25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mark Fisher’den ‘Kapitalist Gerçekçilik’ Dünyanın sonunu hayal etmek Mark Fisher, Kapitalist Gerçeklik adlı kitabında içinde bulunduğumuz sistemi siyasal, hatta toplumsal sistemi bütünüyle tüm ilişkilerin ve davranış kalıplarının şekillendiği bir yapı olarak görüyor ve kapitalist gerçeklik olarak algılıyor. ? Cemran ÖDER on günlerin küresel felaketleri sanki insanlık tarihinin kaderiymiş gibi veriliyor. Somali’deki kıtlık, Norveç’teki kıyım, Suriye’deki iç savaş, Yunanistan’daki kriz, Londra’daki isyan…Tümünün nedenleri ya çalışmayan tembel insanlara bağlanıyor ya bölgenin kaderine ya çapulcu gençlere ya da sadece fazla refahtan bunalmış sapkın insanlara. Kişilerin sorumlu tutulduğu bir kadercilik olmamalı bunun açıklaması, basit bir kadercilik sorunun kaynağını görmekten alıkoyuyor. Irkçılığı, yoksulluğu, kıtlığı besleyen kapitalizmdir; yoksullar sokakları ateşe veriyor, mağazaları yağmalıyor, bankaları taşlıyor. Mark Fisher kitabında tam da bunu dert ediniyor. Yazara göre, içinde bulunduğumuz sistem siyasal hatta toplumsal sistem bütünüyle tüm ilişkilerin ve davranış kalıplarının şekillendiği bir yapıdır. Bu yapıyı kapitalist gerçeklik olarak algılıyor. İngiltere’de yaşayan Mark Fisher yazar, akademisyen, öğretmen gibi çeşitli mesleklere sahip bir aktivist. Kapitalist Gerçekçilik kitabı yayınlandığında başta Slavoj Zizek olmak üzere yaşayan pek çok entelektüel tarafından ilgiyle karşılandı. Mark Fisher, an itibarıyla içinde bulunduğumuz çağı postmodern bir çağın da üstünde kapitalist gerçekliğin çağı olarak adlandırıyor. Aslında kapitalizmin sadece ekonomik ilişkiler ağı olmadığını aksine bütüncül bir toplumsal ve siyasal sistem olduğunu, kendinden önceki entelektüeller gibi bir kez daha vurguluyor. Fisher, kapitalizmin sadece felaketlerin değil açıklamasını başka şeylerde aradığımız onca boşluğun da müsebbibi olduğuna işaret ediyor. Fisher’i öncüllerinden ayıran ise yazım dili. Akademik bir dil kullanmıyor, özellikle bundan kaçınıyor. Aksine okuruyla konuşur, tartışır gibi yazıyor. Referansları akademik makaleler değil daha çok edebiyat, filmler, müzik grupları ve televizyon programlarından alıyor. Mark Fisher, entelektüel faaliyetin bunun içine okuma, yazma ve tartışmayı koyabiliriz, seçkinlere ait bir alan olmaktan çıkarılması gerektiği aksine bunun kamusallaşması gerektiği üzerinden hareket ediyor. Bu nedenle anlaşılır, açık bir dil kurmaya dikkat ediyor. Fisher, sistem eleştirisini üç temel aks üzerinden yürütüyor. İlki eğitim, ikincisi sağlık (ruh sağlığı) ve son olarak ekoloji. Geçmiş yıllarda üniversitelere gazete reklamlarında rastlamazdık. Özellikle bu sene üniversite sınav sonuçları açıklandığında gazetelerde, televizyonda dış alan panolarında üniversite reklamlarını görmemek neredeyse imkânsızdı. Bir anda bu kadar çok üniversite reklamının peydah olmasında bir tuhaflık olduğunu anlıyoruz ama bizi rahatsız eden şeyin ne olduğunun adını koyamıyoruz. Yükseköğrenimin tam rekabet şartlarına uyması mı, devlet üniversitelerinin bile öğrenci kapma yarışına girmeleri mi, gıpta ettiğimiz akademisyenlerin birer müşteri temsilcisi edasıyla en prezantabl duruşlarıyla poz vermeleri mi, yoksa en afilli teklifin hangi üniversiteden geleceği mi? Aslında tümü. Mark Fisher bu durumu postmodern bir öğrencieğitim ilişkisinin ötesinde kapitalist gerçekliğin içinde eğitimin dönüşümü olarak bakıyor. Bu gerçeklik içinde üniversiteler ve hizmet aldığımız diğer sosyal devlet kurumları hastaneler, huzurevleri gibi kapitalizmin güvenli ellerinde kârlı birer hizmet sağlayıcısına dönüşürken biz zavallı insancıklar birer müşteri, en fiyakalı tanımlamayla “işbirliği ortağı” veya “paydaş” oluyoruz. Öğrenciler de kendilerine sunulan bu seçeneklerden en fiyakalısını, en renklisini, en canlısını seçmeye çalışıyor. Sürekli içinde boşluk duygusu olan, bir türlü aradığını bulamayan gençler felsefi bir nihilizmden çok kapitalist bir tatminsizlik içinde debeleniyor. Fisher’e göre işin diğer tarafında da huzursuz ruhlarımız var. Sürekli “başarı”, “hız”, “çalışma” mottolarıyla motive iş hayatları… Çalışma ve yaşam birbirinden ayrılmaz hale gelir. Stres gündelik yaşamın doğal sonucu gibi geliyor, depresyon ve şizofreni sürekli kişisel bir durum gibi yansıtılıyor. Oysa Fisher, ruh sağlının da kapitalizm kültürüyle beslendiğini ve hatta sistemin yarattığı insan tipolojisinin bir sonucu olduğunun altını çiziyor. Başarısızlık kişiye mal ediliyor, oysa toplumsaldır. Reklam ve bankacılık sektöründe çalışanların sürekli vitamin ve sakinleştiriciler almaları tesadüf olmasa gerek. Bugün karşımızda bir “gerçek” olarak duran çevresel felaket kapitalizmin büyüme fetişi altında gizlenmektedir. Yazar, aslında sonuçları itibarıyla saklanamayacak kadar travmatik olduğunun altını çiziyor. Mark Fisher, kitapta kapitalist gerçekliğe bir alternatif olup olmadığını sorgularken umutsuz bir son çizmez aksine solun yeniden politikleştirmesi gerektiği sorunlara verilecek yanıtlar üzerinden bir alternatif sunmaya çalışmakta veya en azından bunu tartışmaya açıyor. ? Kapitalist Gerçekçilik: Başka Alternatif Yok mu?/ Mark Fisher/ Çeviren: Gül Çağalı Güven/ Habitus Kitap/ 96 s. 24 KASIM 2011 ? SAYFA 21 S CUMHURİYET KİTAP SAYI 1136
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle