Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D eçen yılın en önemli olaylarından biri İstanbul’un “2010 Avrupa Kültür Başkenti” olarak duyurulmasıydı. Bu olay İstanbul’u yeniden tanımamıza olanak sağladı. İstanbul gibi dünyanın en eski kentlerinden birini tanımak değil, yeniden keşfetmek gerekir. “Avrupa’nın Kültür Başkenti” olmak Batı için bir çeşit oyun, oyalama sayılsa da; İstanbul’un yanı sıra, 2010 yılı, Niş ile Peşte için de “kültür başkenti” sayılarak İstanbul’un önemi gölgelense de, bu olay, kentimizi yeniden tanımamıza, tanıtmamıza yaramıştır. Divan Edebiyatı’nda “şehrengiz” dediğimiz, “mesnevi” biçimiyle bir kenti anlatan şiirlerden en çok payını alan İstanbul’dur. İstanbul Nedim’in “Bir gevheri yekpare iki bahr arasında” dediği bir kenttir. Türkiye’nin “Avrupa Birliği”ne alınıp alınmaması, İstanbul’un “Avrupa Kültür Başkenti” sayılmasıyla anlamını yitirmiyor mu? Bu siyaset oyunlarını bir yana bırakıp İstanbul’u yeniden keşfetmeye çalışalım. İSTANBUL’A BAKMAK Dıştan bakınca insanı büyüleyen bir güzelliği var İstanbul’un. İçten bakınca insanı sonsuzluğa taşıyan bir kent. İçten bakmak, İstanbul’a anılardan bakmak anlamına gelmeli. Anılar olmayınca en görkemli kent bile bir taş yığınıdır. Tevfik Fikret’in; “Ey bin kocadan arta kalan bivei bakir” demesini, o kenti yaşayanlar kendince yorumlayadursun, biz Yahya Kemal Beyatlı’ya kulak verelim: “Sade bir semtini anmak bile bir ömre değer.” İnanma dinginliğinin inançsızlığın aldırmazlığını yatıştıran “Atikvalde’den İnen Sokakta” bile İstanbul’u yaşamak olanağını bulabilirsiniz. Ozanların İstanbul’unda sözün gücü bir kenti düşlem gücümüzde yaşatır. Anılardan yola çıkmak, insan sıcağıyla kente bir başka kişilik kazandırır. Anılarla bütünleşen öyküler, romanlar bizi büyülü bir gerçeğe ulaştırır. Gene de kitaplardır kalıcı olan. “Kültür ve Turizm Bakanlığı”, “Avrupa’nın 2010 Kültür Başkenti İstanbul” için saygınlık kitapları da yayımladı. Görkemli yapıların resimleriyle bunlar ilk bakışta insanı etkileyen kitaplardır. İstanbul’u görmek başka, anlamak başka. “Kültür Başkenti” etkinliklerini düzenleyen “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı”nın desteğiyle yayımlanan bu kitaplar, İstanbul’u çok yönlü öğreten bir değerler bütünüdür. KÜLLÜK’TEN “Heyamola Yayınları”nın yayın siyasetinde kent kültürüne önem verme anlayışı var. SAYFA 24 ŞUBAT eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN ‘İ G İ “Heyamola Yayınları”, “İşte İstanbul”dan önce de nice kentleri anlatan kitaplar yayımladı. Bunlar arasında Lütfiye Aydın’ın Gaziantep’i (Anka Kentim Antep’im), Çiğden Sezer’in Trabzon’u (Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon) anı duyarlığıyla anlatılan kentler... Ne var ki İstanbul 80 kitaba bile sığmıyor. Benim gibi tıbbiye yıllarını İstanbul’da geçirip de hep eski İstanbul’u özleyenler için Âlim Kahraman’ın “Atikvalde”yi, Abdullah Uçman’ın “Fatih”i, Beşir Ayvazoğlu’nun “Beyazıt”ı, Orhan Okay’ın “Balat”ı, Ömer Erdem’in “Üsküdar”ı anlatmış olmaları ayrı bir önem taşıyor. Beşir Ayvazoğlu “Dersaadet’in Kalbi Beyazıt” diyor. Benim 1948’de başlayan, eski Maliye Nezareti yapısında askeri öğrenci olarak kaldığım, Tıbbiye öğrenimim hep Beyazıt’ta geçti. Benim gibi öğrencilik yıllarının sevi coşkuysu yaşayan biri için, sahaflar, Küllük, Emin Efendi Lokantası, alanın ortasındaki havuz, güvercinler, Beyazıt’la ilgili özel anlamları olan anılardır. Nevzat Sudi’nin “Küllük Anıları”nı okurken, “İyi ki o güzel insanları tanımak olanağını buldum” diye geçen zamana dalıyorum. Öğrencilik yıllarımızla geçen zaman sevi ilişkilerinin suçsuzluğuna inandığımız yıllardı. Şiire bulaştığımız yıllar: “Bir kız vardı diye düşünüyorum İnsanı ağlatacak kadar samimi.” Ben “Küllük”te Nurullah Ataç’ın tavlada yenildiği bir gence; “Bu çocuk beni tedib ediyor” dediğini duymuştum. Tavla, oyun olmanın ötesinde, bir söz üretme edebiyatının izlerini taşır. Oysa Ataç söz ebeliğiyle uslanacak insan mıydı? Beşir Ayvazoğlu, Kemal Tahir’in romanından bakar Küllük’e: “‘Yol Ayrımı’nda ‘saray şoforu’ Çorumlu Daldal, gazeteci hemşerisi Selim’e kurulacak olan Serbest Fırka hakkında bilgi vermek için ‘Küllük’ kahvesine gelir; Cami duvarı dibindeki kahve yükünü tutmuştur. Şurada tavlaya kapanmış tavlacılar çehar atıp şeş oynarken beride kumarcı takımı pastıra, cimdallı, altmış altı, piket, prafa veya dört başlı dominoya yumulmuştur.” Demek “Küllük”ten bile İstanbul’a bakılabiliyor. Nevzat Sudi düşlem gücüyle değil, içinde yaşayarak Küllük’teki İstanbul’u görüyordu. Ama uzaktan bakınca kurşun kubbeleri, ince uzun minareleriyle İslam’ın görkemi öne çıkar. Oysa “Üsküdar”i anlatan Ömer Erdem içten bakıyor İstanbul’a. İçten bakmak, o “maneviyyeti” duyumsamak anlamına gelir. Üsküdar’da öte dünyanın sesini duyarsınız. 2011 Ömer Erdem diyor ki: “Çünkü Karacaahmet, sadece bir mezarlık değil, başlı başına bir âlemdir. Bu İslam sofisinin isminin mezarlıkla bütünleşmesi biraz olsun onun kimliğini gölgeler. Ne var ki Karacaahmet, Üsküdar’la birlikte İstanbul’un kimliği, kişiliği, mahşeri ve şuuraltıdır.” ESKİ İSTANBUL Yahya Kemal Beyatlı “Atikvalde’den İnen Sokakta” şiirini yazmasaydı Âlim Kahraman Üsküdar’ın bu uzak köşesindeki ruh yeteneğini anlatmaya girişecek miydi? “Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz” diyen Yahya Kemal Beyatlı, iki değişik anlayış içinde gerçeğe sıkışan insanın çelişkisini anlatır. Bu karmaşık duygu, inanmışlığın dinginliği ile yaşama coşkusu arasında kendini sınayan insanın yalnızlığa düşmesidir. Âlim Kahraman, anıların yoğunluğundan bakar Üsküdar’a. Beşir Ayvazoğlu nasıl Küllük’te ararsa Beyazıt’ı, Âlim Kahraman da Abdullah Efendi Kahvesi’ndeki “Üsküdar’ı anlatır. Cahit Zarifoğlu’nun hasta olduğu, Ebubekir Eroğlu’nun aralarına yeni katıldığı yıllardır. Nalçacı Hasan Sokağı’ndan bakar Üsküdar’a. İnsan ilişkilerindeki içtenlikte arar Üsküdar’ı. Ömer Erdem ile Âlim Kahraman’ın Üsküdar’ında örtüşen özellikler olsa bile, Âlim Kahraman için önemli olan insan ilişkileridir. Karacaahmet bile orada yatan Cemil Meriç, Mehmet Kaplan gibi unutulmaz ölüleriyle anlam kazanıyor. Dışarlıklı olup da İstanbul’a yerleşenler bu kenti daha bir içtenlikle benimseyebilir. Ama bir de Balat’ta doğan Orhan Okay gibi İstanbul efendisi, çelebi edebiyatçı var. Onun gözüyle Balat’a bakmanın özel bir anlamı olmalı. “Balatlı olmayan Balat’ı bilmez” diyen Orhan Okay, değişik yerleşim bölgelerinin yetiştirdiği ürünle, hazırladığı yemeklerle İstanbul’un anıldığını da anımsatır. Orhan Okay, 19401960 yılları arasından, çocukluk ile ilk gençlikten bakıyor Balat’a. Merdivenli yokuştan inişini, yolların, yapıların değişimini anlatıyor. Eski yapıların yeni kullanımlara açılması, çağdaş yaşamaya uyuyor gibi görünse de, Orhan Okay, geçen zamanı yaşamanın dalgınlığı içindedir. O, kendi mahallesi olan Hoca Kasım Gürani’den Molla Aşkı Tepesi’ne çıkıp Haliç’e bakmanın özlemini çeker. YAŞAYAN İSTANBUL Geçmişte de günümüzü yaşıyorsak gerçek İstanbul’da sayılırız. Anıların tozunu sil kelemek gerek. Ataol Behramoğlu, Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” dediği Adalar’ı anlatıyor (Benim Prens Adalarım): Yassıada, Büyükada, Heybeli, Burgaz, Kaşık Adası, Kınalıada, Sivriada, Tavşan Adası, Sedef Adası... Bu dokuz ada İstanbul’un ayrı bir ilçesi sayılıyor. Yerleşime açık olmayanlar da var, yazlıkçılarla günübirlik İstanbul’a gidenler de... Yapıların da bir yaşama serüveni var. Ataol Behramoğlu, Heybeli’deki Abbas Halim Paşa köşkünün nasıl yapıldığını, nasıl sökülüp Mısır’a taşındığını da anlatıyor. Heybeli’de, zamana dayanmakta zorluk çeken yapılar da var. Ataol Behramoğlu diyor ki: “Hüseyin Rahmi Gürpınar köşkünü bir kez daha yıkıntıya düşmekten kurtarmak, gerçek anlamıyla bir müze eve dönüştürmek, her şeyden önce bir yurtseverlik görevidir.” Ahmet Rasim Heybeli’de ölmüş, Aziz Nesin Heybeli’de doğmuş. Orhan Pamuk “Sessiz Ev”i Heybeli’de yazmış. Öğrencilik yıllarımızda Burgaz’a gitmek alışkanlığımız vardı. Kıyıya yaklaşan kayıkçıya el ettik: “Hey arkadaş, kayığın kiralık mı?” Kayıktan Sait Faik çıkıvermesin mi! Şaşkınlıkla karışık bir sevinç içinde kaldık. Sait Faik için adanın ne anlama geldiğini Behramoğlu şöyle yorumlar: “‘Haritada Bir Nokta’da anlatılan bir bakıma dünyanın bütün adaları; insanın, sevginin, yaşama sevincinin, fakat aynı zamanda (öyküde anlatıldığı gibi) adaletsizliğin, acımasızlığın, incinmişliğin olduğu her yerdir...” Yaz aylarını geçirdiği Burgaz’daki köşk, “Sait Faik Müzesi” adını taşıyor. Ayşe Sarısayın, babası Behçet Necatigil’e üzgün bir gülümsemeyle bakan öykücü. Beşiktaş’a da Necatigil’in şiirlerinden bakıyor: “Eski Sokak”, “Barbaros Meydanı”, “Sinan Paşa”, “Yazlık Bahçe”... Sonra çevrenin insanları, çarşı pazar alışverişi, kuşaklar arası uyumsuzluk... Ayşe Sarısayın İstanbul’un bu Boğaz kıyısını öykülerinde de yaşatır. Adnan Özer’in “Taşlıtarla”sı, Hulki Aktunç’un “Kadıköy”ü, Gülsüm Cengiz’in “Kuzguncuk”u, Sennur Sezer’in “Kasımpaşa”sı, Adnan Özyalçıner’in “Karagümrüklü Yıllar”ı, Melisa Gürpınar’ın anılarındaki “Yeldeğirmeni” İstanbul’un yaşama sevinciyle dolu dört bir yanı. “İşte İstanbul!” diye anlatılan 80 kitap var. Bu kitaplar İstanbul gibi sonsuz bir kenti anlatmaya yeter mi? Hani 1950 seçimlerinde Fahrettin Kerim Gökay İstanbul valisiyken Taksim’i dolduran kalabalığı İsmet İnönü’ye gösterip: “Paşam, işte İstanbul!” demişti de, Paşa’nın partisi yenilgiye uğramıştı. “İşte İstanbul!” diye sunulan bu 80 kitap İstanbul gibi sonsuz bir kenti anlatmaya yeter mi? Gazeteciliğin, kitapçılığın yüreği “Cağaloğlu”nda atarken, kendinden yola çıkarak yazarlık serüvenini anlatmak da İstanbul’u anlatmak sayılır. Doğan Hızlan bu işi ustalıkla yapıyor. Ama bütün anıanlatılarda insan kendinden yola çıkmaz mı? Gene de “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” etkinlikleri kapsamında “Heyamola Yayınları” kalıcı bir işin üstesinden geldi. Bir yazar; yaşadığı evin içinden, Balıkpazarı’ndaki bir içki yerinden, Üsküdar’da bir kahvehaneden, Beyazıt’taki Küllük’ten, Fatih’teki Bali Paşa Camii’nden de bakabilir İstanbul’a. Bakar ama, İstanbul’u değil, asıl kendini anlatır. Olsun. “Şurası nasıl görülmemiş” denebilir. Densin. Onbinlerce yıllık kültürü barındıran İstanbul’u anlatmak kolay değildir. Niş’le, Peşte’yle Avrupa kültürünü paylaşmak insanı gülümsetiyor. Bir “Dünya Kültür Başkenti” var karşımızda. Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097