Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ş iir Atlası CEVAT ÇAPAN Andrey VOZNESENSKİ/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin ATASOY “Ben hüznün sesiyim, sense neşenin, benden hâlâ istediğin ne senin!” A ndrey Andreyeviç Voznesenski, 12 Mayıs 1933’te Moskova’da doğdu. başladı. Şairin ilk iki şiir kitabı Parabol ve Mozaik 1960 yılında art arda yayımlandı. 1961’deki ABD ziyareti Üçgen Armut (1962) kitabında bir bölüm oluşturan dizi şiirlerde yansıtıldı. Bu şiirlerde Voznesenski’nin sancılı sorunlara çağdaş bakışı, yenilik arayışları, modern ve cesur söylem deneyleri özellikle dikkat çekti. 1983 yılında üç ciltlik Toplu Şiirler’i yayımlandı. Ertesi yıl (1984) Karşı Dünyalar adlı şiir dizisi müzikli bir senrayoyla Taganka Tiyatrosu’nda sahnelendi. 1 Haziran 2010’da Moskova’da öldü ve Novodeviçiye Mezarlığı’na gömüldü.. Ben hüznün sesiyim, sense neşenin, benden hâlâ istediğin ne senin! Adını duyurdum, tüm yerkürenin seçkin yerlerinde mumlar yakarak! Sen – aşk iniltisi, ben – sağır kulak. Benden hâlâ istediğin ne senin? “Meleksin” dedin sen, bense kasten – “cin”. “Cesaret” diledin – ben yanda durdum. “Birinci ol” dedin – bir deha oldum, benden hâlâ istediğin ne senin? Ödedim borcunu geçen günlerin. Sonuncu karlarda yanıyor – suspus. Dün hoş bir ezgiydim, bugünse – kâbus, benden hâlâ istediğin ne senin? GOYA Ben – Goya! Gözlerimi kargalarca delik deşik etti düşman Mezarda da olsam derdim ki: “Kesin bomboş kalan kırlarda. Tanrısal tarlana gübre olayım, Ben – yara. sen de kutsal şarkı… Ama fazlayım artık bu zor oyununda ben senin!” Ben – feryat, Kırk Bir Savaşında kar üzerine yağan Titredi endamı – üryan ve bitkin. köz yağmuru gibi yanık. Çıkarken sakince dedi ki bana: “Seviyorum seni. Boşa uğraşma. Ben – açlık. Benden hâlâ istediğin ne senin?” Ben – gırtlak, SAVAŞ Asılmış bir kadının çan tokmağınca Başka bir dünyadan, epey uzakta, meydanlarda sallanan vücüdu çırılçıplak… izlerken dünyada tüm çocukları – Ben – Goya! hasret baba gözleriyle bakmakta ölülerin iri periskopları. Ey, çirkin İntikam! Batı’ya yönelik yaylım ateşi – ben, davetsiz konukların külüyüm. TELE–DUA Kaybolma ortalıktan bin yıllığına, Kabolmaya kalkışma, yarım saatliğine bile. Anıt levhasına göğün, çivi yerine parlak yıldızlar çaktım, boydan boya. Sen, bin yıl sonra dönmüş olsan da yanıma, mumun yanmasını Ben – Goya. sürdürecektir yine. RESSAM VE MODEL Gaddarlığımı her haykırışında daha güzel oluyorsun nefretten – cüretkâr bir yılan gibi karşımda şehvetle kıvrılıp, gerdan kırarken! Bezdiriyor beni zırvalıkların, dinlerken ne mümkün sinirlenmemem. Ne ki seni bu halinle kutsadım, değişmene asla izin veremem! Çünkü beni ben ettikçe ilhamın, yaşadığım sürece tüm insanlar bu mabede gelip, ey rezil kadın, önünde diz çöküp yalvaracaklar. ŞUKŞİN’İN ÖLÜMÜ Moskova Şukşin’i defnediyordu, saygın sanatçıyı tüm memlekette, Moskova irsini defnediyordu o duyarlı vicdanıyla birlikte. Çiçek denizine batmıştı Şukşin, yüceliğin erişilmez katında. Görkemini kendi cenazesinin hissettirmiş gibi öz sanatında. O bugün Rusya’nın tüm kentlerinde dalgalanan matem bezlerindeydi. Sinema salonu salon değil de herkesin koştuğu mahşersi yerdi. O ikiz eşiydi bugün bizlerin. Soğukta sigara içer gibiydi; bizler hissettik o soğuğu derin ve ülke son saygı nöbetindeydi. O, Rusya çocuğu olarak kaldı, ev bildi ardıçlı, huşlu her yeri. Siyahlarla örtün koca Baykal’ı – aynadan hoşlanmaz cenaze evi. İTİRAF Benden hâlâ istediğin ne senin? Pik bir duvar. Gizemli bir gülücük. Kaybolma benim yaşam ufkumdan. Kaybolma tesadüfen ya da aniden. Hepsi kaybolacak çünkü. Sen onlar gibi olma. Ayrıcalık olmaya bak Sen – sakın kaybolma!! İçimizden yüzyıllarca kaybolmayacak bizim yıldızlı saatimiz, o uçakla, içinde biz ikimiz, uçacağız, uçacağız, hep uçacağız, bir kemerle sıkılı bedenlerimiz – zamanın dışında – uykudasın sen, başın omuz başımda ve sanki yalım yalım yanıyor avuçların. Senin avuçların…. Kaybolma yaşam ufkumdanm benim. Kaybolma aniden, ya da tesadüfen. Binlerce lamba var benim bildiğim ve her birinde – binlerce mum, ama yalnız Seninkine ihtiyacım var benim. Kaybolup gitme bizden, ey Saflık, görünür olsa bile sonumuz gayet yakın. Kaybolmak gerektiğinde de ben kendim gideceğim, ama Senin kaybolmana asla izin vermeyeceğim. Kaybolma sakın! DÜŞ Biz seninle yine karşılaşmıştık Bir yük kamyonunda yalpalanırken. Bilmem kaçıncı kez – yine âşıktık. Ama beni asla bilmiyordun sen. Yeniden evine almıştın beni! Kendinden geçmiştin beni severken. Seninle geçirdim senelerimi. Ama beni asla bilmiyordun sen. 5 MAYIS 2011 SAYFA 31 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1107