Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gisèle Durero Köseoğlu’yla kitapları üzerine ‘Hep diğer kültürlerle ilgilendim’ Gisèle Durero ve Meliha Akay (sağda). kiye’de geçirmek istemiş. Padişah Tire’de toprak bahşetmiş kendisine. Ama parasızlık yüzünden bir türlü o toprakları işleyip yaşamını sağlayacak geliri elde edememiş. Onun için zaten Türkiye üzerindeki hayallerimi geçekleştiremedim demiş. Parasızlık yüzünden zor günler yaşadığı günlerde Padişah ona bahşettiği toprakları kiralatmış ve bu kiraları Lamartine’e vermiş. Padişahın bu iyiliğinden çok etkilenen Lamartine o kapsamlı büyük Türkiye Tarihi kitabını yazmış. Gisèle Durero yıllardır Türkiye’de yaşayan, İstanbul âşığı, Anadolu kültürünü derinlemesine inceleyen ve on üçüncü yüzyıldaki Anadolu’yu konu alan Mahperi Hatun’u yazan, ülkemizi tanımadan üzerinde kalem oynatabilen yabancılara karşılık içimizde olan ama değişime farklı bir gözle bakabilen bir yazar. Bütün kitaplarını masa üzerine koyarak söyleştik. Herhalde aldığım eğitimden olsa gerek. Bir de çok okumak gezmek o bilinmeyenleri görmek insanı önyargılarından arındırıyor. Hep diğer kültürlerle ilgilendim. Benim dinimden başka dinlerden söz eden kitaplar okudum. Yahudilik, Budizm, İslamiyet üzerine incelemeler kıyaslamalar yaptım. Seyahatlerim sayesinde o dinlere inanan insanları tanıma fırsatım oldu. İş hayatımda da değişik ülkelerden gelmiş meslektaşlarımla çalışmak bilgilerimi pekiştirdi ve tüm bu yaşanmışlıklarla bezenen hayat tecrübem, asıl olanın hoşgörü ve sevgi olduğunu bana öğretti. Özellikle İstanbul ve Türkler üzerine oluşmuş önyargıları İstanbul’dan Pencereler, İstanbul’da Bir El Yazması, Sır Dolu İstanbul adlı kitaplarımda yıkmak istedim. Doğuya hem fiziksel hem düşünsel yolculuk eden Avrupalı yazar ve düşünürler var. İlk aklıma gelen Andre Malraux… Siz de çocukluğunuzu yoğuran kültürü içselleştirmiş olarak doğuya yöneldiniz. Peki, bu yolculuğun neresindesiniz? Hamdım, piştim, yandım. Her insan gibi bende evrimimi geçiriyorum. Fransa’da Batı felsefesiyle yoğrulmuş benliğim Türkiye’ye gelince Doğu kültürüyle tanıştı. Her iki kültürden kendimce iyi olan yönlerini almaya çalışıyorum. Mesela çok daha hoşgörülüyüm. Ama çalışma hayatımda hâlâ çok disiplinliyim. İstanbul Üçlemesi’nin son kitabında “Doğu’da Bir Yolcunun Notları” başlıklı bir bölüm var. Türkiye ile ilgili düşlerim asla gerçekleşmeyecek diyor ozan. Sonunda görüyoruz ki gerçekleşmiyor. Biraz açar mısınız bunu? Evet, ikinci bölümde Türkiye âşığı Lamartine var. Ömrünün son günlerini Tür Ë Meliha AKAY stanbul Üçlemesi, Mahperi ve İstanbulin. Fransızca yazıyorsunuz ve hepsi de siz İstanbul’a yerleştikten sonra basılmış. Bu kentte yaşamak hayaliniz miydi, koşullar mı gerektirdi? İstanbul ve Türkiye’yi hep merak eder gezip görmek isterdim. Tatil programlarımı yaparken turizm şirketlerinin broşürlerinde İstanbul sayfaları hayallerimi süslerdi. Zaten İstanbul’a gelip yerleşmiş ve bu şehri anlatan yazarlar hep ilgimi çekti. Şehrin zenginliklerini, coğrafi yapısını ve tarihini hep zevkle okudum. Ama İstanbul’a yerleşmek ve İstanbullu olmak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Tesadüfler beni bir Türk erkeği ile evliliğe götürünce zaten ilgimi çeken ve hayran olduğum bu şehirdeki yaşamı da sevince buralı oluverdim. Yazmaya ne zaman başladınız peki? Sizi yazıyla tanıştıran İstanbul aşkı mıydı? Ben hep yazdım. İstanbul’a yerleşmeden çok önceleri, daha çocuk yaşlarda devamlı okuyan biriydim. Ne bulursam okuyordum. Her hafta babaannem para verir ben de istediğim kitapları alırdım. Kısa sürede evdeki tüm kitapları okumuştum. Edebiyatla yaşar olmuştum. Bu okuma aşkı beni yazmaya itti. On yaşımda bir tek arzum vardı “roman yazmak.” O yaz tatilinde yazdığım romana ismimi ekleyince zannedersem yazım hayatıyla evlenmiştim. Derslerde sıkıldığım zamanlar şiir yazardım. Şiirlerim, Fransa Cumhuriyeti “Cumhurbaşkanı Büyük Ödülü’’ne layık görüldü. Yazma ve okuma tutkusu beni çok uslu, model bir öğrenci yapmıştı. O zamandan beri devamlı yazdım. Bu benim için bir yaşam biçimi oldu. İstanbul’da yaşamak benim yazım hayatımı tamamen etkiledi ve Türkiye üzerine yazmaya başladım. İ tını inceledim. Babası Bahaddin Veled, Alaeddin Keykubad döneminde Türkiye’ye geldi. O dönem bana ilginç geldi. Araştırmalarımı derinleştirdim. Evimde on üçüncü yüzyıl Anadolusu üzerine ufak bir kütüphane oluştu. Yavaş yavaş beynimde o dönem üzerine roman yazma fikri oluştu. Daha çok Türk kaynaklarından yararlandım. Bunun yanında önemli kütüphanelerde saatlerim geçti. Kitapta geçen bütün yerleri gezdim. Örneğin 2001 yazında, Kubad Abad kazı alanını ve bölgeyi görünce, romandaki bazı bölümleri daha rahat hayal ettim. Araştırmalar için beş yıl, kaleme almak için üç yıl, toplam sekiz yıl süren çalışmalarımın sonucunda Mahperi Hatun romanım oluştu. On üçüncü yüzyıl Türk tarihi için çok önemli ve bu dönem bu günkü Türkler tarafından biraz unutulmuş. Oysa Türklerin Anadolu’da yerleşik düzene geçmeleri o dönemde güçleniyor. Bir de Alaeddin Keykubad çok önemli bir sultan. Zaten döneminde ona “Ulu Keykubad”, “El Muazzam” deniliyordu. Eğitimli, birçok dil konuşan, sanatçı ruhlu, Anadolu’da barışı sağlamaya çalışan, Anadolu konfederasyonu kurmak isteyen, dinler arası farklılığı hoşgörüyle karşılayan, ticareti sağlamak için bir sürü kervansaray yaptırtan, devri için çok modern düşüncelere sahip bir insandı. Onu da vurgulamak istedim. Daha on üçüncü yüzyılda Türkiye’de parlak bir medeniyet olduğunu göstermek istedim. Farklı kültürlerin bireyleriyiz! Taraflardan biri olarak sormak isterim. Bugün bile özellikle siyasi arenada Avrupa ile Türkiye arasındaki önyargılar aşılamıyorken siz önyargılarınızdan nasıl arındınız? Sizi “bizden biri” gibi algılıyorsak bunun bir nedeni olmalı! Türkiye’ye ilk geldiğimde, gezmek görmek için, Konya’ya gitmiştim. Mevlana’nın türbesini gezdim. Oradaki atmosfer beni çok etkiledi. Ben de Mevlana üzerine bir araştırma yaptım. Şiirlerini okudum. HayaCUMHURİYET KİTAP SAYI 1119 “KİTAPTA GEÇEN BÜTÜN YERLERİ GEZDİM” Mahperi Hatun tarihi bir roman; on üçüncü yüzyılda Anadolu’yu konu alıyor. Anadolu Selçuklu Devleti’nin sultanı Alaaddin Keykubat ve Prenses Destina’nın yani Mahperi Hatun’un ilişkisi ekseninde gelişiyor. Ortaçağın alacakaranlığında Anadolu’ya ışık tutuyor. Peki, Ortaçağ Avrupası yerine neden Anadolu’yu seçtiniz? Sizi çeken farklı bir uygarlığın izini sürmek miydi, yoksa zoru başarma isteği miydi? Mahperi Hatun/ Gisèle Durero/ Çeviren: Lale Arslan Özcan/ Gita Yayınları/ 440 s. İstanbul’dan Pencereler – İstanbul Üçlemesi I/ Gisèle Durero/ Çeviren: Aysen Altınel/ Gita Yayınları/ 284 s. İstanbul’da Bir El Yazması – İstanbul Üçlemesi II/ Gisèle Durero/ Çeviren: Lale Arslan Özcan/ Gita Yayınları/ 306 s. Sır Dolu İstanbul – İstanbul Üçlemesi III/ Gisèle Durero/ Çeviren: Aysen Altınel/ Gita Yayınları/ 336 s. İstabulin/ Gisèle Durero/ Çeviren: Aysen Altınel/ Gita Yayınları/ 440 s. 28 Bu ilk bakışta çift kimlikli olunuyor gibi görünse de siz olayı böyle yaşamıyorsunuz. Bu çift kimlikli olmak daha çok sizi tanıyanlar için geçerli oluyor. Fransa’da bir Türk, Türkiye’de bir Fransız oluyorsunuz. Yoksa ben kendi içimde orada veya burada hep benim. Başka biri olmadım. Bundan yıllarca önce Türkiye’ye yerleşmemiş olsaydım ve ana hatlarıyla aynı şeyleri düşünüp yazsaydım sizce ikileme düşmüş olur muydum? Her seyahatten sonra insanları ve ülkeleri düşündüğümde hoşuma giden şeyleri ve hoşlanmadığım durumları hep irdeledim. Bunu, kendi ülkem Fransa için de yaptım. Yani her insanın her ülkenin kısacası her kültürün hoşuma giden ve hoşlanmadığım kısımları oldu. Bence önemli olan sadece insan olmak. Köklerim Havada adında bir kitap okumuştum. Gayatri Chakravorty Spivak’ındı. Yurt ve kökler söz konusu olduğunda yazarın dediği gibi “Köklerim havada” der misiniz siz de? Bu yazar gibi ben de “köklerim havada” diyebilirim ama bu sadece bazı durumlar için geçerli olur. Kısacası ben doğduğum büyüdüğüm beni şekillendiren kültürümü inkâr etmiyorum ki. Sadece onu diğer kültürlerle bezeyip zenginleştiriyorum. Belki yaşam biçimim değişti ama ben Fransız geçmişime çok bağlıyım. Zannedersem hayatımı etkileyen on sekizinci yüzyıl Fransız yazarları ve düşünürleri hep benimle beraber olacak. Birde öğretmen olduğumu düşünürseniz hâlâ zamanımın büyük bölümünü onları okuyup okutup öğretmekle geçiriyorum. Tabii benden köyünden şehrinden başka hiçbir yerde yaşamamış bir Fransız olmamı bekliyorsanız o zaten bende hiç olmadı. Ben hep çok kültürlü bir insandım. Peki, Gurdjieft? Doğu ile Batı’nın gizemciliğini bir potada buluşturmak için çalışan düşünce adamı. Sizi neden etkiledi? Özellikle ergenlik çağımda Gurdjieff’in yazılarıyla çok ilgilendim. İstanbul’da yaşadığını öğrenince bu gençlik dönemimden kalan heyecanla Gurdjieff’i bir daha inceleme ihtiyacı hissettim. İstanbulin’de bir bölümü ona ayırdım. Onda beni çeken, birçok değişik dini öğretinin birbiriyle uyuşmasını işlemesiydi. Şimdi ergenlik çağıma göre daha gerçekçi bir insan olarak dinlerin fanatikliğinden dolayı kızgınım. Ama hâlâ dinlerin felsefeleri ilgimi çeker ve okumaya devam ederim. Az önceki soruya ek olarak, dünya tarihi boyunca yaşanan savaşlara baktığımızda “din kavgası” ön planda. Tek Tanrılı dinlerin ve öncesi öğretilerin felsefesini özümseyip bütün dinleri tek bir din gibi benimseyebilseydik bunca kıyım yaşanır mıydı? Tabii ki yaşanırdı. Şekli zamanı değişik olurdu. Çünkü din kisvesi altında yapılmış savaşların altında hep ekonomik nedenler var. Biri karnını doyurmak biri cebini doldurmak ister. Sizce Haçlı Seferleri Kudüs’ü kurtarmak için mi yapılmıştı? TEMMUZ 2011 SAYFA “ÇİFT KİMLİKLİLİK SİZİ TANIYANLAR İÇİN GEÇERLİ” İstanbulin’de durup düşündüğüm bir bölüm var: “Ama Fransa’ya gittiğimde de artık tam bir Fransız olamadığımı görüyorum. Her yerde yabancısınız, artık yakanızı bundan kurtaramazsınız. Bu sizi yutan ejderhadır.” Bu çift kimlikli olmak, insanın varoluş sorunsalı ile mi ilintili yoksa göç sorunu mu? 11 CUMH