04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D ellek Hastalıkları” üzerine derinleşen Fransız ruhbilimci Ribot’nun geliştirdiği kurama göre, yaşlılık bunamalarında uzak zamanlar anımsanır da yakın zamanlar unutulurmuş. Hıfzı Topuz’un anıları üzerine yazdığım bir yazıda “Bu kadar ayrıntıyı belleğin koruması olanaksız. Ama Hıfzı Topuz kısa notlar halinde günlük tutmayı alışkanlık edinmiştir” diyordum. (Cumhuriyet KİTAP, Melih Cevdet’li Anılar, 4 Kasım 2010) Kısa notlar uzak bir anıyı aydınlatabilir. Ayrıntıları işleyşen yazar belki de düşlem gücünden yararlanarak anılarını geliştirmeye çalışır. Anılarını yazan önemli bir kişiyse, onun tanıklığı nice gizli olayı aydınlatabilir. Ama kendini aklamaya çalışan bir tutum içindeyse, ister edebiyatçı olsun, ister siyasetçi, olayların akışını değiştirmeye çalışacaktır. Hangi olayların içinde yaşadıysa, nelere tanık olduysa en iyi onun anlatması gerekecektir. Gene de dönemin koşullarını iyi bilenler anıları daha nesnel olarak değerlendirebilir. Gerçekten inanalım mı bu anlatılanlara? Bir Rus atasözü diyor ki: “Bir görgü tanığı gibi yalan söylüyor.” Kimi zaman aynı konuları yaşadığımız kişilerin anılarını okurken bize yanlış gelen durumlarla karşılaşırız. “Bu olay böyle değildi. Kendine göre yorumlamış” der geçeriz. Ama anılar tarihe not düşmek anlamına geleceğine göre, yanlış düşülen not bizi gerçeklerden uzaklaştırmış olmayacak mı? GEÇMİŞİ YÜKÜ Haldun Taner’in anılara bakışı daha bir alaysamalı, daha bir acımasız: “Hatıra deyip geçmemeli. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğu gibi, her insanın da kendine, yaratılışına özgü bir hatıra yazışı oluyor. Kimi kendini dünyanın ekseni sanır, kendine bulaşan her olayı teller pullar sunar. Kimi yaşamındaki kompleksleri hatıralarında örtbas etmeye kalkar. Kimi dağınıktır, çenesi düşük bir kahve hatibi gibi, çağrışımdan çağrışıma atlayıp sahifeler doldurur. Kimi Türkiye tarihini kendi yaratmış gibi her siyasi olayın altında çıkar. ‘Ben demiştim de dinletememiştim, yazık oldu Türkiye’ye’ diye hayıflanır durur. Aklınca böylece tarihe geçer. Kimi, o dönemin tanıkları çoktan öldüğü için, alanı boş bulup olayları istediği renge boyar, atar da atar, mangalda kül bırakmaz” (MİLLİYET, Devekuşuna Mektuplar, “Yıllar Boşuna Geçmemiş”, 6 Mart 1977). (Haldun Taner’in “Bütün Eserleri”ni yayımlayan “Bilgi Yayınevi” “Devekuşuna Mektuplar” başlığı altında çıkan deneme tadındaki yazılarını da derlerse bu ilginç yazarı bütün yönleriyle tanımış olacağız.) Bir günün ayrıntılarında bile roman olmayı özleyen öyle olaylar, öyle davranış biçimleri gelişir ki, bunları tam olarak anımsamak kolay değildir. Demek ki sağlıklı bir bellek bile geçmiSAYFA 30 5 MAYIS eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN Gene anılardan yola çıkalım “B şin yükünü tam olarak taşıyamaz. Ama içinde yaşadığı olayları anımsamaya çalışan yazar kendiyle ödeşme gereksinimi içindedir. O zaman boşuna yazıklanmalardan kendimizi kurtarmış oluruz. Anılarını yazan bir siyaset insanı da olabilir. Bir sanatçı, edebiyatçı, gazeteci, bir kültür insanı da yazabilir anılarını. Kuşkusuz önemlidir onların tanıklığı. Sıradan bir insanın anılarından da alacağımız dersler vardır. Şeyh Galip’in dizesinden bakalım kendimize: “Hoşça bak zatına kim zübdei âlemsin sen!” İnsanı evrenin özü olarak gören Şeyh Galip, insandan umudumuzu kesmememiz gerektiğini anlatıyor bize. Adı pek bilinmeyen Tahsin Kavak (Çirkinçavuş Köyünden Bandırmaya Anılar’da Yolculuk) ile Jale Keskinkılıç’ın (İpin Ucu) anılarında bile yer yer insanı düşündüren, yaşamaya umutla bakmamızı kolaylaştıran incelikler var. Onları okurken insandan umudu kesmemek gerektiğine inanıyoruz. ANILARIN İZİNDE Peride Celal gibi geçen yıllara aldırmadan, okumuş kadınlara özgü inceliğini koruyan Ayşe Kulin ile Nazlı Eray da anılarını yazdı. Ayşe Kulin “Dürbünümde Kırk Sene” başlığı altında “Hayat” ile “Hüzün” diyerek 1941’den 1983’e kadar geçen zamanı anlatıyor. Günümüze doğru anılar süreceğe benziyor. Nazlı Eray anılarını “Tozlu Altın Kafes” soruları hazırlayan kişi, yazarın yaşamasıyla ilgili bütün ayrıntıları yeterince bilemez. Hem anıları yazmada bir biçem özelliği vardır. O biçem özelliğini “nehir şöyleşi”de korumak kolay olmaz. BİR KÜLTÜR KENTİ Selim Esen anılarını “Açık Çekmece” adı altında yazmış (AÇIK ÇEKMECE, AnıBiyografi Evrensel Basın Yayın, 2010). Kitabın adı bana “Gizli Çekmece” başlığı altında Ahmet Oktay’ın yazdığı anıları anımsattı. Anılar açıklandığına göre artık onun gizli bir yeri kalmıyor demektir. Selim Esen kim? O bir gazeteci. TRT’de değişik görevler üstlenen, haberyorum izlenceleriyle ilgi çeken, kendi isteğiyle erken emekliye ayrılan bir gazeteci. Yıllardır “Kuşadası Öykü ve Şiir Günleri”ni düzenliyor. Bu etkinlikleri kitaba dönüştürerek kalıcı olmasını sağlıyor. Bence, Bülent Nuri Esen gibi bir Ankara Hukuk Fakültesi öğretim üyesinin oğlu olması, Sultan Su gibi bir öykü yazarının eşi olması da Selim Esen’in iki olumlu yanı. Bülent Nuri Esen renkli bir kişilikti. TRT’nin siyahbeyaz olduğu dönemlerde, Ankara Tıp Fakültesi öğretim üyesi Rasim Adasal’la yaptığı coşkulu söyleşiler bir zamanlar çok aranırdı. Selim Esen anılarında özellikle Ankara’nın kültür tarihini anlatıyor. Bu anlatılanlar, kendini öne çıkararak benmerkezci bir anlayışla düzenlenen anılar değil. Yer yer içinde yaşadıkları olsa bile, belgelerden yola çıkarak, 60’lı yılların ortalarına doğru, layışla yazmaya çalışacağım (Sunu). Bir kültür kenti olarak Ankara’nın kişilik kazanmasında; “İkinci Dünya Savaşı” toplumundan “60 Eylemi” toplumuna kadar geçen o karmaşık dönemi iyi bilmek gerekir. Selim Esen de çocukluktan gençliğe doğru o dönemlerin içinde yaşadı. Nice tanıklıklardan yola çıkarak bilmediklerimizi öğretiyor bize. ULUS Selim Esen dönemin gazeteleriyle dergilerini de inceliyor. Hüseyin Üzmez, günümüzdeki olaylarla da adı anılan bir yazar olmasaydı, 1952 Kasımı’nda Ahmet Emin Yalman’ı öldürme girişiminde bulunmasına belki de değinilmezdi. Gene de bu yazarın geçmişindeki kirli işleri bilmenin yararı var. Ankara’da ellili yıllarda çıkan “Ülkü”, “Seçilmiş Hikâyeler”, “Türk Dili” gibi dergiler çağdaş edebiyatın gelişmesine yarayan birer kültür ortamıydı. Bu dergilerin çevresi, özellikle Türk Dil Kurumu, çağdaş kültürün oluştuğu yerlerdi. Bu yerlerin uzantısı meyhaneye çıkar. “Yeşil Fıçı”, “Üç Nal”, “Şükran”, “Kürdün Meyhanesi”, ayaküstü “Karpiç”, “Misuri”, “Körfez”, “Tavukçu” edebiyatçıların uğrak yeri olan içkili yerlerdi. O yıllarda Ankara’nın yüreği Ulus’ta atıyordu. Kentin değişimi en çok Ulus’taki değişimle ilgiliydi. “Ulus İş Hanı” yapılırken “Gazi Heykeli” 10 metre öne çekilmiş. Selim Esen, belgelere dayanarak değişimin ayrıntılarını gösteriyor. Bir kentin yaşama serüveni yalnız belleğe bırakılamayacak kadar çok yönlü değişim gösterir. Selim Esen, böyle bir değişimde, Şükran Lokantası’ndaki gizli polis Macar Mustafa’yı, Kürdün Meyhanesi’ndeki sivil polis Ali Haydar’ı bile unutmuyor. Selim Esen’in Ankarası yolları, yapılarıyla bir taş yığını değil, öyküleriyle yaşayan bir insan ormanıdır. “Garip Şiiri”nin, “Kırk Kuşağı toplumcuları”nın, “İkinci Yeni” ozanlarının Ankarası’dır. Siyaset çalkantılarının dışında, şiirin gücüne inanan bir “ölü ozanlar ormanı”dır Ankara. Metin Altıok, “Bir Ankara Prensi” olarak nitelendirmişti Cemal Süreyya’yı. “Cebeci Köprüsü”nden geçerken Cahit Külebi’yi anımsamak gerekecek. Türk Dil Kurumu’ndan Kızılay’a doğru Ceyhan Atuf Kansu ile birlikte yürüyeceksiniz. Şiirin de başkentidir Ankara. Selim Esen’in anılar Ankarası’nda akıl almaz ayrıntılar var. O iyi insan Arman Talay’ı kaç kişi anımsar bugün? Selim Esen’in anılarında, dönemin şarkılarıyla o şarkıları söyleyenlerin üzgün gülümsemesinden darbe girişimleriyle acımasız bir ortamı geçmenin çelişkileri de var. En ağır olayları yatıştırır gibi yavaşça anlatıyor Selim Esen. Bildiğimizi sandığımız olayların gerisinde bilmediğimiz neler varmış da haberimiz yokmuş. Herhangi bir yazarın kişisel yorumları, kendi tanıklığına öncelik tanıması insanı yanıltabilir. Gene de anılar tarihe düşülen birer not sayılır. Anıların izini süreceğimiz başka kitaplar da var. Onlara da sıra gelecek. Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: adı altında topladı. En üzgün olduğu durumda bile yüzünden gülümsemesi eksilmeyen, öyküleri ile romanlarında bize düşsel bir dünya hazırlayan yazar, anılarında çok daha gerçekçi. Edebiyata yön veren önemli yazarlardan biri de Ahmet Say’dır. Onu da, Nazlı Eray’ı da oldukça yakından tanıdım. Ahmet Say bir müzik yazarı olmanın ötesinde öncelikle edebiyat insanıdır. “Ağaçlar Çiçekteydi” adını verdiği anıları son 50 yıllık edebiyatımızın tanıklığını gösteriyor. Bu anı kitaplarına şöyle bir değinmek yetmez. Bunlar üzerinde ayrı ayrı durmak gerekecek. Sorular yumağı oluşturularak bir yazarın yaşama serüvenini anlatan “nehir söyleşi” anlayışı içinde düzenlenen anılar da var. Soruları düzenleyenin denetimi altında daha nesnel bir anlayışla anılar ortaya çıkmış oluyor. Gene de oluşturulan o soru yumağı yazarın denetimi altındadır. Yoksa elli yıl önceki dönemi aydınlatan anılar. Bu anlayış öne çıktığına göre Selim Esen’in “Açık Çekmece”si alıştığımız anlamda bir anı kitabı değil. Ahmet Say’ın “Kitap Üstüne Birkaç Söz” yazısında bu gerçeğin olumlu yönleri öne çıkarılıyor: “Bence bir anı kitabı, birey olarak insanın kendi sorunlarını, duygularını anlatmak amacıyla değil, hayatta olan bitenin dökümünü veren toplumsal olayları hatırlatarak okurun birtakım yaşanmış gerçeklerden ders çıkarmasına yol açmak amacıyla yazılır.” Selim Esen de bu anıları yazarken Ankara’daki kültür insanlarının tanıklığından yararlandığını anlatıyor: “...yaşama gözümü açtığım günden, ülkenin düşünce yaşamına katkı getirmeye başladığım günlere kadar, kendi açımdan önemli bulduğum kimi olayı, benim gibi Ankaralıların eşliğinde alçakgönüllü bir an Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1107
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle