Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ş air, kültürel eylemci Aderemi RajiOyelade, 1961 yılında Ibadan’da doğdu. Remi Raji takma adını kullandı. Raji’nin yayımlanan şiir kitapları şunlardır: A Harvest of Laughters (Kraftbooks, Ibadan, 1997), Webs of Remembrance (Kraftbooks, Ibadan, 2001, rpt. 2003), Shuttlesongs America: A Poetic Guided Tour (Book Craft, Ibadan, 2003), Lovesong for my wasteland (Book Craft, Ibadan, 2005), Gather my blood, rivers of song (in press, 2009). iir Atlası CEVAT ÇAPAN Remi RAJİ/ Şiirler/ Çeviren: İlyas Tunç ‘toplumsal dudaklar acımasız krallara ne söyler’ O gölgeyi gördünüz mü ılık rüzgârların sonsuza dek ıslık çaldığı yeri? O ülkeyi düşlediniz mi kahkaha tufanlarınınYeryüzü ahırını gizlediği yeri? Gördünüz mü o ülkeyi? SUSKUNLUK Biliyorum suskunluğunun rengini kopkoyu karanlık basınca bu ölümcül tanyerini ağızlardaki kilitlerin deli saçmalarının gizemini çözdüğü. Bu talihsiz zamanda canayakın, cesur bir pençe ezer mi hırıltısını aç gırtlakların? Biliyorum suskunluğunun rengini kırmızı, kanayan et gibi çiğ tükenmiş soluğuna benziyor kesilmiş bir keçinin, biliyorum solgundur rengi suskunluğun ölü bir insanın gözlerindeki dolu boşluk kadar anlamsız kırık bir aşk senfonisinin ansızın kesilmesi kadar. Biliyorum suskunluğunun rengini dermansız bir düşün ateşli sesisessizliği kadar sarı. Suskunluğu gördüm bukelamunların milyonda bir renginde uzun, duygusuz yüzünde senin bu çenebaz kasabada duyumsamıyorum bu yüzden, duymuyorum yankılarını acının, duyuyorum sadece insanların birbirlerinin acılarına attıkları güzel kahkahaları Suskunluk mavisiyah dudak mı ruj mu, yapışkan korku mu ya da ne? ABİKU Ruh ruha katıldım annemin şarkısına Kırk yıl yaşasam da silinmeyecek bu yara izleri Ne yaptımsa doğarken fısıldanmış olmalı dereye Ne söyledimse dereye anlatılmış olmalı nehre Denizin koynunda, okyanusun karnındadır nehrin bildiği Güvenince rotasına nehrin, kayboldum Bir âsi oldum dişsiz, küreksiz bir âsi Ama ayrılıklar armağanı sevinç verir, korkutur sonra Ruh ruha süründüm annemin güzel yağını Kırk yıl yaşasam da silinmeyecek bu yara izleri Tanrıydım, çocukları yöneten tanrı Maskeli bir yüzdüm, dölyatağından akan şarkıları mumlayan biriydim Mısır taneleriydim tek tek atılan, hain tavuk gagaladı ve çağırdı toprak. Çocuklara yönelen ruh, dedi babam Kesiklerim önce geldi diğer güçlü belirtilerden… Yalandım, korkusuydum diğer çocukların. Ruhum ben çocuklar üzerinde, insanlar üzerinde Korkutuyorum hâlâ annemi şekil değiştire değiştire İzler silinmiyor, kıpırdamıyor nehir, patikalar dalga geçiyor yalnızca. RUH Eğer şiir tanrıların mırıltısıysa kazığa bağlayıp yakın beni hançerleyin dillerin ruhuyla. Şiir eğer notalarıysa aklın bağlayın yakın beni kazıkta neşeli rüzgârların fısıltılarıyla… Öğretin bana yağmurlar ne söyler yeryüzünün mısır başaklarına neyi şakırlar güneş kuşları gezgin ayaklar ne anlatır tanyeri çiğlerine. Eğer şiir canlı ve düşsel dünya görüntüleri doğuran sözcüklerse gösterin bana nehir yataklarının meraklı gözlerden ne gizlediğini gösterin bana kıvrımlı bitkilerden, ağaçlardan oluşan bir yayladaki patikasını maymunların Ah, anlatın bana eski/mez yolların tarihini. Anlatın ne söyler ıssız sokaklar savurgan güneşe toplumsal dudaklar acımasız krallara ne söyler ne sorarlar hasta yoksullar dar kafalı prenslere. Ve eğer şiir kısrağıysa sevincin verin bana sürükleyici öpüşlerini taş ve kum üzerinde akan selin. Verin bana fırtınadaki güzelliği şu durgun denizdeki verin duyargalarını çekirgelerin bukalemunların etini arıların tiz seslerini papağanların taklitlerini saksofonunu sincapların rüzgârın flütünü… Verin bana dansların güneş yazılarını kazığa bağlayın beni, gerin can evine dek şarkıların. Ş BULACAĞIM SENİ Şiirim bulacak bu gece seni dans ediyorken kendi kendine arzuların kasırgası, bilmeden, geçip gidecek beni. Ve ben demir çıpa, ölüyorum senin esrimenden, çökmüşüm dibe yokluğunun bağışlanmasıyla. Senin uğruna güvenilmez çam ağaçlarında dolaştım Senin uğruna açılmış maden ocaklarında kurban ettim kollarımı Senin uğruna nice unvanlar aldım… Zevk veriyor bana şu an bir kat daha: çatlamış dil üzerindeki yağmurun simyası kadar tuzlu gülüşün ya da nane kokulu gizemine doluluk veren sismik tüylerin. Bu gece şiirim seni arıyor ama ben bir düş kırıntısıyım. Onun ortasında her şey, sen orada olmadığın zaman kumların inceliğinde buluyorum hep seni taşların, ırmakların sesinde ve bulutların dalga geçmesinde dalgalar içinde, ülkemin kumullarında, köpüklerinde. Bilmeyeceğiz günleri ama saatler girecek kasırgalardan, danslardan esrimenin özgürlüğünden bu çentikten ve şu düşgücünden içeri ateşin hatırlanmasından önemli değil bütün bunların anlamı. Bu saattir şiirimin seni bulacağı zaman Bu saniyedir şarkılarımın seni doyuracağı an. HER DURUMDA ÖLDÜRÜLECEK Amina Lawal için (*) Her durumda taşlanarak öldürülecek... Sulayacak onun kanı habire hak iddia eden haksızların büyük pişmanlığını Taşlanarak öldürülecek öldürmek için bir adamın kasığındaki guatrı Taşlanarak öldürülecek yalanlıyorken bir geceyarısı buluşmasını Ölümcül suçsuzluğunu haykıracak, Boşuna söyleyecek sevgilisinin adını Taşlanacak, ölünceye dek, boşa harcanmış tutkusu kanı, teri ve ekşimiş sütü... Ve temizleneceğiz biz hepimiz vampirlerin sidiklerinde yayılınca bedeni Üçüncü günde, doğacağız tozlardan, varlığımızın küllerinden Taşlar elmaslara dönüşecek ve söylentiler, yakutlara dönüşecek belinin etrafında Can verince kendini haklı çıkaran haksızın taşına onun öyküsü damıtılacak yurdunda kırıntısı olarak tuzun. O ÜLKEYİ GÖRDÜNÜZ MÜ? O ülkeyi gördünüz mü sonu gelmez tatlı masalların anlatıldığı yeri? O köyü gördünüz mü halkının güçten düşmediği, yaşlanmadığı yeri? O bahçeyi gördünüz mü vahşi güllerin hiç kurumadığı yeri? O kaynağı gördünüz mü neşe sularının hiç dinmediği yeri? O bağı gördünüz mü şarap meyvesi kokularının hiç tükenmediği yeri? (Mart 2001; New York JFK Havaalanı’nın 4. Terminali’nde rötarlı bir uçağı beklerken) Kum, fırtınalar, karlar… Rüzgârım fırtınalar topluyor bir kez daha Öğrenmek dürtüsü öldürüyor bütün soğukluğu. Yakında çok yakında Yıkayacağım ayaklarımı bu toprakla Gökkuşağıın beyazlamış fırtınalar içinde kırıldığı. İki kez işitmiyorum, iki kez ilgisiz Kalıyorum dünyaya Duyabiliyorum rüzgârdaki sesimi Soğanı oluyorum binlerce elbisenin ve rengin. Bir ölüm hapishanede Her yerde alaycı bir soğukluk Nerdeyse hiç yaşanmamış bir an Kozmetik güneş bakıyor göze çarpmadan. Kum fırtınaları… Rüzgâr fırtınaları Kar fırtınaları… Dünya öylesine beyaz, rüzgâr öylesine öfkeli Dans etmek için daha fazla filiz istiyor tropikal ayaklarım. Nijeryalı Müslüman kadın Amina Lawal Kurami (d.1972), zinayla suçlanarak şeriat yaslarına göre Katsina Eyaleti Şeriat Mahkemesi tarafından 22 Mart 2002 tarihinde recm cezasına çarptırıldı. Ancak, uluslararası tepkiler nedeniyle kararından vaz geçerek 25 Eylül 2003’te sanığın beraatına karar verildi. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1097 24 ŞUBAT 2011 SAYFA 23