25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cevat Turan ve üç kitabı “Neyi yazsam siz oluyorsunuz” diyor Cevat Turan İnsanın Üşüdüğü Yer kitabını anlatırken. Kelimelerin birbirine sarıldığı veya didiştiği cümlelerle örüyor kitabını, yaşamda ne varsa onun küçük, yalın kesitlerini bulmaya odaklanarak. Gözlerine Sakla Beni adlı kitabında isyan, sorgulama, içsel kazı daha yoğun, aşk daha bir mahçup. Usuldan Bir Hüzün kitabı ise daha ve hatta hayli kişisel bir yapıt denilebilir. Dil dökmüyor dizeler, dert anlatıyor, paylaşıyor. Cevat Turan ile İnsanın Üşüdüğü Yer, Gözlerine Sakla Beni, Usuldan Bir Hüzün adlı kitaplarını konuştuk. Ë İrem ADZE ayatın orta yerinden, sokağın, mahallenin, kentin gözlemleri... Birbirine karışan seslerin, uğultuların, sıkışan trafiğin, egzozun, çiçeğin, kırık kalbin, yılmayan ve hatta serseri umudun öyküsü. Kelimelerin birbirine sarıldığı ya da didiştiği cümleler... Dizaltı eteklerin, ne kadar uğraşsa da beceremeyip çamur sıçrattığı çorapları, kırışmış pantolonlarıyla, etekleriyle acele acele yürümenin, memur, işçi, patron olmanın, insan olmanın yalın ifadesi İnsanın Üşüdüğü Yer... İnsanın üşüdüğü yer yaşamın durduğu yerdir. Bütün yazılanlar yaşanmışlıklara ya da umut edilip yaşanamamışlara dairdir. Hepimizin üşüdüğü yer yaşam algımıza veya etkilenmelerimize göre ayrışır. Bazen ihanetler üşütür, bazen ayrılıklar, bazen hayal kırıklıkları. En çok da savaşların içinde bir çocuk masumluğunda öylece kalan insan yüzleri üşütür içimizi. Bazen bir dalın kırılmasıdır, bazen bir dilencinin avuç içlerini fark etmektir bizi üşüten. İnsanın üşüdüğü yerde yaşamın duru ve inişli çıkışlı akışı var. Yaşamda ne varsa onun küçük, yalın kesitlerini bulmak olasıdır. “TOPLUMLAR ÇOCUK SAFLIĞIMIZI ELİMİZDEN ALMAK İÇİN YARIŞIYOR” Hayata yalnızlık hali bağlamından bakarak, yaşama devam etme azminde rutini sorgulayarak ama yine de malum vadeyi doldurarak devrilen günler... Ruhun çırpınışları, sosyal varlık insanın engelleri... Kimi zaman yalnızlıktan kimsesizliğe de dönüşler... Öykülerin bir ortak noktası da dayanak noktası ararken yıkılmamaya gayret edenlerin mücadelesi... Kime ait olduğunu bilmediğim bir dize hep takılı kalır dilime “ister ata bin ister taşıta, ister iki kişi ol ister üç, en son adımı tek başına atacaksın ne kadar güç.” Farkında olmak acıtan bir şey. Fark etmeden acının içinde yaşamaksa daha çok acıtan bir şey. Öyleyse soysal bir varlık olarak ruhumuzun çırpınışlarına yanıtlar aramaya durmadan, üşenmeden devam edeceğiz. Aslında toplumlar, doğduğumuz andan itibaren çocuk saflığımızı elimizden almak için yarışıyor. Bizi kendilerine benzetmek ve olabildiğince kirletmek için her aşamada karşımıza çıkıyor. Kalabalıkların içindeyken bile yalnız olSAYFA 24 ŞUBAT şiddet, siyasi şiddet, kadına şiddet, çocuğa şiddet, sokaklarda şiddet, dağda şiddet yaşamımızı çepeçevre sarmalamış durumda. İnsan yanımız büyüdükçe küçülecek şiddetin gücü. Bir arada birbirimizin farklılıklarını anladıkça ve daha çok zenginleştiğimizi göreceğiz. Bu topraklar, bizim topraklarımız. Hepimiz yetecek kadar buğday, şeker pancarı, et var. İçine sığacak kadar yanlış da yapılanmış olsa kentlerimiz var. Tek eksiğimiz özgürlük ve bağımsızlık isteğimiz uluslararası güçlerin karşısında. Biz ancak bir birimize tutunarak var edebiliriz hayatlarımızı. Üreterek, yaratarak, işleyerek ve çoğalarak. H mamız kendimize saklanma arayışımızdan. Yalnızlığa açılan kapıyı sevgilinin yüreğiyle kapatmaya çalışırız, kim bilir belki de bir martının kanat çırpınışlarını düşleyerek bazen. İşe yarar mı bilmiyorum. Herkesin duygu durumuna göre farklılık gösterir. Şehrin en tepesine çıkıp çağıldayan insan kalabalıklarını gözleyin, içinde ne göreceksiniz. Herkesin kendi yalnızlığı saklı durur içinde ama saklarlar. Sadece ağladıklarında gözyaşlarının kristal damlacıklarında görürsünüz yalnızlıklarını. Sadece ağladıklarında. Güçlü bir varlık insan. Her türlü acıyla baş edebilme ve her türlü zorlu ortama uyum sağlayabilme gücü var insanda. O nedenle yaşamda sürekli ve durmadan iyiyi, güzeli arama mücadelesi içinde olacağız. Küçük kesitlere fener tutmaya çalıştım öykülerde ve şiirlerde. Sıcak yuva özlemi... Üşümek habire en çok bundan olsa gerek... Bir zamanlar elde edilmiş ama yitirilmeye iyice yüz tutmuş ama yitmemiş umut denen katalizör... Aşk mı? Riskin ve insan doğasının Allahı! Kimi mahvetmemiş ve kimi yüceltmemiş ki? İnsanın Üşüdüğü Yer’i okuyanın bunları düşünmesi de an meselesi... Ne dersiniz? Çoğu zaman bir şeyi kazanırken başka bir şeyi kaybederiz. Çok para kazanmak istersiniz insan yanınızı, âşık olmak istersiniz yalnızlığınızı, yalnızlığınızı ararken aşkınızı kaybedersiniz. Yaşamın içinde değil mi diyalektiğin gerçeği? Her şeyi aynı anda bulanlar sanırım ideal yaşamı yakalamış oluyor. Aşk sanırım en kırılgan yerimiz, yaşama tutunmanın en itici gücü, umut eden yanımız. Aşk olmazsa çoğu kez yalnızlıkla ıslandığımızı ve bir köprü altında üşüdüğümüzü anlarız. İşte orası insanın bir başka üşüdüğü yerdir. Şehrin yanan ışıklarını izlerim bazen. Perdesi olmayan evler ve evlerin içinde onca yaşamlar, sıcak bir yuva özlemi, çocuk sesleri cıvıl cıvıl ve kim bilir hangi yaşamlar saklıdır evlerin içinde. Açlık ve varsıllık burun buruna yaşar semtlerimizde. Bu ışıklı evlerdeki küçük mutlulukların içinde saklı olduğunu fark etmek gerekir büyük mutluluğun. Şiddet de eksik değil yazık ki, hayatta da böyle bu... Geçim derdi, yalnız kadın ve erkek halleri, çocukluk çaresizliği, birbirlerine el, omuz veren insanlar da yok değil... Siyaset ise sinsice hayatlara çizili çerçeve.... İdealler uçuşuyor havada, toz toz, harı buharına karışmış, perde arkasında... Ya bir kelepçenin demirinden ba2011 tıyor ete, ya ataerkil böyle gelmiş böyle gider düzenin, törenin, terörün çarklarında bereleniyor... Yargısız infazlarla dolup taşmak... Mağdur olmak da olmak... Analıklı adalet, açlıkla cebelleşen ihtiyarlamış çocuk yürekler, siyasete kadrolu yalaka patron zaafiyetleri, onuncu köyden seslenme hali... İnsanın Üşüdüğü Yer bunları da imliyor. İnsanın en zayıf tarafı neresidir diye sorsak onun bencilleşme durumu olduğunu görürüz. Bencilliğimiz için başkalarını yok etmeye kurgulu katolizör güç gibi öğütürüz ilişkileri. İçinde bulunduğumuz düzen, siyasetin kirlenmiş labirentlerindeki değerlerin kayboluş hali nasılda karartıyor beklentilerimizi. Her sabah televizyonlarda kocaman ağızlarında yalansı özgürlük ve demokrasi çığlıkları ile kendilerinden bile korkan ezbere konuşan adamlar. İnandırıcılığını kaybetmiş ve ucuz söylemler. Sahi biz çocuklarımıza hangi geleceği ve ülkeyi bırakacağız. İnsanı yok sayan despotik uygulamalar neyi koruyor bizden ya da bizim adımıza bizi bizden kim koruyor? İşte tüm yaşamlar, yoksulluklar, yaşamda durduğumuz yer olmak istediğimiz yer mi, insanın üşüdüğü yer mi bu soruya arıyoruz yanıtlarımızı. Şiddet kanıksanmış bir davranış şeklini aldı dünyada. Şiddetin her türlüsünü yaşayarak örseleniyor yaşamlarımız. Kültürel “NE YANA DÖNSEK BİR TUTUNMA MÜCADELESİNİ VERİR SÖZCÜKLERİN DİRENCİ” Öykülerinizle duygudaş şiirleriniz ama şiirinizin dili daha keskin. İsyan, sorgulama, içsel kazı daha bir baki, aşk daha bir mahçup. Ateşlerin yandığı noktadan seslenirken yakıyor okuyanı dizeler. Gözlerine Sakla Beni’yi önce bu bağlamda anlatır mısınız? Herkesin hayatta gözlerine saklanmak istediği bir yer vardır. Hep saklamak ve saklanmak istersiniz gözlerine orada tutunmak istersiniz, işte bu kanatır sözcüklerin damarlarını, şiir olur. Benim gözlerine saklanmak istediğim Harika bir yer oracıkta duruyor yanı başımda. İnsanın düşsel yolculuğu ile dışsal yolculuğu arasındaki mesafeyi anlatıyor “gözlerine sakla beni”. Bir yandan içinde yaşadığımız toplumdaki acıları ve duyarlılıkları yorumlarken diğer yandan hemen öteki yanında toprağımızın, yaşanan savaş acılarına ağıt olur dizeler. Ne yana dönsek bir tutunma mücadelesini verir sözcüklerin direnci. “Gözlerine sakla beni” kendine değil içinde bulunduğu toplumu ve dünyayı değiştirme özlemi çekenlerin bir birine saklandığı bir savaş alanıdır, tümüyle barışı bulmak istediğimiz. Usuldan Bir Hüzün kitabınız ise daha kişisel bir yapıt bana göre. Yüreğinizin ötelediklerinden, yüze çıkardıklarına dair güçlü bir gösterge gibi. Okurla konuşuyor dizeler. Dil dökmüyor, dert anlatıyor, paylaşıyor. Ağlamıyor, dudaklarını ısırıyor, usuldan yaşıyor hüznünü. Aşk, zincir sesleri, umarsız insanlar, hüzünlü Kız Kulesi, Can Baba, Melih Cevdet’e selam çakarak... Melih Cevdet, Can Baba, Muzaffer İlhan Erdost, Hamdi Gardaş, Hüzünlü Kız Kulesi saklıyor bizden tüm aldıklarını. Bizse kaybettiklerimize ağlıyoruz içinde sözcüklerin, yüreğimizi acıtıyor bırakıp gidenler. Onlar gittikçe daha çok yalnızlaşıyoruz yaşamda, belki de çoğalıyoruz onların geride bıraktıklarıyla. Usuldan Bir Hüzün yalnız bir adamın çırpınışlarıdır yaşamın kıyısında. Umarsız insanların öteki yüzüdür imgeler, girer yüreğine, kuyudan su çeker gibi dudaklarını kanatır usulca. Sözcükler size dönüşür, çoğalır biz oluruz. İçe dönük bir sorgulamadır bu kitapta yazılanalar, belki de kendiyle bir hesaplaşma halidir. Kendi içinde kendini araması ve derinliğine uzun bir yol hikâyesi gibi. Bu yol nereye çıkar onu bilemez ve sözcüklerin ışığına bırakır kendini. Usuldan Bir Hüzün düş kırıklarının kendine soyunduğu mahrem bir bilinmezdir, insandır, toplumdur, sistemle çatışmadır, saklı kalanlarımızdır. İnsanın Üşüdüğü Yer/ Cevat Turan/ Delisarmaşık Yayınları/ 134 s. Gözlerine Sakla Beni/ Cevat Turan/ Günizi Yayıncılık/ 96 s. Usuldan Bir Hüzün/ Cevat Turan/ Fidenti Kitaplığı/ 112 s. “İnsanın en zayıf tarafı neresidir diye sorsak onun bencilleşme durumu olduğunu görürüz” diyor Cevat Turan. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle