Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y iliyorsunuz, geçen hafta, Rakı Ansiklopedisi üstünden “benim meyhanelerim” arasında bir gezintiye çıkmış, en son Kurtuluş’ta Despina’nın Meyhanesi’nde demlenmiştik. Bu hafta, ilkin, Kumkapı’ya uğrayalım diyorum. Bir süre önce, Ara Güler’in, 1952’de Jamanak gazetesinde yayımlanmış olan yazı dizisinden oluşan Kumkapı Ermeni Balıkçıları (Aras Yayıncılık) adlı kitaptan söz etmiştim. Güler, “kaderi balık ağlarıyla örülmüş” bir mahalleyi, Kumkapı’nın balıkçı köyü Acemdağı’nı anlatıyordu. Ansiklopedi’de de vurgulandığı gibi, bir zamanlar ağırlıklı olarak Ermenilerin yaşadığı Kumkapı’nın ahalisi eskiden beri kayıkçılık ve balıkçılıkla uğraşagelmiştir: “Kumkapı dalgakıranı arkasındaki barınaklara yerleşen balıkçıların mesken tuttuğu balıkçı meyhaneleri ise semtin bir başka karakteristik özelliğiydi. Tuttukları balığın bir kısmıyla buralarda demlenen balıkçılar, geri kalanını Eminönü Balıkpazarı’na götürürlerdi. Balıkçı meyhanelerinde yapılan balık, karides, midye, tarak, sübye, pavurya son derece lezzetliydi. Yakın zamanın ünlü meyhanecilerinden Kör Agop’u da buradan ‘tahsilli’ mekâncılar arasında anmakta fayda vardır.” Evet, Kör Agop’suz bir Kumkapı gerçekten de düşünülemez. Agop İnciyan, Kumkapı’nın balıkçılıktan meyhaneciliğe uzanan geleneğinin son temsilcisiydi belki de. Rakı Ansiklopedisi’nin de kaçınılmaz maddelerinden biri Kör Agop: Balıktan döner dönmez her akşam soluğu meyhanelerde aldığı için para yetiştiremeyince, 1938’de teknesinin yanı başında kendi meyhanesini açmış. 1950’lerde sahil yoluna asfalt dökülünce, Agop “karada” bir meyhane arayışına girmiş. Kumkapı’da 16 dükkân değiştirdikten sonra, bugün hâlâ yerli yerinde duran dükkânını bulmuş. Ansiklopedi’deki maddeyi kaleme alan Çiğdem Öztürk, “Heyhat,” diyor, “kendisi burada bir yudum rakı içemeden 69 yaşında hayata gözlerini yumdu…” Kör Agop, 1968’de, İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda okuyan bizler için de bir süreliğine “okul” olmuştu. Murat Belge asistandı o sıralar. Murat’tan, “ihtiyari” de olsa bir “Günümüz Türk Şiiri” dersi koymasını istemiştik, o da kabul etmişti. Her hafta bir şiir kitabı ele alınıyor, ama kitabı bizlerden biri anlatıyor, Murat da dersi yönetiyordu. İkinci Yeni’nin görkemli günleriydi. Edip Cansever’den Çağrılmayan Yakup, Cemal Süreya’dan Göçebe, İlhan Berk’ten Âşıkane… Ne ki, bahar gelince, Murat’ın odasında yapılan dersler nasıl olduysa Kumkapı’ya, Kör Agop’a taşındı. Eh, bahar, rakı sofrası ve şiir bir araya gelince ne olur! İnsan aşka yerçekiminden düşecek değil ya… SAYFA 24 ŞUBAT eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr “Rakı Ansiklopedisi’inde Kumkapı’dan Arnavutköy’e, Arnavutköy’den Asmalımescit’e bir gezinti Cansever, Muzaffer Buyrukçu, Ergin Ertem’in adlarını anıyor; ama Haydar Saka’nın Amerikan barın müdavimi olduğunu, Ahmet Cemal’in bir şiirinde Asmalımescit ve Nil’i andığını eklemeden de edemiyor: “Asmalımescittendir kafakâğıdım; / Nil Lokantasında yazıldım okula, / on masalı birinci sınıfım…” AMİRAL GEMİSİ Asmalımescit dendiğinde, bana sorarsanız, “amiral gemisi” Refik’tir. Kaldı ki, Rakı Ansiklopedisi’nde de, “Meyhanenin dümen başından yaz kış ayrılmayan, masa masa gezip hal hatır soran kaptanı Refik Arslan, 1938’de pastacılarıyla meşhur Hemşin’den çıkıp İstanbul’a geldi,” deniyor. Refik’in, Fischer Lokantası’nda bulaşık yıkayarak başladığı serüven şef garsonluktan geçerek, 1957’de kendi meyhanesini açmasıyla doruğuna ulaşmış: “Gündüzleri tencere yemeği çıkartan lokanta, geceleri meyhane olarak hizmet verdi… Refik’in mutfağından çıkanlar arasında hamsi, kuzu sarma, yaprak ciğer, tereyağlı mantar ve gül işkembe el üstünde tutulur…” Refik’e 1970’lerden beri “devam ettiğimi” söyleyebilirim. Kuşkusuz, pek çok anı var. Ama yakın zamanlara kadar, haftanın en az üç günü, Ferit Edgü ve Samih Rifat’la yediğimiz öğle yemeklerini anmadan geçemem. Zaman zaman Sencer Divitçioğlu ve Murat Katoğlu’nun da katıldığı bu yemeklerin tadı bir başkaydı. Samih bizi bırakıp gitti… Edgü, yıllardır “keyfini sürdüğü” Botter Apartmanı’ndan taşınmak zorunda kaldı. Eh, ben de Galatasaray’daki Can Yayınları’ndan Şişli’deki Cumhuriyet’e taşındım. Refik öğleleri sürmüyor o yüzden… Refik’ten hemen Yakup’a geçmemiz gerekiyor. Yakup’un meyhanesi, bugün artık Asmalımescit’in simgesi nerdeyse. Benim Yakup müdavimliğim yirmi yıldan fazladır herhalde. Ama 1980’lerde vakti kerahet geldiğinde çevresinde buluştuğumuz o yuvarlak masa yok artık. Aydın Emeç, Çetin Özbayrak, Selçuk Batur, Mehmet Sönmez de yok. Ekip dağıldı. Yakup’u Yakup yapan masalardan biri olan o yuvarlak masanın “esas elemanları” şimdi duvarlardaki fotoğraflarda… Ansiklopedi’de, Edip Cansever’in “Çağrılmayan Yakup”undan yola çıkılarak, “Asmalımescit’te amcası Refik Arslan’ın mekânı Refik’te bir ‘çağrılmayan’dı Yakup,” diye yazıyor. “O yıllarda, çağrılmasa da her masanın gözetmeni, jandarması, hatta karakolu… Amcasının yanında acemi eğitimini tamamladıktan sonra ‘çağrılmayan’ libasından soyunup ‘taife’sini Yakup’a çağırır oldu…” Lefter’in Vasili, gecenin sonuna doğru, “Hadi beyler, vakit tamam!” diye başlardı seslenmeye. Yakup’un ise, malum, “Hadi beyler, yay vaziyetleri!” meşhurdur. Şimdi düşünüyorum da, demek, 1960’lardan şimdilere hep gecenin sonunu bulmuşuz şu meyhanelerde… İnsan, “Vakit tamam!” denmeden ya da “Yay vaziyetleri!” çekilmeden kalkmasını bilmeli belki de… “Eh, hadi ben kalkayım bari!” demeden, muhabbete Cavit’le noktayı koyayım. Son yıllarda Asmalımescit’te Asmalı’ya devam ediyorum. Cavit’in Asmalı’sına. Cavit de, Refik ve Yakup gibi Hemşin taifesinden. Sağlam geleneği sürdürüyor dükkânında... B 2010 yazında Yakup. Kumkapı’da Minas’a ve Üçler’e de az gitmedik. Ama Kumkapı’da, özellikle 1980’li yıllarda Nihat’a gider olmuştuk. Aydın Emeç’ten öğrenmiştim orayı. “Kumkapı’da en sağlam yer burasıdır,” demişti Aydın. Benim gittiğim yıllarda Nihat hayatta değildi, Kâzım işletiyordu meyhaneyi, ama gelenek sürüyordu. O günlerde yaban ellerde can çekişen Minas’ta meze diye salam verilirken, Kumkapı’nın orta yeri yoz bir eğlence meydanına dönmeye çoktan başlamışken, Nihat, sokak içindeki mekânında, sessiz sakin, varlığını korumaya çalışıyordu. OLAĞANDIŞI BİR SAHNE Kâzım, öyle her çalgıcıyı Nihat’ın kapısından içeri sokmazdı. Müşterilerden biri isterse, kimse de ses çıkarmıyorsa, içeri alınırdı çalgıcılar. Müşterilerden biri isterse deyince, olağandışı bir sahne geliyor aklıma: Haftada en az bir akşam otuzlarında hoş bir kadın gelirdi Nihat’a. Tek başına. Masayı donattırıp rakısını yudumlamaya başladıktan sonra, Kâzım’dan çalgıcıları çağırmasını ister, onları yan masaya oturtur, onlara da rakı ve meyve getirtirdi. Özellikle “Seni sevmeyen ölsün”ü çaldırır ve kendisi söylerdi. Ama bir farkla: “Beni sevmeyen ölsün” diye... Arnavutköy… Bir zamanlar meyhaneden geçilmeyen Arnavutköy… Kaptan’a, Ayazma’da Neşe Meyhanesi’ne gitmişliğimiz de çoktur; ama 70’lerden başlayarak, özellikle 80’lerde Kuyu’nun müdavimlerinden olduğum söylenebilir. 1950’lerden beri orada Kuyu. Başlangıçtaki Rum sahibini hiç tanımadım. Sonradan Atina’ya göç etmek zorunda kalanlardan. O sıralar Pire’de, eski Türk Limanı, şimdiki Mikrolimano’da açmış Kuyu’yu. Şimdilerde ise Pire’deki Kuyu yok artık. Arnavutköy Kuyu devam ediyor. Kazıklı Yol yapıldıktan sonra içeride kaldı. Ara sıra uğruyorum… Kuyu, Rakı Ansiklopedisi’nin “Arnavutköy” maddesinde yeri almış. Ama bence, yarım yüzyıllık geçmişiyle, Arnavutköy’den Mikrolimano’ya uzanan öyküsüyle ayrı bir madde olmayı hak eden meyhanelerden… Büyükada, bir anlamda, esas memleketim… Doğar doğmaz Büyükada’da bulmuşum kendimi, Maden’deki Gözlü Ev’de. Şimdi Milto’nun, Milano’nun, Façyo’nun kapısından girmeye kalkarsak, o kadar çok anı canlanır ki sayfalar yetmez. O yüzden, diyelim bugün Lodos fırtınası var, vapurlar çalışmıyor… İyisi mi, Arnavutköy’den bir arabaya atlayalım, Tepebaşı’nda Pera Müzesi’yle Pera Palas arasında bir yerde inip Asmalımescit’e doğru adımlarımızı açalım. Bugün Yakup’ta oturup içenlerin kaçı, bir zamanlar hemen hemen aynı yerde Nil Lokantası diye bir yer olduğunun ayırdındadır, bilmem. Benim Asmalımescit’e yazılmam, lise yıllarında Nil Lokantası’yla başlamıştır. Giriş katından ahşap bir merdivenle genişçe asma kata çıkılır, oradan küçük bir “gizli bahçe”ya geçilirdi. Bu arka taraftaki bahçe, hele yazın oturup dış dünyadan tümüyle koptuğumuzda, bana büyüleyici gelirdi. Rakı Ansiklopedisi’nde, Sennur Sezer, “Şnitzeli lezzetliyse de taskebabı benzeri et sotesi paylaşmaya daha uygun bulunduğundan, gruplarca tercih edilirdi,” diye yazıyor. Sennur Sezer, üst katın müdavimleri arasında Selahattin Hilav, Ömer Uluç, Sevim Burak, Ahmet Oktay, Yüksel Arslan, Adnan Özyalçıner, Ferit Öngören, Demir Özlü, Leyla Erbil, Edip Kör Agop’un Kumkapı’daki meşhur meyhanesi. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097