29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] Miguel Caballero Perez’in “Garcia Lorca’nın Son 13 Saati” adlı kitabı ozanın öldürülüşünün gizlerini araştırıyor ıllar, kimileyin yüzyıllar önce bu dünyadan göçmüş insanların mezarları neden aranır? O mezarlarda bulunan kemiklere karbon tarihlemesi ya da DNA testi neden uygulanır? İlk kez ABD’li fizikçi Williard F. Libby’nin 1946’da geliştirdiği ve bugün artık çok daha gelişmiş aşamalara eriştirilmiş olan karbon14’le tarihleme yöntemi, yüzlerce, binlerce yıllık arkeolojik örneklerin ve fosillerin tarihlenmesinde kullanılan güvenilir bir tekniktir. Jeologlar, antropologlar, arkeologlar, ilgili alanlarda inceleme yapan araştırmacılar bu yöntemden günümüzde yaygın olarak yararlanıyorlar. DNA testleri de, her canlının kuşaktan kuşağa aktarılan tüm kalıtsal özelliklerinin belirlenmesini sağlayabiliyor. Pek çok bilimsel yararının yanı sıra, DNA testiyle bugün artık birçok karmaşık cinayetin sırrı çözülebiliyor. Örneğin, bir dönem Güneydoğu’da işlenen “faili meçhul” cinayetlerin aydınlatılmasında ya da bu konudaki sanıların bilgi düzeyine vardırılmasında DNA testi kuşkusuz en somut yöntemlerin başında geliyor. Teknolojik gelişmelerin olanaklı kıldığı yöntemler bilimin yanı sıra sanat alanında da uygulanıyor. Sözgelimi, 2000’lerin başında düzenlenen “Rembrandt / Rembrandt Değil” sergisini anımsıyorum. 17. yüzyılın Felemenkli ustasının yapıtları ya da onun olduğu sanılan tabloların Xışınımlarıyla çekilmiş fotoğrafları üstünde yapılan incelemeler daha 1980’lerde başlatılmış, bu çalışmanın sonuçları “Rembrandt / Rembrandt Değil” başlıklı sergide gözler önüne serilmiş, Rembrandt uzmanlarının da desteğiyle gerçekleştirilen bu bilimsel araştırma, gerçekten ustanın fırçasından çıkmış, çevresindeki ressamlarca ya da çırakları ve öğrencileri tarafından yapılmış tabloların birbirinden ayırt edilmesine büyük katkıda bulunmuştu. Karbon tarihlemesi ya da DNA testleri, bugünlerde, dehasıyla Rönesans hümanizminin simgelerinden biri olmuş Leonardo da Vinci’nin Floransa’da bulunduğu 15001506 yılları arasında yapmış olduğu “Mona Lisa” tablosu için de geçerli. Daha doğrusu, İtalyanların “La Gioconda” dedikleri, Fransızların tablonun uzun yıllardır Louvre Müzesi’nden bulunmasından da destek alarak “La Joconde” dedikleri, ama genellikle “Mona Lisa” adıyla bilinen tablonun “modeSAYFA 6 28 TEMMUZ ‘Hayır, asla bulamadılar beni...’ Y li”nin gerçek kimliğinin daha da ayrıntılı ve somut bir biçimde belirlenebilmesi için… Gerek yumuşak çizgilerle sağladığı üç boyutluluk duygusu, gerek arka plandaki renklerin maviye kaçarak uyandırdığı derinlik duygusuyla Leonardo’nun bilim alanındaki bilgilerini de döktürdüğü bu başyapıt, hiç kuşku yok ki, böylesi bir bilimsel araştırmayı hak ediyor. Yanılmıyorsam, “Mona Lisa”nın, dönemin zengin ipek taciri Francesco de Giocondo’nun karısı Lisa Gherardini del Giocondo olduğu savını, ilk kez, Giorgio Vasari, Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykeltıraşlarının Yaşamları… adlı iki ciltlik yapıtında ortaya atmıştı. Ressamlığı ve mimarlığından çok, İtalyan Rönesans sanatının tarihi üstüne yaptığı bu önemli çalışmayla tanınan Vasari’nin bu savı, o günlerden bugünlere kabul görmekle kalmamış, pek çok ipucu, duyum ve bilgiyle de doğrulanmıştı. Şimdilerde İtalyan arkeologlar ve sanat tarihçileri, bu savı kesinleştirmek için, Lisa Gherardini’nin mezarının ve kemiklerinin peşindeler. Son olarak, Gherardini’nin gömülü olduğuna inanılan eski bir manastırın bahçesinde beş yüz yıllık bir iskelet bulundu. Bologna Üniversitesi arkeoloji profesörlerinden Giorgi Gruppioni’ye bakılırsa, Floransa yakınlarındaki manastırda bulunan yetişkin kadın iskeleti kafatası ve leğen kemiğinden parçalar içeriyor. Bu iskelete uygulanacak karbon tarihlemesi ve DNA testleri, Gherardini’nin yine Floransa yakınlarındaki bir kilisede gömülü olan iki çocuğunun iskeletlerine uygulanan testlerle karşılaştırılacak. Sonunda, “Mona Lisa”nın mezarı bulunmuş olursa, alınacak DNA’dan yararlanılarak Gherardini’nin yüz görünümünü yeniden oluşturulacak ve Leonardo’nun tablosundaki yüzle karşılaştırılarak kesin bir sonuca varılmaya çalışılacak. Mezarı uzun yıllardır aranan İspanyol şair Federico Garcia Lorca var bir de. Yalnız şair mi, otuz sekiz yıllık yaşamına oyun yazarlığı, tiyatro yönetmenliği, ressamlığı, müzisyenliği de sığdırmış dört dörtlük bir sanatçı… 1936’da, İspanya İç Savaşı’nın patlak vermesine üç gün kala Madrid’den memleketi Granada’ya dönen Lorca, Franco yanlısı milliyetçi milislerce kurşuna dizilmişti. İspanyol edebiyatı uzmanı, İrlandalı yazar Ian Gibson’ın, yıllar önce Murat Belge’nin çevirisinden okuduğum Lorca’nın Öldürülüşü adlı kitabını anımsıyorum. Gibson, Lorca’nın, Joaquin Arcollas Cabezas, Francisco Galadi Mergal ve Dioscoro Galindo Gonzales adlı üç kişiyle birlikte, Viznar ve Alfacar köyleri arasında Fuente Grande (Büyük Çeşme) diye bilinen bir yerde öldürüldüğünü ileri sürüyordu. Ne ki, 2009’da, Granada Üniversitesi’nden arkeologlar ve tarihçilerin girişimiyle Alfacar’da yapılan kazılarda bir sonuç elde edilememişti. Şimdilerde, Granadalı tarihçi Miguel Caballero Perez’in, polis ve ordu arşivlerinde yaptığı üç yıllık bir araştırma sonucunda yayımladığı Garcia Lorca’nın Son 13 Saati adlı kitap, İspanya’nın yakın tarihinin en gizemli olaylarından birini çözecek gibi görünüyor. Caballero, hem Lorca’yı kurşuna dizen idam mangasında yer alan altı polis ve gönüllünün kimliklerini belirlediğini, hem de ozanın gömüldüğü yeri saptadığını öne sürüyor. Caballero, önceki aramaların daha çok sözlü tanıklıklara dayandığını ve pek çok tanık uyduruk bilgiler verdiği için işin içinden çıkılmaz bir duruma Federico Garcia Lorca (ortada), Küba vapurunda... Havana’da, geldiğini söylüyor. O yüzKübaİspanya Kültür Enstitüsü’nün desteğinde 9 mart 1930’da den, araştırmasını daha çok Komedi tiyatrosunda konferanslar verdi, şiirlerini okudu. arşivlere dayandırmış Caballero. Belirlediği mezar yeri ise, Gibson’ın 1971’de bulduğu yerin yalnızca yarım kilometre uzağında. Garcia Lorca’nın Son 13 Saati adlı kitapta, idam mangasındaki kişilerin şiir okumayan, aslında yalnızca Lorca’nın yanındaki “iki anarşist”le ilgilenen insanlar oldukları anlatılıyor. Altı kişiden biri, Mariano Ajenjo adında bir polis; biri de, Lorca’nın babasının ilk karısının akrabası, Antonio Benavides adlı bir gönüllü. Lorca’yı tanıyor olması gereken Benavides, “O koca kafalının kafasına sıktım bir tane” diye böbürlenmiş sonradan… Caballero’nun bir savı da, işin içinde, Lorca’nın babasının politik hasımları olan sağcı Roldan ailesinin parmağı olduğu yönünde. Roldan ailesi, kentin Franco yanlısı yetkililerini, ozanı tutuklayıp kurşuna dizmeye ikna etmiş. İdam mangasını da, Roldan ailesinin bir üyesi olan Benavides oluşturmuş. “Babasına kızmışlar, intikamlarını oğlundan almışlar” diyor Caballero. Lorca’nın gömüldüğü yer bu kez gerçekten bulunacak mı, bilmiyorum. Şimdilik, ozanın “Sessizlik, Son Türkü” şiirinin dizelerini Cevat Çapan’ın Türkçesiyle mırıldanmayı yeğliyorum: “İşte iniyor gece. // Vuruyor ay ışınları / akşamın örsüne. // İşte iniyor gece. // Giyinmiş ulu bir ağaç / türkülerin sözlerini. // İşte iniyor gece. // Gelirsen beni görmeye / rüzgârlı yollar boyunca. // İşte iniyor gece. // Bakacaksın ağlıyorum / koca kavakların dibinde. / Esmerim oy / koca kavakların dibinde…” Garcia Lorca’nın ölümünden sonra yayımlanan Şair New York’ta adlı kitabından benim kırık dökük Türkçemle aktarmak istediğim birkaç dize ise, onun mezarını arayanlara bir nazire nerdeyse: “Bir de baktım öldürülmüşüm. / Beni kahvelerde, mezarlıklarda, kiliselerde aradılar / (…) ama bulamadılar. / Asla bulamadılar beni… / Hayır. Asla bulamadılar beni…” 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1119
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle