29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Oya Baydar ve Melek Ulagay ile ‘Bir Dönem ki Kadın’ üzerine Oya Baydar ve Melek Ulagay... Dünyanın ve Türkiye’nin, 1940’lardan günümüze uzanan macerasına tanıklık etmiş, tanıklıkla kalmayıp olayların içinde yaşamış iki kadın. Gençliği, umudu, devrimci mücadeleyi, sol örgütleri, hapishaneleri, işkenceleri, sevdiklerini yitirmenin acısını, mülteciliği, sürgünü, eve dönüşleri, İstanbul’dan Filistin kamplarına, Güneydoğu’dan Avrupa kentlerine savrulan yaşamlarını anlatıyorlar. 27 Mayıs’a, 68 olaylarına, solun yükselişine, 1 Mayıs’lara, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerine, katliamlara, Kürt hareketinin başlangıç günlerine, kontrgerillaya, Ortadoğu’da Amerika ve İsrail’in Filistin halkını yok etme planlarına, Doğu Bloku’ndaki yaşama, Berlin Duvarı’nın yıkılışına, sosyalist sistemin çöküşüne, yakın tarihin daha nice olayına tanıklık etmişler. Günümüz Türkiyesi’nde ve dünyada adları bilinen, bugün hâlâ önemli konumlarda, siyaset sahnesinde ya da yaşamın türlü alanlarında karar noktalarında olan pek çok insanı yakından tanımışlar. Dostluğu, yoldaşlığı, sevgiyi, aşkı, örgüt ve parti içi sorunları yoğun duygularla yaşamışlar. Ve şimdi kendileriyle, geçmişle, tarihle hesaplaşarak o günleri anlatırken, geleceğe sesleniyorlar. “Umarız devamı gelir, başkaları da kendi aynalarını tutarlar tarihimize” diyorlar. Oya Baydar ve Melek Ulagay “Bir Dönem İki KadınBirbirimizin Aynasında” kitabını anlattılar. Ë Gamze AKDEMİR ir Dönem, İki KadınBirbirimizin Aynasında” sadece son altmış yıla tanıklık etmiş iki kadının birbirleriyle yaptıkları bir nehir söyleşi değil. Aynı zamanda, devrimci mücadelenin, sol hareketin, yakın tarihteki ayrışmaların, buluşmaların da birlikte hatırlanması değil mi? Çok doğru ama bir ek yaparsak; aynı zamanda geçmişin bizim gözümüzden, bizim aynamızdan sorgulanması, o geçmişle yüzleşmek... Farklı duygular ve dürtülerle, farklı ortamlarda ama aynı amaca doğru, paralel çizgiler gibi kesişmeden akıp geçen iki yaşam, iki kadın hikâyesi bizimki. Böyle bir kitap yapma fikri kimden çıktı? Proje Oya’nın fikriydi, ben hatta bir süre direndim. Yıllar sonra karşılaştığımızda birbirimizi çok uzaktan izlediğimiz uzunca bir dönem vardı aradaki açığı geçmişi konuşarak kapatmaya çalıştığımızı fark ettik. Bir gün Oya bu konuşmalarımızı, öyle olduğu gibi, en içten halimizle kitaplaştırırsak özellikle gençlere yararlı olabileceğini söyledi. Gençler, geçmişin nasıl yaşandığını bilmedikleri için bugünü de anlamıyorlar ya da yanlış anlıyorlar. Darbeden darbeye savrulan biSAYFA 24 ŞUBAT “B zim nesildekiler çeşitli nedenlerle sustular ya da hep iktidar konumlarından konuştular. İnsanı değil, siyaseti anlattılar. Bir de şu vardı kafamda: Melek’le ben, sınıf, eğitim, çevre, sol hareket içindeki yerlerimiz açısından çok farklıydık. İçinde yer aldığımız sol partiler, örgütler, birbirinin neredeyse düşmanıydı. Ama sonra bir yerde buluştuk, birleştik. Yıllar yıllar sonra, kendi içimizdeki o kıyasıya mücadelenin anlamsız olduğunu, bir sürü yanılgıdan kaynaklandığını fark ediyorsun. Yaşlandıkça değil ama yaşadıkça, bir sürü badirelerden geçtikten sonra... Kitap ortaya çıkınca, iyi ki yapmışız dedim. Her ikimiz de “kendi gerçeğimizi”; yaşadıklarımızdan, duygularımızdan, anılarımızdan oluşan öznel gerçeği aktardık birbirimize. Yaşadığımız bir dönemi, kendi aynalarımıza yansıyan yüzüyle anlattık. Bazen güldük, bazen hüzünlendik, çokça düşündük, kendimizi sorguladık. Bizim yaşadıklarımıza benzer şeyler; hatta çok daha ağırlarını ya da çok daha ilginçlerini yaşamış binlerce, on binlerce insan var bu ülkede. Biz “Birbirimizin Aynasında” konuşurken, bir yolu da açmak istedik. Türkiye’de ve dünyada solun durumu, bölünmüşlüğü, geniş kitlelerden kopukluğu, kimilerine göre de yenilgisi üzerine çok yazılıp çizildi. Ama bunların çoğu iktidar konumundan bakan erkek egemen gözün gördükleriydi. Tarihi sadece erkekler yazmamalı; tarih, erkeklerin insandan çok siyasete odaklı resmi tarihi olmamalı, diye düşündük. İlk karşılaşmanızdan başlayalım. Doğu Perinçek sizinle Ulagayların evinde görüşmek istiyor. Melek Hanım’la ilk orada karşılaşıyorsunuz. Evet, 1968’in son günleri, “Türkiye’de İşçi Sınıfının Doğuşu” konulu, doktora tezimin siyasi kimliğim nedeniyle iki kez reddedildiği günlerdi. Aynı zamanda da gençlik hareketinin, devrimci hareketin en heyecanlı günleri. Deniz Gezmiş’in başını çektiği öğ renciler doktoramın reddini protesto için rektörlüğü işgal ettiler, ben de üniversiteden ayrılmak zorunda kaldım. Sol harekette ayrışmaların, bölünmelerin, kavga gürültünün ayyuka çıktığı bir dönemdi. O sırada işte Doğu Perinçek benimle görüşmek istemiş. Buluşma da galiba Melek’in annesinin evinde ayarlanmıştı. Melek’i ilk o gün sadece birkaç dakika gördüm. Çok güzel bir genç kızdı. O buluşmadan aklımda tek kalan Melek’in güzelliği. Rektörlüğü işgal eden öğrenciler arasında ben de vardım, İngiliz Filolojisi’nde okuyordum. Başımızda Deniz, yürüyün dedi, yürüdük! Bir heyecan, bir coşku, bir de komik olaylar yani film gibiydi gerçekten. Kitapta, çocukluğunuzdan başlayarak ailelerinizi de anlatıyorsunuz. Türkiye’nin toplumsal çeşitliliğini, bir göç ülkesi olduğunu, farklı sınıfların ve katmanların yaşamını da izliyoruz bir yandan. Böyle bakınca ikiniz arasında temel farklılıklar çıkıyor ortaya. Melek, Cumhuriyet burjuvazisinden Ulagayların kızı. Benim babam subay, o zamanlar subaylar ekonomik olarak ortaalt katmanlarda yer alırlardı. Melek’inki geniş bir aile, benimki ise tipik çekirdek aileydi. Üstelik tek çocuktum. Melek’in aksine yalnız bir çocukluk geçirdim. İkide bir babamın tayini çıkıyor; orada burada, Anadolu’da gezip duruyoruz. Daha çok köylerde, küçük kasabalarda, askeri garnizonların çevresinde yaşardık. Eğitimlerimiz de farklı. O kolejli, yani AngloSakson eğitimi; ben Dame de Sion’lu, yani dinsel anlamda olmasa da davranış olarak katı Katolik eğitimi: “Başkaldırma, otoriteye itaat et ve “önce vazife”. Ailelerinizin siyasal eğilimleri de farklı kitaptan çıkardığım kadarıyla. Sizin babanız Demokrat Parti eğilimli galiba, Melek Hanım’ın ailesi CHP’li. Babamın DP’li olduğunu söyleyemem; karşı olduğu Halk Partisi’nin o yıllardaki tek parti yarı dikta rejimi ve vesayetçilikti. 1950 seçimlerinde DP’nin “Yeter! Söz Milletindir” afişini çok sevdiğini hatırlıyorum. İnönü’den hiç hoşlanmazdı; neden diye sorulduğunda, “Şeflerden hazzetmem, hele de millilerinden ve ebedilerinden hiç,” derdi. Atatürk’ün askeri deha olduğunu, çevresindekilere birkaç numara büyük geldiğini kabul ederdi. Ama mesela Mustafa Kemal’den, “Kemal de o işleri öyle yapmasaydı, etrafındaki dalkavuklara kapılmasaydı keşke; adamı çevresi diktatör yaptı,” gibi eşitlik ilişkisi çerçevesinde söz ederdi. Anneme gelince, Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerindendi, 93 yaşında ölene kadar koyu, hatta bağnaz bir laikcumhuriyetçi olarak kaldı. Bizimkiler hep CHP’liydiler. Cumhuriyet burjuvazisi: Batılı değerler, Batılı yaşam biçimi... Annemle babamı balolarla, uzun tuvaletler ve smokinlerle, eğlencelerle, rahat, zengin bir ortamda hatırlıyorum. Cumhuriyetin yetiştirdiği bir nesil onlar, işlerin büyümesi, o küçük laboratuvardan büyük bir ilaç fabrikasına geçilmesi de Cumhuriyet döneminde. İki aileyi de kitapta kökenleriyle anlatıyorsunuz... Evet, bunu özellikle yaptık. Türkiye’nin çeşitli kökenlerden, çeşitli yerlerden gelmiş insanların ortak toprağı olduğunu göstermeye çalıştık. Fırça darbeleriyle de olsa, toplumsalsınıfsal ortamı yansıtmak istedik. Bir de, siyasal olaylarla ¥ 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle