29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ë Sevda ŞENER itapta anlatılan olay, o tarihlerde gazetelere de yansımış. Önemli olan, büyük bir değişim sürecini yaşamış olan Faik Byrns’ün, bu değişimi ve gelişimi anlatırken her aşamada içine düştüğü ikilemler üzerinde de durması; kendine, “Doğru olan nedir” diye sorması. Çok küçük yaşta annesini kaybeden, babasının ilgi göstermediği, anneannesinin koruyucu, kollayıcı sevgisiyle ayakta kalmayı başaran, her çeşit ayak işinde çalışarak yaşama tutunan küçük Faik Özyeşil, bir anda varsıl ve şefkatli bir ailenin korunaklı yuvasında, küçük kardeşiyle birlikte güven içinde yaşayan Faik Byrns’e dönüşmüş, bu dönüşüme ayak uydurmuş. Faik Byrns’ün bundan sonraki inişli çıkışlı yaşam serüveni keskin dönemeçler, düşündürücü kararlar ve eylemler içeriyor. Bir yaşama biçiminden ötekine geçişin yarattığı örtük sarsıntının yazarın yaşamı boyunca karşılaştığı her yeni durumda etkisini gösterdiğini görüyoruz. Bu bakımdan Hayalden Öte’yi, yalnızca birbirinden farklı olayları barındırdığı, insanı hep şaşırttığı, eylemlerin kimi sonuçları bakımından düşündürdüğü için ilgiyle okunacak bir özyaşamöyküsü olarak değil, iki farklı kültür arasında sıkışmış duyarlı bir insanın kimlik arayışı olarak da değerlendirebiliriz. Faik Byrns yaşadıklarından ve anımsadıklarından yola çıkarak genel sonuçlara varıyor. Hem küçük yaşta annesini yitirmenin ve sefaletin acısını çekmiş hem de anneannesinde ve Amerikalı ailesinde şefkati tatmış bir insan olarak yücelttiği K Faik Byrns’ten gerçek bir öykü Gerçek yaşam serüvenlerini okumaktan hoşlananların ilgisini çekmeyi amaçlayan Faik Byrns imzalı Hayalden Öte, İzmir’in varoşlarında yoksulluk içinde yaşayan, hayatta kalabilmek için küçük yaşta, canını dişine takarak çalışmak zorunda kalan küçük bir çocuğun ve kardeşinin o yıllarda İzmir’de Amerikan konsolosu olarak görev yapan Amerikalı bir aile tarafından evlat edinilişini ve Amerika Birleşik Devletleri’nde devam eden yaşantısını anlatıyor. değerler sevgi ve anlayış olmuş. Özellikle kişinin kendisinden daha yoksul olana, daha değersiz sayılana göstereceği ilginin, sevginin paha biçilmez değeri üzerinde duruyor, fark edilmenin insanı ne kadar mutlu ettiğini unutmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Byrns’ün yaşadıklarından çıkardığı bir başka sonuç, insanlar arasındaki sevgi bağının kan bağından, dinsel inanç ve milliyet ortaklığından daha güçlü, daha sağlam, daha güvenilir, daha yapıcı olduğu. Bu gerçeği Amerikalı ailesinin başka ırktan, başka milletlerden evlat edindiği çocuklara gösterdikleri özveriyi, sevgiyi, disiplinli ilgiyi görerek, yaşayarak öğrenmiş. Yazarın başka konularda da yerleşik değerlere körü körüne bağlı kalmanın sakıncalarına değindiğini görüyoruz. Onur ve şeref gibi yoruma açık değerlerin yerli yersiz yaşamsal gereksinimin önüne geçmesini, pratik yararın küçümsenmesini eleştiriyor. Çok zor bir çocukluk geçirmiş, etkisini yaşam boyu üzerinde hissetmiş biri olarak, insan gibi yaşama hakkını bütün değerlerin üstünde tutuyor. Ayakta kalma mücadelesi, geleceğini güvence altına alma endişesi, gereksiz harcamaya karşı olması, tutumluluğa verdiği önem, buna karşın, yoksula yardım etmeyi bir insanlık görevi sayması ve bu konudaki düşüncesini hayata geçirdiğini gösteriyor. Byrns özeleştiri yapmasını bilen, aynı zamanda özgüveni olan bir yazar. Yaşa mının kimi dönemlerinde verdiği yanlış kararları, bu kararların tehlikeli sonuçlarını sergilemekten kaçınmamış. Eleştirisinin boyutu yargılamaya kadar uzanıyor kimi zaman. Dinsel inanç gibi tabu konuları bile tartışmaktan kaçınmamış. Amerikalı annesinin sevgi dolu yaklaşımını ne kadar yüceltiyorsa, Amerikalı babasının insancıl değer yargılarına temellendirilmiş disiplin anlayışına da o kadar saygı duyuyor. Ahlaki değerler doğrultusundaki disiplin anlayışına ne kadar önem veriyorsa, yüzeysel bir düzeni kollayan mevzuata, bürokrasiye, kitabına uydurma anlayışına da o kadar karşı çıkıyor. Yazar, yorumlarında ülkemiz insanının yardımlaşmaya, dostluğa, sevgiye açık olduğu gerçeğine de yer vermiş. Onun, eğitim döneminden çalışma hayatına her aşamada pratik çıkarı önde tuttuğu, fırsatları değerlendirme gayreti içinde kimi ideal değerleri küçümsediği halde, insani değerlerin hâlâ geçerliliğini koruduğu kültürümüzün peşine düştüğünü görüyoruz. İki kültür arasına sıkışmışlığı somut nedenleri ve sonuçlarıyla yaşamış olan yazar, neredeyse bir saplantıya dönüşmüş olan kimlik arayışını köklerini arama olarak adlandırmış. Bana ilginç gelen, yazarın, sonradan ulaştığı yürek bağını önceki kan bağından üstün tutmasına karşın, yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği, ekonomik sistemini beğendiği, yaşama biçimini benimsediği ve vatandaşı olduğu Amerika’da değil, doğduğu ülkenin insancıl ortamını benimsemiş ve sonunda burada, Türkiye’de yaşamayı seçmiş olması. Hayalden Öte/ Faik Byrns/ İzgören Yayınları/ 288 s. ¥ Bilkent Üniversitesi, Sahne Sanatları Fakültesi, Tiyatro Bölümü’nde verdiği dersleri ekledi. Ulusoy’un yetiştirdiği öğrenciler, günümüzde sahne sanatlarıyla ilgilenenlerin yakından tanıdığı, bildiği isimler. Ulusoy öğrencilik yıllarında, özgür ve doğrucu kişilik yapısıyla bazen okul disiplininin dışına taşsa da, onun en iyi olduğu alan sahneydi. Bu sevdası, onu Avrupa’ya kadar taşımış. Almanya’da yedi yıl boyunca Hannover Operası’nda Bale Sanatçısı olarak çalışmış. Ülkemize döndüğünde yine yıllarını verdiği baleyi daha geniş kitlelere tanıtmak için büyük çaba sarf etmiş. Ama sadece dans olmamış hayatında, Ulusoy, sürprizlerle dolu yaşamını sürdürürken, aşkları, kavgaları, sıkıntıları da olmuş, Ancak, edebiyata olan sevgisi, kelime seçip cümle kurma ve anlatacağını etkili dillendirme çabası sayesinde, romanı Hüzünle Dans’ı ulaştırmış okurlarına. Okulunun ilk dönemlerinden bu güne değin, balenin yanı sıra temel yazınsal okumaların, Ulusoy’un programında başlıca yükümlülüklerden birisi olarak yer aldığı ortada, satırların arasında. Romanında içtenlik ve sahicilik, kurgunun işleyişi, geriye dönüşlerdeki renklilik, tercih ettiği biçem, uyguladığı teknik, onun anlatı başlığının altında ne denli yetkin olduğunu da gösteriyor; bale terimlerinden söz açtığında bile güncel söylemi tercih ederek okurun zihnini bütünüyle kavrayabiliyor. Ulusoy, romanın gereklerinden kopmadan, altmış yıl öncesinden başlayarak anlattığı anılarının ışığında balenin güç, yetenek ve emek koşullu bir sanat dalı olduğunu kabul etmemiz gerektiğini belirtirken, onun içindeki estetiğin tam olarak her yaşama ait olduğunu vurguluyor. Bunu, 1998’de başarılı bir koreografi anlayışıyla, Pink Floyd şarkılarını ve yaşamın en ayrıcalıklı renklerinden baleyi buluşturarak, çok farklı dünyalarmış gibi görünen bu iki nefesi bir sahneye sığdırarak göstermişti. Şimdi de Ulusoy, anılarıyla ayın iki yüzüne de ışık tutmuş; sonuçların umutsuz görünümüne rağmen, onun genç belleğinde ve şen dilinde ay, bütünüyle aydınlık. Hüzünle DansBir Dansörün Anıları/ Feridun Ulusoy/ Ürün Yayınları/ 256 s. 24 ŞUBAT 2011 SAYFA 19 Feridun Ulusoy eşi ile birlikte... CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle