29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ özgürlük yanlısı. Bu sefer Padişah ondan kuşkulanıyor ve Berlin’e sürgüne gönderiyor. Sadullah Paşa Berlin’den dönemiyor. Sadullah Paşa’nın eşi bugün döner, yarın döner diye sürekli bekliyor. Bir pembe giysisi varmış ve Paşa Berlin’e gitmeden eşine sana bu pembeler çok yakışıyor demiş. Kadıncağız bunun üzerine o pembe elbiseyi üzerinden hiç çıkarmamış, yalıdaki odaları da pembe odaymış. 80 yaşına kadar yaşamış. Öldükten sonra da Çengelköylüler diyorlar ki her gece hanım sultan pembe odaya gelir ve Sadullah Paşayı orada beklemeye devam eder. Böyle de öyküleri var. Yarı mistik, yarı söylence. Ama Mısır Hidivi’nin öyküsü vardır, bütünüyle gerçektir. Hidiv Kasrı biliyorsunuz Boğaz’da görülen kuleli kasrdır. Hidiv’in bir de karşı tarafta bir kasrı var. Fakat Çubuklu’da yapılırken büyük bir ormanlık arazinin içinde, kule yapılırken sorun yaşanmış. Devir Abdülhamit devri, Abdülhamit kuşkulu bir adam. Diyor ki bu Hidiv acaba niye bu kuleyi yaptırıyor. Karşı tarafta bir yalısı var, bu tarafta da bir kasr yapıyor bir de kule dikiyor. Acaba Boğaz’ı kontrol altına mı almak istiyor? Ve hemen bir mektup yazıyor diyor ki, “İslamda binalar cami minarelerinin boyunu geçemez, onun için kulenizin 150 basamak olması gerekiyor, bu benim hükmü şahanemdir.” O zaman da Hidiv de kuleyi ona göre yaptırıyor. Ama Hidiv bir yandan da padişahın kendisinden şüphelendiğini düşünerek huzursuz oluyor ve başıma bir şey gelebilir diyerek kendi yatak odasının içinden dışarıya açılan bir tünel yapıyor. Ama bir şey olmuyor. Mücevherli minarenin öyküsü... İran Şahı’na tepesi atan Kanuni’yi ve Mimar Sinan’ın zeki manevrasını okuyoruz o öyküde... Tabii, Süleymaniye’deki kalfalık eserimdir der Mimar Sinan düşünebiliyor musunuz kalfalık... Yapı durur bir ara Sinan aslında yapıyı dinlenmeye bırakmıştır. Fakat Kanuni Sultan Süleyman acele etmektedir, daha fazla beklemek istemez. Bu sırada İran Şahı bir sandık mücevher gönderir bir mektupla birlikte. İran Şahı mektubunda caminizin tamamlanması için bir sandık mücevher gönderiyorum demektedir. Sanki Osmanlı’nın parası yok da bitiremiyor camiyi... Kanuni çok sinirleniyor ve biraz da Mimar Sinan’ı motive etmek için sanırım mücevherleri yapı alanına gönderiyor, Sinan bakıyor mücevherlere ve hepsinin taş havanına dökülmesi emrini veriyor. Orada o bütün elmasları, yakutları, zümrütleri unufak ettiriyor ve harca kattırıyor. O harçla Mücevherli minareyi yaptırıyor. Bir tek minaredir o. Şehir efsanelerinden biridir, denilen odur ki güneşli günlerde o minare pırıl pırıl parlar. Öyküler eserlere bakışı böyle böyle perçinliyor. DOKUMACI KÖSEM, AĞLAYAN HAYDARPAŞA! Kösem Sultan hep saray entrikalarıyla anılır malum, kitapta bir başka yönüyle tanıyoruz... Tabii, aslında Kösem Sultan dokuma tezgâhlarının patronudur. Dokuma Ticareti yapıyor. Büyük Valide Hanı’nın kuruluşu da ona dayanır. Yakın zamanlara kadar orada dokuma tezgahları bulunuyordu. Neredeyse kül olacak olan Haydarpaşa Garı’nı konuşarak bitirelim söyleşimizi... Elbette, 1906’da yapımına başlanıyor, Bağdat Demiryolu’nun garı olarak yapılıyor. 1908’de Meşrutiyet ilan edildiği dönemde de Haydarpaşa Garı neredeyse bir zafer işareti gibi yükseliyor. Haydarpaşa Garına sadece Bağdat Demiryolu değil HicazMekkeMedine demiryolları da bağlanıyor bir süre. Bütün Anadolu’nun trafiği biliyorsunuz Haydarpaşa Garı’nda birikiyor. Eski Türk filmlerinde de klasikleşmiş görüntüdür işte insanlar bavullarıyla, yatak yorganlarıyla Haydarpaşa Garı’na varır, merdivenlerden inerken karşılarında koskoca bir deniz uzanır. Bir de Kız Kulesi görünür. Haydarpaşa Garı ve Kız Kulesi iki büyük sembolüdür İstanbul’un. 3. Selim’in paşasının adını taşıyan Haydarpaşa Garı’nın yapımı da çok ilginçtir. Yapımında Bedri Rahmi’nin anlattığı bir şey var kırmızı topraklı Kınalıada’nın doğuya bakan burnu kesilerek oradaki taşlar Haydarpaşa Garı’nın temelinde kullanılmış. Bedri Rahmi der ki onun için Kınalıada hâlâ kanar. Nâzım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları da Haydarpaşa Garı’ndan başlar ve onun öyküleriyle yürür. Sait Faik’in öyküleri de vardır. Yangın çok çok kötü oldu kuşkusuz ama Haydarpaşa Garı’nı zaten neredeyse ortadan kaldıracaklar yani ticaret ve turizm merkezi haline getirecekler. O zaman da hiçbir özelliği kalmayacak. Tabii bir de Haydarpaşa Garı’nın kaderinde de var yangınlar, ilk yangın 1917’de oradaki depolarda 2. Dünya Savaşı dolayısıyla bulundurulan cephanelerin patlamasıyla çıkıyor ve büyük zarar görüyor gar. O olayın ardından tamir edilip bugünkü haline getiriliyor bina. 1979’da da Indepentende gemisi Haydarpaşa açıklarında yanıyor, o kadar büyük bir ısı çıkıylor ki garın vitraylarındaki kurşunlar eriyor ve gözyaşı gibi akıyor. Haydarpaşa Garı o günden beri ağlar! Öyküleriyle İstanbul Anıtları 1Surlardır Kuşatan İstanbul’u/ Sennur SezerAdnan Özyalçıner/ Evrensel Basım Yayın/ 400 s. Öyküleriyle İstanbul Anıtları 2Saray’dan Liman’a/ Sennur SezerAdnan Özyalçıner/Evrensel Basım Yayın/408 s. “Galata Mevlevihanesi’ni anlatırken Galata Sinagogu’nu da anlattık. Tarih boyunca insanların nasıl birlikte yaşadıklarını, hâlâ da nasıl birlikte yaşamaya devam ettiklerini inceleyerek anlattık. Ve birbirlerinin öykülerinde nasıl yer aldıklarını, ortak öykülerini de anlatarak.” CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097 24 ŞUBAT 2011 SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle