diri tutmayı başarıyor. Bukowski’nin yazılarının da yaşamı kadar gürültülü olduğunu Kahramanın Yokluğu’nda da görebiliyoruz. Sataşıp dalaşmadan duramayan Bukowski, bazen umursamaz ve sorumsuz, bazen de özellikle ahbaplarına karşı son derece duyarlı biri biçiminde beliriyor. “İnsanları evine gelmekten soğutan bir tarzı olduğunu” belirtirken kendisinin de anlam veremediği şekilde mekân dolup taşıyor. O anlarda bile yapmak istediği değişmiyor: Biraları devirip kâğıda bir şeyler yazmak! Bukowski’nin kitapta daha da aydınlanan edimi, yeraltını ters yüz etmesi; kahramanlarına, olaylara ve en önemlisi kendi yaşayışına bakıldığında “Pis Moruk”un yeraltından fırladığı seçilebilir. Hemen her şey bir anda değerini yitirir, içme ve yazma hepsinin önüne geçer; bu, hayatında büyük yer kaplayan (ve birbirinin ateşini körükleyen) iki eylem haline gelir. Kitapta denemelerle at başı giden öyküler, her zamanki gibi ayrı bir âlem. Hepsi öyle bir kurguya sahip ki, sanki Bukowski’nin evinde; salonunda, yatak odasında, mutfağında ve hatta tuvaletinde geziniyorsunuz. Tabii hâlâ o evden kovulmadıysa! Başına buyruk dostlar, sokaktan gelip yatıya kalanlar ve Bukowski’nin şalterinin atıp kapı dışarı ettiği bir alay adamla dirsek temasında bulunuyorsunuz. “Kardeşlikten haz etmem, kendimi yalnızken iyi hissederim” diyen ve hep buna uygun olarak tek başına kalan bir Bukowski portresi de onca patırtı içinde gözümüze sokuluyor. Pek çok metin ve kitabında olduğu gibi Bukowski yine gülümseyerek ağırlıyor bizi. Ama kimse aldanmasın, o güler yüzün altında son derece kesif ve cesur bir yergi gücü var. “İstediği gibi dans ettirebileceği revü kızlarına” ya da “makineli tüfek kurşunlarına” benzettiği sözcüklerle; biraz da şairane tavırla her tarafı yakıp yıkıyor. Geri zekâlılara, hiç çekinmeden “geri zekâlı” diyebilme açıklığıyla hareket eden Bukowski, gömülmeden önce ölenlere de selam çakıyor: “İnsanların çoğu daha beş yaşındayken ölüm sürecine girer ve her geçen yıl aşikâr ve sakatlayıcı olandan sıyrılıp özgün varlıklar olma şansını biraz daha yitirir. Kendini farklı kılan hayat deneyimleri edinmiş ve edinmeye devam eden insanlar, sıradan yaşamın kıyısında kalır ve genellikle harikulade ucubelerle, kendine özgü vizyonları olan hayalperestlere dönüşür. Belki bunda tarihin de payı olduğu söylenebilir, fakat öyle bile olsa bu pay çok büyük değil, çünkü her gün karşınıza seçenekler çıkar ve yanlış seçimler, hayat karşıtı seçimler yaparsanız, gömülmeden çok önce ölürsünüz.” Bir mahkum “yalnız senin kitapların hücreden hücreye geçiriliyor” dediğinde, Bukowski’nin ömrünün özeti de ortaya çıkıyor. Bunun üzerine kaç sigara öldürüp ne kadar bira yuvarladığını ve kimlere kılıç savurduğunu hiçbir zaman tam anlamıyla bilemeyeceğiz… alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr http://bulunmazali81.blogspot.com Kahramanın Yokluğu/ Charles Bukowski/ Çeviren: Avi Pardo/ Parantez Yayıncılık/ 256 s. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1119 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle