29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner imzalı bir stanbul kitabı İ Gün geçtikçe karmaşıklaşan ve mahşeri hızda kalabalıklaşan İstanbul’da yaşayanlar ne yazık ki kentin simgesi olmuş pek çok anıtın ve yapının kimliğinden habersiz. Sennur Sezer ile Adnan Özyalçıner’in birlikte hazırladıkları, iki ciltlik “Öyküleriyle İstanbul Anıtları” tam da bu nedenle İstanbul’un kültürel yapısında önemli bir yeri olan bina ve anıtları bugünkü kuşaklara tanıtma ihtiyacından doğmuş. Adnan Özyalçıner ile “Öyküleriyle İstanbul Anıtları”nı konuştuk. Ë Özge SİBERİS asıl karar verdiniz... İnanılmaz bir araştırma ve bir iddia öte yandan... Keyifli, gönendirici olduğu kadar zorlu bir serüven de kuşkusuz iki ciltlik bu kitabı hazırlamak. Kitap tasarısı Sennur Sezer’e ait, proje danışmanı ve yapımcısı da Sennur Hanımdır. Daha önce çocuklar için yazdığım “Anıtların Öyküleri” kitabım bize yol gösterdi diyebilirim. Orada Beyazıt Kulesi, Galata Kulesi, Süleymaniye Camisi, Ayasofya Camisi gibi anıtlar sonra Boğaz Köprüsü öyküleriyle anlatılıyordu çocuklara. Ayrıca daha önce Sennur Hanım ile birlikte “Üç Dinin Buluştuğu Yer İstanbul” diye bir kitap yayımlamıştık. O kitapta da camileriyle, cemevleriyle, kiliseleriyle İstanbul’u anlattık. Kültür renkliliğini içeren, İstanbul’daki halkların azınlıklarla beraber nasıl barış içinde yaşadıklarını anlatan bir kitaptı. Yani “Üç Dinin Buluştuğu Yer” ve “Anıtların Öyküleri” kitaplarından gelen bir ön hazırlığımız vardı, böyle olunca bunu geliştirelim, bunun içine, surları, kaleleri, sarayları, yalıları alalım ve öyküleriyle anlatalım diye düşündük. N Roman gibi okunabilen bir kaynak kitap niteliğinde “Öyküleriyle İstanbul Anıtları”. Samimi bir paylaşımdı amacımız, yoksa alın bir rehber kitap, örnekleri var da var. İlk cilde Surlardır İstanbul’u kuşatan adını verdik ve suriçi İstanbul’unu anlattık. Buna “Nefsi İstanbul” derler yani “asıl İstanbul”. İkinci cilt, Topkapı Sarayı’ndan limana ve limandan Beyoğlu’na, Boğaz’a, Üsküdar’a, Kadıköy’e ve Adalar’a kadar bir yöreyi kapsıyor. TAŞTAN, ETTEN VE KEMİKTEN İSTANBUL! Anlatılanların hepsi gerçeğe mi dayanıyor çünkü hani söylenceler de var.. Çoğunluğu tarihi gerçeklere dayanıyor ve tabii söylenceler de var, kimisi şehir efsanelerine dayanıyor. Yapılar tuğlasıyla, taşıyla, betonuyla bir şey söylüyor ama öyküler o yapıların nasıl yaşama katıldığını vurguluyor. Öyküleri tarihsel gerçekleriyle güçlü bir bütün oluşturuyor. O taş gibi gördüğümüz yapı canlı bir hale geliyor, ruh kazanıyor. Kendisini yaşam içinde sadece bir tarihi eser olarak değil bir varlık olarak tanımlıyor böylelikle. Ve bu varlığı bitmiyor, aynı anlamda bugün de devam ediyor ve eski öykülerinin üzerine yeni öyküler yükleniyor. İstanbul biliyorsunuz tıpkı Troya gibi uygarlıkların kat kat olduğu bir kent. Mesela ÜsküdarMarmaray Projesi yapılırken meydan biliyorsunuz açıldı. 1700’lerden 300 dükkanlı bir çarşı çıktı. Çarşının bir metre altında da Bizans yapıları çıktı. Katmer gibi. Yenikapı yine Marmaray’da açıldığı zaman Bizans limanı çıktı, limanın altında da ilkçağ insanlarının kalıntıları, eşyaları çıktı. İlkçağdan itibaren bir İstanbul yani... Çoğu yitmiş, anlatılmamış, gözden kaçırılmış enterasan anektodlar da öğreniyoruz okurken... Evliya Çelebi’nin anlattıkları, Mimar Sinan’ın anıtları biçimleyen hissiyatı... Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonraki ilk imar eylemi surların yeniden onarılması olmuş gibi... Ayasofyanın kapısı ve kubbesine ilişkin söylenceler öte yandan.. Fatih İstanbul’u aldığı zaman biliyorsunuz Edirnekapı’dan giriyor şehre. Edirnekapı da en yüksek tepesi. Fatih oradan İstanbul’a baktığı zaman çok 2011 hoşuna gidiyor ve ondan sonraki dönemlerde de Bizans yapıların olduğu yerler korunuyor. Sultanahmet’ten Edirnekapı’ya giden bir ana yol vardır Bizanslıların “Mesa yolu” dedikleri, o yol halen mevcut, halen anayoldur. Bugünkü gibi kentin altını üstüne getirmek değil kenti korumak içgüdüsüyle hareket etmişler. Düşünün Hipodrom heykelleriyle, anıtlarıyla birlikte olduğu gibi korunmuş. Hipodrom demişken belirtmeliyim; imparatorluk sarayı bizim bugünkü Sultanahmet Camisi’nin olduğu yerde, altı da biliyorsunuz arasta diye kullanılıyor şimdi, çini müzesidir. Orası da imparatorluk sarayının kalıntısıdır. İmparatorluk sarayının hipodromla şöyle bir ilişkisi var, saraydan hipodroma bir tünel var, hipodromda günde 6 kez at yarışı yapılıyor, imparator da gelip seyrediyor. Ama onun dışında Marmaray kazısı yapılırken Yenikapı’daki liman ortaya çıktığı zaman bir şey daha görüldü. İmparatorluk Sarayından oraya gizli bir tünel daha varmış imparatorun ve ailesinin güvenliği gerekçesiyle, işte savaşlar, işgaller, saldırılar falan olunca kurtulabilsin diye. Oradan kaçarak Yenikapı’ya ulaşacak, iskeleden gemiye binip uzaklaşabilecek. Böyle ilginç hikâyeler, bulgular var. BİZANSOSMANLI İÇ İÇE Mesela benim de mezunlarından olduğum İstanbul Erkek Lisesi eski Düyunı Umumiye binasıydı. İstanbul Erkek Lisesi bir mahzenin üstündedir. Hatta derler ki bu mahzenden girildiği zaman Sultanahmet’e çıkılırdı. Babıali’de birçok yapının altı mahzendir. Eski Akşam gazetesinin bulunduğu sokağın oradaki birçok küçük matbaalar o aşağı mahzenlere kurulmuştur. Yani Bizans’la, Osmanlı, Osmanlı’yla Bizans hepsi iç içe yaşadı ve hâlâ da iç içe yaşıyor bu şehirde. Fatih Topkapı Sarayını yaptırmış, Sarayburnu’nun üstündeki Zeytinlik Tepesi’ne. Ama Zeytinlik Tepesinde de Bizans’tan kalma su yolları, künkler falan var, Bizans da kullanmış orayı. Fa tih o tepeyi çok stratejik bir nokta olarak seçmiş çünkü bütün İstanbul göz önünde, Boğaz, Marmara, Haliç... Fatih oraya Topkapı Sarayını yönetim sarayı olarak yaptırmış. Geceleme sarayı ise Beyazıt’ta bugünkü üniversitenin merkez kampusunun olduğu yerde. Onun adı Eski Saray. Eski Saray da bir Bizans yapısı üstünde hatta Beyazıt Kulesi’nin kaidesi Bizans’tan kalma bir taştır. Yönetim Sarayını ayrı yapmış, kalma sarayını ayrı yapmış. Sonradan eski saray yıkılınca hepsi Topkapı’da toplanmış. İstanbul’un ünlü sarnıçlarını ele alırsak, büyük sarnıçları var. Açıkhava sarnıçları var mesela üç tane. Biri Karagümrük’te şimdi orası Vefa Stadı, bir tanesi Sultanselim’de, bir tanesi de Şehremini’nde. Öteki sarnıçlar bir tanesi Binbirdirek, bir tanesi Sultanahmet’teki Yerebatan Sarnıcı, bir tanesi de belediye binasının hemen arkasındaki Şerefiye Sarnıcıdır ki yeni onarılıyor. Onun dışında Bozdoğan Kemerinin altındaki sarnıç var o da onarımda. Sonra İstanbul’un 55 kapısı var, ayrıntılarıyla yer verdik kitapta yine. Yine Osmanlı söylencelerinden işte Ayasofya üzerine olanlar var, kubbenin kutsanması düşmemesi için. Ayasofya’nın giriş kapısının Hz. Nuh’un gemisinin tahtalarından yapıldığına inanılması ve gemicilerin sefere çıkmadan önce kapının önünde iki rekat namaz kılması... Sonra Ağlayan Direk mevzusu... Evliya Çelebi’nin ayrıca Ermeni yazar Eremya Çelebi’nin İstanbul üzerine anlattıkları da yer alıyor kitapta. Camileri, kiliseleri, sinagoglarıyla İstanbul’u okurken herbirine eşit pay ayrıldığı görülüyor. Biribirine baskın değil kitapta, Şahkulu Camisi’ni okurken Neve Şalom Sinagogu’nu da okuyoruz aynı kapsamda... Tabii ki buna özen gösterdik. Aynı şekilde Galata Mevlevihanesi’ni anlatırken Galata Sinagogu’nu da anlattık. Tarih boyunca insanların nasıl birlikte yaşadıklarını, hâlâ da nasıl birlikte yaşamaya devam ettiklerini inceleyerek anlattık. Ve birbirlerinin öykülerinde nasıl yer aldıklarını, ortak öykülerini de anlatarak. HAİN ŞAH, HİN SİNAN! Yalıların öyküleri de çok ilginç... İçli öyküsüyle Çengelköy’deki bir Sadullah Paşa Yalısı mesela... Sadullah Paşa padişahın çok muteber paşalarından biri, sürekli saraya davet ediliyor. Fakat Sadullah Pa¥ şa’nın bir suçu var Meşrutiyetçi, SAYFA 24 ŞUBAT CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle