04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mathias Énard’dan ‘Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara’ Hiç bitmeyen köprünün hikâyesidir Mathias Énard ödüllü romanı Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara ile Türkçede ilk kez Aysel Bora’nın çevirisiyle okurla buluşuyor. Roman, Leonardo da Vinci’nin de talip olduğu, Haliç’in iki yakasını bir araya getirecek olan köprü projesinin, Michelangelo ayağını anlatıyor. Yani, Michelangelo’nun bu proje için İstanbul’da geçen günlerinin bir dökümü niteliğini taşıyor. Öte yandan ise oryantalist tınılarla süslenmiş bir İstanbul panoraması da sunuyor. Ë Eray AK atih Sultan Mehmet’ten sonra tahta geçen oğlu “II. Beyazid köprüleri severdi. O dönemde imparatorluğunu oluşturan Asya’daki yirmi dört, Avrupa’daki otuz dört eyalete inşa ettirdiği sanat eserleri arasında şunlar sayılabilir: Osmancık’ta, Kızılırmak üzerindeki dokuz kemerli köprü, Sakarya üzerindeki on dört kemerli köprü; Saruhan’da, Gediz üzerindeki on dört kemerli köprü; Habur’da altı kemerli, Ermenistan’da Valta Nehri üzerindeki sekiz kemerli köprüler; Edirne yakınlarında, ordunun geçmesini sağlamak için on bir kısa ve sağlam kemerli köprü; yeniçeri ordusunun ya da diğer güçlerin yoluna çıkan daha az önem taşıyan akarsuların üzerine rastgele kurulan tahta köprüler bunların dışındadır” (s. 152). Köprüleri bu kadar seven Sultan’ın “köprü düşleri” elbet bununla da sınırlı değildi. En büyük hayallerinden biri Haliç’in iki yakasını bir araya getirecek bir köprü yaptırmaktı ve bunun için de gereken adımları attı. Yüzyılları aşan deha Leonardo da Vinci’ye bu köprü yapımı için bir teklifte bulundu. Aslında bu konu hakkında iki tevatür var. İlki, Leonardo’nun İstanbul’a bu köprüyü yapmak için “Ben kulunuz, İstanbul’dan Galata’ya uzanan bir köprü yapmak istiyorum” diyerek, 1502’de II. Beyazid’e mektup yollayıp bu projeye kendi talip olduğu. Diğeri ise 2001’de, da Vinci’nin yaptığı plandan yola çıkarak, Norveç’te üstgeçit olarak inşa edilen köprünün kitabesinde de yazdığı gibi, bu köprü projesinin II. Beyazid tarafından da Vinci’ye ısmarlandığı. Kim çağırmış, kim kabul etmiş… Aslına bakılırsa çok da önemli değil bunlar. Sonuç odaklı çalışarak hedefe doğru ilerleyelim. Nihayetinde bu köprü Haliç’in iki yakasını bir araya getirememiş. Dayanamayıp bu konuda da iki teSAYFA 24 5 MAYIS F vatürün bulunduğunu söyleyeceğim. Birincisi, dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük ve en güzel köprüyü inşa etmek amacındaki da Vinci’nin, kavis şeklinde İstanbul’dan Pera’ya 240 metre uzunluğundaki planını görünce, Sultan II. Beyazid’in projenin boyutlarından telaşa kapıldığı ve asla yapılamayacağını söyleyerek reddettiği. Öbürü ise Mathias Énard’ın kitabında da belirttiği gibi, Sultan’ın da Vinci’nin bu dev eserini beğenmediği ve hatta “çirkin” bulduğu, böylelikle de köprünün yapımına izin vermediği. Okuyucu olarak hangisine inanmak istediğiniz ya da araştırıp doğruyu bulmak size kalmış. Ancak II. Beyazid’in “köprü sevdası” bununla da sınırlı kalmamış. Rönesans’ın onulmaz dehasının planlarının o devir için “çöpe gitmesi” de onu durmamış. Leonardo da Vinci’nin yerine bu kez 1506 yılında, meşhur “Davud” heykelinin yaratıcısı Michelangelo Buonarroti’yi İstanbul’a davet etmiş. Bu konuda da iki tevatür olduğunu söylemeden edemem. İlki, II. Beyazid’in ünlü heykeltıraş Michelangelo’yu köprünün yapımı için İstanbul’a davet ettiği, fakat dindar Michelangelo’nun bu daveti kabul etmeyip Roma’da, Papa’nın yanında, çalışmalarına devam ettiği. İkincisi ise aslında çoktan tevatür olmaktan çıkmış, tarihi bir gerçeğe dönüşmüş. Hem de yakın zamanda Osmanlı arşivlerindeki, Michelangelo’ya atfedilen Haliç için bir köprü projesi ve odasında bıraktığı eşyaların dökümünü belgeleyen bir yazıyla. Yani, Michelangelo İstanbul’daymış. II. Beyazid’in hayalindeki köprüyü, da Vinci’nin talip olup kabul görmeyen köprüsünü, adını tekrar tarihe yazdıracak o hiç bitmeyecek köprüyü yapmak için. ORYANTALİST TINILAR Mathias Énard da aradan asırlar geçtikten sonra Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara ile bu hiç bitemeyen köprünün kısa bir hikâyesini anlatıyor bize. Énard, Michelangelo’nun İstanbul’da geçirdiği bir ayı, bu bir ayda yaşadıklarını, Sultan tarafından yanına verilen kişilerle hatıralarını, Batı’nın keskin zekâsı ve Doğu’nun dingin zarafeti eşliğinde, oryantalist tınıları asla bir kenara bırakmadan romanlaştırıyor. Aslında Mathias Énard’ın bu kitabına “roman” demek çok doğru olmaz, çünkü kitapta sağlam bir roman omurgası olmadığı çok açık. Daha çok bir anlatı Savaşları, ğu sayfada kendini belli ediyor. ÖZEL YAŞAMA DOKUNUŞLAR Michelangelo, tercümanı Manuel’den başka insanlarla da tanışır sonrasında, dostluk kurar. Bunlardan ilki Falachi. Kendisi çocuk yaşta korsanlar tarafından esir alınmış; şimdi ise Sultan’ın kölesi olduğunu gıpta ederek söylüyor. Sarayda yaşayan bir içoğlanı. Güçlü, saygın ve zengin. Diğeri ise kendisine ayrı bir parantez de açmamız gerekecek ünlü divan şairi Mesihî. Mesihî, Veziriazam Hadım Ali Paşa’nın himayesinde yükselmiş ve onun divan kâtipliğini yapmış bir isim. 15. yüzyılın en önemli şairleri arasında ve divan şiirinin kurucularından biri olarak gösterilir. Énard’ın bu kitabında kendisine çok önemli bir yer verilmiş. Michelangelo’nun İstanbul’da geçirdiği süre boyunca onun en yakın arkadaşı olarak metnin içine yerleştirilmiş. Hatta daha da ileri giderek söyleyelim: Michelangelo’nun, bu “pis kokulu Frenk”in içten içe âşığı. Onu zaman zaman kendi tutkusu olan meyhanelere sürükleyip işinden alı koysa da Michelangelo da ona karşı bir yakınlık duyuyor. Bunun nasıl bir yakınlık olduğunu ise kitaba saklayalım. Bunların dışında Michelangelo’nun özel yaşamına dair dikkat çekici ayrıntılarla da karşılıyoruz kitapta. Yakın tarihten önemli kişiliklerin bile özel yaşamları insanların ilgisini uyandırırken, tüm insanlığın sanat anlayışında gerçek bir imzası bulunan asırlık şahsiyet Michelangelo’nun özel yaşamından kareler görmek heyecanlı bir okuma deneyimi sunuyor. Mesela Michelangelo yıkanmaz ve insanlarla kolay kolay konuşmazmış. İçkiyle çok arası olmadığı gibi, koyu da bir dindarmış. Gerçekten ilgi çekici. Kitap hakkında ayrı bir parantez de “İstanbul” için açmak gerekiyor. On beşinci yüzyılın o dingin ihtişamının güzel bir yansıması sunuluyor kitapta. O yüzyılın insanları, yaşayışı ve İstanbul’da hayatın akışının adeta resmedilişi, eski İstanbul’a dair bir şeyler okumayı özleyenlere güzel bir selam çakıyor. Michelangelo bir gece yarısında sokaklarda, hırsızlık korkusu olmadan yürüyebilmesine şaşırıyor. Okurken ben de şaşırdım. İstanbul ne kadar değişmiş! Kitap bir diğer yönüyle de dünle bugün arasındaki farkları gözler önüne seriyor. [email protected] Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara/ Mathias Énard/ Çeviren: Aysel Bora/ Can Yayınları/ 156 s. Mathias Énard Kralları ve Filleri Anlat Onlara. Hatta, Michelangelo’nun İstanbul’da kaldığı zaman boyunca başkası tarafından tutulmuş bir güncesi niteliğinde. Ancak adı her ne olursa olsun, içinde İstanbul, da Vinci, ünlü divan şairi Mesihî ve Michelangelo bulunan bir “metin” okumak gerçekten keyif veriyor insana. “ (…) İstanbul o zamanlar çok farklıydı; daha çok Konstantinopolis olarak biliniyordu; Sultan Ahmet Camii’nin yokluğunda Ayasofya tek başına hüküm sürüyordu; Boğazın doğu yakası ıssızdı; Kapalıçarşı dünyanın dört bir köşesinden gelen turistlerin içinde kaybolup yutulacağı o muazzam örümcek ağına dönüşmemişti henüz. İmparatorluk, artık Roma İmparatorluğu değildi ama henüz imparatorluk da değildi; şehir Osmanlılar, Rumlar, Yahudiler ve Frenkler arasında paylaşılıyordu” (s. 13). İşte böyle bir zamanda, 13 Mayıs 1506’da Michelangelo İstanbul Limanı’na adımını atar. Kendisini bekleyen bir de Rum tercüman vardır: Manuel. Michelangelo’yu, Roma’dan İstanbul’a sürükleyen nedenler ise oldukça dikkat çekici. Papa’dan intikam alma hisleriyle II. Beyazid’in bu teklifini kabul ediyor. Papa II. Julius, sanattan çok savaşı düşünüyor çünkü ve ona kendini değersiz hissettiriyor. Ayrıca Papa’nın bir sene içinde verdiği paranın beş mislini, üstelik bir ay için veriyor II. Beyazid. Diğeri, belki de ilkinden daha önemli neden ise Leonardo da Vinci. Yukarıda da değindiğim gibi, da Vinci de bu köprü projesini yapmak istemiş, ancak başaramamıştı. Michelangelo da sürekli kıyaslandığı Leonardo da Vinci’den, “bunak” diye bahsettiği “büyük” sanatçıdan, köprüyü tamamlayarak üstün olduğunu kanıtlamak, tüm dünyaya bunu ispatlamak amacıyla İstanbul’a geliyor. Anlatı boyunca Leonardo da Vinci’ye karşı duyulan bu “kıskançlık” diyebileceğimiz duygu, ço 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1107
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle