04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K ayat dediğimiz o iri gövdeli kunt yapı, doğum, düğün, ölüm üçgeninde sürüp gidiyor. Sıra zaman fırıldağında bize gelmişse eğer, savruntularına bu kez bizi de katıp ötede toprak altına bırakarak yenilerine doğru ilerliyor… Ne var ki kimileri toprak altında bile hayatın içinde, onun çılgın çocukları olarak zamanın tekerine çomak sokmayı bir biçimde başarabildiğinden adlarını da varlıklarını da aramızdaymışçasına sürdürmeyi başarıyor… İşte darağacında öylece duraduran bahar dalı üç fidan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan… Onlarla aynı tarihte bahar buluşmasına çıkmış Erdal Öz sonra… Şimdi söyler misiniz, kim inanır onların, hem de “mevcutlu” olarak aramızda bulunmadığına? Nitekim takvimin her 6 Mayıs yaprağı donup kalmamış mıdır öylece?… Başlarında defneyapraklarından çelenkler, badem dalını süsleyen çiçekler gibi insanlığın ulu dağları ardından öylece gülümsemezler mi bize öyküleriyle birlikte? Erdal Öz, böyle bir yaşamı, kavgayı kucaklayan öyküler kaleme almıştı hep. Son dönem öykülerinde, o büyük anlamsal yoğunlukla buluşmaya dö itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Genç öykücülerin toplumsala bakışı nük adımlarına karşın tutumunu sürdürdü. Gençlerin verimlediği öyküleri izlemeye de özen gösterdi, öykü tanrısıyla buluşmaları için çabaladı, bu doğrultuda tetikledi onları sürekli. Her öykü, toplumsal, bireysel yaşamın izdüşümü olarak yansıyor kuşkusuz… Öykünün toplumsalla ilişkisi, gerçekliğin sınıfsal boyutuyla yoğruluşu, toplum sorunlarına odaklanışı kaçınılamaz bir olay halinde önünde duruyor çünkü yazarın. Ne ki böylesi konuların yalnızca siyasal yaklaşımla yerine oturtulabileceği kanısı da bir o denli yanıltıcı olacaktır… Diyeceğim siyasal öykü, nasıl ki siyasal söylemin kendisine yaslanılmadan üretiliyorsa, toplumsalla ilişkilenen öykü de siyasallaşmaya gidilmeden verimlenebilir pekâlâ… Nitekim ilk öykü kitaplarında da bunun yansımasıyla karşılaşabiliyor. Genç öykücülerin toplumsala bakışında, bununla ilişkisinde nasıl bir yönseme gözleniyor? Önceki haftalarda üzerinde ayrıntıyla durduğum Aysun Sezer’in Panovaroş (Ava, 2010), Ayşe Güren’in Süreduran Minik Öyküler (Çınar, 2010) adlı ilk öykü kitapları, doğrudan siyasal çözümleme yaklaşımı sergileyen örneklerdi belki. Bunlara Birsen Ferahlı’nın bütün hayatı kucaklayan O Yaz…’ı da(YKY, 2010) eklenebilir. Bu yönde iki genç yazarın ilk öykü kitabından daha söz etmek istiyorum örnek olarak: Melike Uzun’dan Ateş Öyküleri (Kanguru, 2010), Aslı Solakoğlu’dan Hayata Yetişmek (Yitik Ülke, 2011). ÇÖZGÜSÜ ESTETİK, ATKISI TOPLUMSAL ÖYKÜ KUMAŞI 1980’lerden 90’lara dek uzanan çalkantılı dönemi bir yana bırakırsak öykücülüğümüzde, özellikle gençlerde 1990’larda yükselen gelişim evresi, asıl meyvelerini 2000’in başlarında vermeye koyuldu. O bunalımlı dönemde gözlenen, temelde kötümser bakışa dayalı iç dökmelerin ya da karabasanla örüntülenen içsel burkuntuların yansıtıldığı birörnek öykü kavrayışı, yerini, genç yazarların öykü sanatının gerekleri yönünde bireysel ya da toplumsal gerçeklik temelinde, kendi özgün seslerini bulmaya dönük çabalayışa bıraktı. Artık yazınımız, en başta öykücülüğümüz 1950’den sonraki en büyük değişim sürecinin takipçisi olduğunu gösteriyor günümüzde. Bu çerçevede gençlerin olağanüstü öyküler verimlediği söylenebilir. Yeter ki beğeni karşısında şımarıp kendini yinelemek gafletine düşmesin, öykü sanatına dökülecek emeğin yaşam boyu süreceği bilincini taşısınlar, alçakgönüllülük içinde bir kunt duruş sergileyebilsinler… Bu çerçevede sözgelimi Melike’yle Aslı’nın ilk öykü kitapları toplumsal odaklı da, bireysel gerçeklik temelinde verimlenmiş görünen Yalçın Tosun’un Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler (YKY, 2009), Sine Ergün’ün Burası Tekin Değil (Yitik Ülke, 2010), Özlem Özyurt’un Bir Şehir Varmış Bir Şehir Yokmuş (Yitik Ülke, 2011) adlı ilk öykü kitapları daha mı az toplumsal peki? Sorun, kabaca toplumdan bireye gitmek ya da bireyden topluma varmak biçiminde yalınlaştırılabilir mi bilmiyorum? Buna göre yazınsal olanı temele almış bir yazardan, gazetecilerin ya da popüler yazarların kullandığı iletişim amaçlı gündelik dile dayalı kitap beklemek, ancak tüketici, edilgen okurun beklentisi olabilir. Alımlayıcı etkin okur, hele de öyküde yapıtın biricikliği içinde evreninden, yarattığı kişilerden, onların ilişkisinden kalkarak yapıttaki estetik tülle örtülen gerçekliği, tek tek bulgulayıp yerine koymak, dünya görüşü doğrultusunda, ufku genişlemiş bir bakışla bunları yeniden yapılandırıp yaratmayı ister. Bu nedenledir ki öykünün zaten toplumsal olanı bire bir göstermesi değil, bağları buldurması, bunların sonunda gerçekliği bize kurdurması yetecektir. Göze mercek oturtarak kumaştaki atkının, çözgünün tel tel bulunabilişi gibi. Ama dokuma nesnesi, bir kumaş olarak yine de taşıdığı bu yeni yapısıyla, artık değişmiş, dönüşmüş haliyle gelir önümüze. Bu, onun estetik bütünlüğe dayalı parçalanamaz somutluğudur. Öykü kitapları da böylesi yanlarıyla anlam kazanmaz mı? Bu çerçevede gerçekliğe bakışları, bunu algılayış, yansıtış yönündeki tutumları gözden geçirildiğinde andığım beş genç öykücünün verimlediği ilk öykü kitaplarının enikonu örtüştüğü söylenebilir kanımca… TOPLUMSAL YAPIYI ANLATMAK MI GÖSTERMEK Mİ?.. Melike Uzun, kitaba adını da verdiği “Ateş Öyküleri” başlıklı uzunca öyküsünde “Hayata Dönüş”, “Sıvas” kıyımlarını faş edivermek gibi bir acemilikten kendini kurtaramasa da enikonu siyasal öykü kurmayı başarıyor. Birbirine bağlı koridorla aracılığıyla kurduğu bu uzunca öyküde kargaşa ortamındaki bir toplumsal yapının ezinci altında sağa sola savrulan, yine de dümeni elden bırakmayıp insan onurunu bayraklaştıran bir avuç direngenin yalnızlaştırılmasına karşı duruşla öne çıkıyor Uzun’un kızılca kıyamet öyküsü. Bir kötülük, acımasızlık, kıyım salgını adeta bu. Herkesin birbiri üzerine çıkarak nefes almaya çabaladığı, ötekini ölüme terk ettiği… Anlatımcı olmayı enikonu kırsa da, doğrudan aktarmak yerine öykü kişisini öykünün omurgasına eklemlediği bölümceler arasında dolaştırıp buna uçucu hava kazandıran bir öykülemeyle gelse de yazar, buna aykırı yanlar çıkabiliyor anlatısında. Yığma ayrıntılar, arka arkaya sıralanmış türkü sözleri bu yönde örneklenebilir. Yine de Melike Uzun’un, Ateş Öyküleri’nde öyküyü siyasal özle yapılandırma yetisi üzerinde durulabilir kanımca. Çünkü kaba bir siyasallaştırmadan uzak tutmayı başarıyor anlatısını genç yazar. Bunu “Yok Oluş” vb. örneklerde de sergiliyor üstelik. İyi ama bunlar toplumsal da, yükseklik sergile H diği Sumru’lu, ikilemeli kadın öyküsü daha mı az toplumsal? Yazınsal olan üzerinde uzun uzadıya durup sindirdiği izlenimi bırakan bir yazarlıkla geliyor Aslı Solakoğlu karşımıza. Adnan Özyalçıner’le bir öykü ahiliği bağlamında usta çırak ilişkisini deneylediği İç (Daktylos, 2008) adlı kitabın ardından ilk öyküler toplamı Hayata Yetişmek’te toplumsalı, sınıfsal temeller üzerine oturtarak siyasal öykü verimlemenin düzeyli örneklerini sergiliyor denebilir genç öykücü. Emekçi dünyasına özgülenmiş öyküler bunlar. Öykünün bütün gerekleri yerine getirilerek gecekondu yaşamına yaklaşımı dikkat çekici yazarın. Bu çerçevede günümüz genç öyküsü içinde, zaman zaman adlarını andığım ötekilerle birlikte toplumsal damarı geliştirici yönde öykü verimleyen başarılı örnekler arasında bundan böyle bu iki yazarı da anmak gerekecek. Çabalayışlarına dayalı olarak, Aslı’nın anlamlandırma zenginliği sergilemesi boşuna değil. Rengini değiştirmeksizin rakıya su sızdırırcasına burkulma anlamında ironiden yararlandığı da söylenebilir onun. Sıradan kimi örnekler yanında “Danışmak”, “Çay Alır mısınız?” vb. düzeyli, lirik hüzünlere bulanmış duyarlı öyküler. Geniş coğrafyaya yaydığı, evrensel insan gerçekliğiyle bizi karşıladığı öyküleriyle, üzerinde durulması gereken bir genç öykücü olduğu izlenimi bırakıyor insanda Aslı Solakoğlu. Kuşkusuz iki yazar da bireyden kalkarak topluma ulaşıyor. Sine Ergün ile Yalçın Tosun’un yaptığı da bu. İlk ikisi toplumsal çözümlemeye, öteki ikisi bireysel çözümlemeye yaslanıyor bir çalım. BİREYDEN KALKARAK TOPLUMA VARMAK... Ergün ile Tosun’un Uzun’la Solakoğlu’dan tek farkı, Burası Tekin Değil ile Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler’in herhangi siyasal yaklaşıma dönük ön kabul yansıtmayışı belki de… Kimileyin ilk satırlarında daha, içine dalıverirsiniz ya anlatının. Ergün ile Tosun’un öyküleri için de söylenebilir bu. Her ikisi de tıpkı Aslı Solakoğlu, Melike Uzun gibi kendi seslerini bulmaya, kendi öykülerini kurmaya girişiyorlar, bir özgünlük, ayrıksılık sağlayabilmek adına… Sine Ergün, bileşik olanlarında bile hep kısa örgülü eylem tümceleri kullanıp geliştiriyor öyküsünü. Ancak öykü dışyüz bağlamında böyle kurulsa da öyküler arka alana geçilerek alımlanıyor. Dümdüz, dolaysız, alabildiğine yalın bu anlatımla yine de çok zengin bir artalan yaratılıyor denebilir… Genç öykücü, bu biçemiyle anlatmayı tasarladığı, düşlediği yaşantıları, durumları, ilişkileri örtük tutarak ustalıkla okura geçirmeyi, üstelik bunu sanatlı biçimde dönüştürüp bezemeyi hakkıyla yerine getiriyor. Gerçekten de ciddi, yoğun, sıkı örgülü anlam kümeleriyle oluşturduğu artalan yoluyla öyküyü hakkıyla kuruyor Ergün. Öykünün önyüz arkasında kalan artalanla kurulacağını değil yalnız, bunun nasıl yapılandırılacağını da iyi biliyor demeliyiz onun için. Böylece aslında okurun kurduğu öykü anlayışına geçiyoruz buradan kolayca. Bir başka açıdan okura doğurtulan öyküler de denebilir bu açıdan örnekler için. Üzerinden çılgınlık taşan, düş kırıklıklarıyla örülü delişmen bir kadın anlatıcı var öykülerde. Bir bakıma toplumsal anlamda karşı duruş yansıtan örnekler. Evet, bu nitelikleriyle belki yeni sayabileceğimiz bir öykü olmamakla birlikte albenisi yüksek, okuru peşinden sürükleyen verimler yine de bunlar. Yalçın Tosun da, anlatmak istediklerini ustalıkla örterek ortaya yoğun anlamlandırma olanakları seren yan anlamca da çok zengin bir öyküleme getiriyor denebilir karşımıza. Bireyin ta derinlerine, en derinlerine inen; toplumsal yaşamı, bu yöndeki işleyişi birer bulanık resim halinde yansıtan, daha çok bir sınıfsal kast düzlemini ele veren öykü örnekleri gözüyle de bakılabilir bunlara. Kırılgan, oynak, her an değişmeye eğilimli duyarlıkları yansıtmakta, kendi iç terazisinde bunları dengelemekte oldukça hünerli genç yazar. Ensest, aldatma, eşcinsellik, taciz vb. içlek sorunsalları öyküye giydirişinde bile bir ustalık gözleniyor nitekim… Sonuçta biz dört genç yazarın, bu ilk öykü kitaplarında, gerçekliğe yaklaşımlarında farklı açılardan yola çıksalar da sonuçta bireyin arkasındaki yoğun, karmaşık ilişkilerden hareketle, toplumsal gerçekliğin de ayırdına varabiliyor, bu yönde enikonu sıkı bir çözümlemeye geçebiliyoruz. Gerçekten de günümüz genç öykücüleri, özellikle 1990’lardan bu yana belirgin yükseliş gösteren ilk öykü kitaplarında kendi yataklarını aramaya, seslerini bulmaya, özgünlük yakalamaya dönük çabalarla sürdürürken bu serüveni, 1950’de başlayıp 60’lara uzanan halkanın ardı sıra bireye, topluma yaklaşımda göz kamaştıran yeni bir kuşağın da ipuçlarını döşüyor aynı zamanda… Genç öykücüleri izlemek öykü severlerin de görevi olmalı! SAYFA 28 5 MAYIS 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1107
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle