29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

tası’, yazarın ikinci polisiye gerilimi. Yılmaz’ın ‘Poseidon’un Laneti’ romanında yarattığı iki karakter, kendisinden hayli izler taşıyan aktif çevreci gazeteci Ahmet Kerim ile cinayet masası başkomiseri Çetin Akın, ‘Ölüm Deltası’nda da birlikte çalışıyor. Kızılırmak Deltası’nda iki hafta içinde üç esrarengiz cinayetle başlıyor roman. Gazeteci ve polis peş peşe gerçekleşen kuşkulu ölümlerin peşine düşerken bir yandan da kuşların ve kuş bilimcilerin dünyasına girerek deltanın gizemini çözmeye çalışıyorlar. Yılmaz’la kitabını ve koşutunda da gezegeni öldürenlerin izin sürdük. Gün geçtikçe karmaşıklaşan ve mahşeri hızda kalabalıklaşan İstanbul’da yaşayanlar ne yazık ki kentin simgesi olmuş pek çok anıtın ve yapının kimliğinden habersiz. Sennur Sezer ile Adnan Özyalçıner’in hazırladıkları ‘Öyküleriyle İstanbul Anıtları’ İstanbul’un kültürel yapısında önemli bir yeri olan bina ve anıtları bugünkü kuşaklara tanıtmayı amaçlıyor. Özyalçıner ile hazırladıkları kılavuz kitabı konuştuk. Oya Baydar ve Melek Ulagay... Türkiye sol hareketinin yakından btanıdığı iki isim. Dünyanın ve Türkiye’nin, 1940’lardan günümüze uzanan macerasına tanıklık etmiş, tanıklıkla kalmayıp olayların içinde yaşamış iki kadın. Gençliği, umudu, devrimci mücadeleyi, sol örgütleri, hapishaneleri, işkenceleri, sevdiklerini yitirmenin acısını, mülteciliği, sürgünü, eve dönüşleri, İstanbul’dan Filistin kamplarına, Güneydoğu’dan Avrupa kentlerine savrulan yaşamlarını anlatıyorlar karşılıklı konuşarak hazırladıkları kitaplarında. Kendinizi de keşfetmek için iyi bir fırsat Baydar ve Ulugay’ın ‘Bir Dönem İki KadınBirbirimizin Aynasında’ adını taşıyan kitapları. Bol kitaplı günler... Önay Yılmaz’ın ‘Ölüm Del P ervasız Pertavsız EN S BATUR nümde, Tarkovski’nin Anlık Işık başlığıyla sunulmuş (ilk basım: 2002, Milano), polaroid fotoğraflar ve araya giren kimi kıpkısa metinler ile kurulmuş bir kitabı duruyor. Dominique Fernandez ve Tonino Guerra’nın önsözleri çerçeveyi veriyor: Hastalığı öncesi, sürgün dönemi, Rusya ve İtalya kırsalında gerçekleştirilmiş olağanüstü bir “albüm”. Ö TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] Sylvain Chomet’nin keşfettiği, arşivde bekleyen bir Tati senaryosundan uyarladığı canlandırma filmi, L’Illusioniste bir başyapıt. Hep söyledim: Bir şeyin ustası, bir başka şeyi kötü yapmayı bilmiyor. Kaç fotoğrafçı polaroidle böylesine tumturaklı, derin bir çalışma ortaya koyabildi? Anlık Işık, gerçekten de bir ışık dili üstüne kurulmuş. Tarkovski’nin filmlerinden eksik olmayan “ilahi ışık” arayışının güçlü bir örneği. “Böyle roman olur mu?” türünden bence komik ve abes çıkışlar yapanlara işte yanıt: Hem de nasıl olmuş. Dahası, bir şiir kitabı da: En ufak bir zorlamaya başvurmaksızın. Şiirin böylesine seyrek rastlıyoruz (aman: Şiirsellikten dem vurduğum sanılmasın!). Bir başka açıdan, günlük de: Fotoğrafın Arabı Günce. (Tarkovski’nin yazılı günlüğüne kolaylıkla eklemlenebilir). Bilmiyordum: Arseni Tarkovski uzun yaşamış, oğlunun ölümüne tanık olmuş. Mu? Cenazeye gelmesine, Ste.Genevieve des Bois’daki mezarlıkta bulunmasına “izin” verilmiş miydi? Verildiyse bile, gücü kalmış mıydı? Babasıyla oğlu arası Tarkovski. İster istemez o koşutluk kurulacaktır. Ortayerde, ilişki üçgeni çakışması. Dahası: Anlık Işık eş, oğul, hayvan (Dale) üçgeni üzerinden Kulübe’ye ulaşıyor. Dahasının dahasını aramaya gerek kalmayabilir. Tarkovski, anamın öldüğü gün (4 Nisan) doğmuş, oğlumun doğduğu gün (29 Aralık) ölmüş. Rastlantı. Bu italik kavram, yirmi yılı aşkın bir süredir dolaşıyor satırlarımın arasında. Hayır, bir teorim olmadı o konuda. Evet, sonsuz teori üretebilirim dilersem. Fotoğraflara tek tek, uzun uzun baktım; herbirini yazılı sayfalar varmışcasına karşımda, okudum. Birinden ötekine yazılan öykünün anlatı tabakasında kişiler, ayrı ayrı durumların içinde toplandığı tek bir durum, mekânlar arası geçişler ve bağlantılar, sabahtan geceye, bir de günden güne yürüyen Zaman: her şeyin ışığın içinde gerçekleştiği doğru. Yalnızca, kaynağı söz konusu olduğunda farklı uçlardayız. Andrei, biliyor nereden geldiğini, Enis bilmiyor... * Borges’vari bir listeye yönelirsek, “seyirci”ler şöyle ayrıştırılabilir: a) Tati tutkunları b) Tati’den sıkıldıklarını ifade edenler c) Tati’den sıkıldığını ifade etmeye utananlar ç) Tati’yi sevmeyenler d) Tati’nin adını olsun duymuş olmayanlar e) Tati’yi eskimiş bulanlar … uzatılabilir, çeşitlenebilir tutumlar. Ben “a” kategorisindenim, gizlisi saklısı yok: Benzersiz bir dünyanın benzersiz ustası. Chaplin’i yere göğe sığdıramazlar, Tati’yi ondan üstün tutarım. Sinemanın poetika’sından, “şiirsel filim” örneklerinden sıkça söz edilir, çok fazla örneğine rastlamadım: Lamorisse, evet; İvens, olabilir; Tati: Kuşkusuz. Sylvain Chomet’nin keşfettiği, arşivde bekleyen Andrei Tarkovski bir Tati senaryosundan uyarladığı canlandırma filmi, L’Illusioniste bir başyapıt. Yargı, Tati’ye apaçık bağlılığını dile getiren birinden geldiğinde güven duyulmayabilir, bir şey diyemem. Unutulmamalı: Tati’ye bağlılık, onun senaryosunu bir başkasının işlemesini peşin hükümle kabul etmemeyi kolaylaştırabilirdi, tam tersine öyle olmadı: Chomet’nin uyarlamasını hem Tati’nin dünyasını en doğru üslupla çeşitlediği, hem de yönetmenin sinematografik kaygılarını bence birebir karşılamayı bildiği için başarılı buldum. Senaryo çekmecede kalmış, çünkü Tati içinden çıkmakta güçlük çekeceği bir labirente dalmış: Playtime. Vasat bir illüzyon ustası, hayatını kazanmak için uzaklara gidiyor, sessizce genç bir kıza gönlünü kaptırıyor, sonra eli boş, gerisin geri, sıfır noktasına dönüyor. Çok kederli, ağırlığı hafifliğinde bir öykü. Chomet, apaçık ki canlandırma tekniğinin ustası. Bir orkestra şefi gibi pek çok çizerle ortaklaşa yapmış bu filmi, buna karşın tek bir elden çıkmış izlenimini veriyor L’Illusioniste. Tartışılmaz, tek yapılacak olanı yapmış, illüzyonisti Tati’yle özdeşleştirmiş: O senaryo, başka türlü gerçekleşmemeliydi; hiçbir oyuncuya verilemeyecek bir rol var işin içinde. * Çeyrek saatlik bir kısa film projesi: Kırmızı Balon için Siyah Nazire. Gece geç vakit, büyük şehrin ara sokaklarından birindeyiz, hava hafif rüzgârlı, tek tük yürüyüşçü geçiyor arada. Bir kaldırımda beliriyor: Hafif, boş, kirli siyah bir naylon torba. Esintinin gücüne, iniş çıkışına bağlı olarak sürükleniyor, yer değiştiriyor, duruyor, yeniden ilerliyor, bir engele takılıyor bazan, sonra kurtuluyor. Birkaç dakika boyunca yukarıdan dalış çekim, ardından hemzemine yakın kamera açıları. Sokakta, karşı kaldırıma, yan kaydırma eşliğinde geçiş. Duvar boyunca arkadan, sabit, göz temasıyla takip. Ta ki dörtyolağzına gelesiye. Yollardan birini seçip içine dalacak sonunda. Karanlıkta kaybolacak. Müzik: Scelsi. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Turhan Günay Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya/ Müşteri Temsilcisi: Ozan Altaş Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74 Yerel süreli yayın Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097 24 ŞUBAT 2011 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle