Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K oman kişisi olarak öğretmenin yazınımıza katılışı ilk ne zaman gerçekleşti acaba? Sonrasında hangi süreçlerden geçerek ne gibi gelişim gösterdi, ne türde değişimlere, dönüşümlere uğradı? Konu yalnız yazın tarihimiz açısından değil toplumsal gelişim, buna yönelik oluntular, yönsemeler bağlamında da önem taşıyor kanımca. Kendi payıma, özelikle Köy Enstitüsü kökenli yazarlarla başlayan süreçte romanımızdaki öğretmen karakterine değgin farklı örneklerden kalkarak farklı zamanlarda yazılar kaleme alıp konu üzerinde durmuştum. Onlara bu yazı da eklenebilir herhalde. Romanımızda önemli bir yer tutan öğretmenlerin ilkin kadınlardan oluştuğu, bunun da kadın cinsine “ehveni şer” olarak yakıştırıldığı söylenebilir. Çünkü roman okuyan, bu çerçevede okudukları romanların etkisine açık gösterilen kadınların, sonradan öğretmen olarak romanlarda yer alışı önemli gelişme. Nurdan Gürbilek’in şu soruları önemli: “Romanın kuruluş döneminde züppe, metres ve mürebbiyeyle birlikte neden vazgeçilmez bir figüre dönüşmüştür okuyan kadın? …Hemen hemen bütün romanlar(.)da neden roman okuKör Ayna, Kayıp Şark / yan bir genç kız var?” (K Edebiyat ve Endişe, Metis, ikinci basım, 2007], 22, 23) Buna göre “Romanın telkinine fazlasıyla açık (bir) kadın okur” söz konusu demek ki… (29) Kadınların “öğretmen” olarak romanlara katılışı roman sanatı açısından öteki mesleklerin katılışında gözlenebilecek ilinti çerçevesinde bir değer taşır olsa olsa. Ne var ki roman sanatı açısından pek önem taşımayan öğretmen karakteri, kadınımızın neredeyse yaklaşık yüz elli yıla varan mücadelesi içinde simgeye dönüşmesi nedeniyle, doğrusu ya büyük önem taşıyor… Bunu iki açıdan ele almak olası… İlkin geçmişten günümüze mücadele veren kadınlar arasında akademisyenöğretmenlerin önemli güç oluşturduğu gerçeği var. İkinci olarak da kadınların ancak uzun bir mücadele sonucunda etkilere açık roman okurluğundan nitelikli, etkin öğretmen rolüne geçtiği gözleniyor. Gelin şimdi bu konuda kimi ipuçları derlemeye çalışalım kimi kitaplardan kalkarak… KADININ EĞİTİMÖĞRETİM HAKKI İÇİN SAVAŞIMI... Aynur Demirdirek, Osmanlı kadınlarının savaşımında, “Kadınların en çok dile getirdikleri ve açık olarak ifade ettikleri talep, eğitim talebi” deyip şunu vurguluyor: “Kadınların pek çoğu, kadının, toplumun geleceği ve gelişmesi için, çocuğu yetiştiren biri olarak eğitilmesini savunuyor. Ama yazıların bütünü, duygusu başka şeyler de söylüyor; (…) bu talepte; eğitimle erkeklerin karşısında bir varlık göstereceklerine inandıkları için, kendilerinde eksik olan güven duygusunu eğitimle yakalayabilmenin yaşantı ve sezgisiyle eğitim talebine o kadar çok sarılıyorlar.” (Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, Ayizi, gözden geçirilmiş ikinci basım, 2011, 53, 54) Böylece “Şair Nigar’ın deyimiyle ‘eşyayı beytiye’den [ev eşyası] görülen kadının ıslahı, onlara neler okutmak gerektiği, mevcut okulların durumu, okul program ve müfredatlarının yeniden düzenlenmesi ve nihayetinde kadınları, ‘terbiyei medeniye’ projesinde çağın gereklerine göre şekillendirmek veya ‘ıslah etmek’, SAYFA 20 ? 24 KASIM itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA KADIN ZAMANI4 R Kadına yakıştırılan rol model: Öğretmenlik... hem muhafazakârlar tarafından hem de yenilikçi kanatta tartışılan en mühim mevzulardan birisi”ne dönüşüyor. (Fatma Kılıç Denman; İkinci Meşrutiyet Döneminde Bir Jön Türk Dergisi: Kadın, Libra, 2009, 207) Osmanlı’daki kadın mücadelesinde Batı’yla ilişkinin, dolayımsız, süreğen yürütüldüğü İstanbul ile Selanik’in merkez olması boşuna değil. Denman, kitabında bunu şöyle vurguluyor: “Siyaset ve örgütlenme çalışmaları gibi eğitim faaliyetlerinin de ülkenin diğer yerlerine kıyasla Selanik’te çok daha hızlı geliştiği görülüyordu. Siyasal hareketlerin yayılmasında araç olarak da kullanılan okullar, siyasal örgütlerce kuruluyordu. (…) Rumlar ve Musevîler gibi diğer milletlerin okul kurma konusundaki başarısı ve çabaları Türkleri de etkil(liyordu)” bu arada. (208, 209) 1908’de Selanik’te yayımlanmaya başlayan, “adında ‘kadın’ kelimesini kullanan ilk dergi olan Kadın”ın (13) çevresindeki bir tartışmada Zekiye, “Büyük fedakârlıklarla dışarıdan okul yöneticileri sağlanacak olsa bile ‘muktedir’ öğretmenler nereden bulunacaktır?” (210) diye sorarken, “Darü’lmuallimat’tan Nakiye, öğretmenler adına verdiği cevapta, genel olarak maaşların azlığından şikâyet ederek uygun maaş verilirse; (…) yetişmiş eleman olduğunu söyl(üyor).” (218) Bu arada “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden Ahmet Rıza ve kız kardeşi Selma Rıza’nın, modern usullere göre açmaya çalıştıkları kız okulu(nun), gelenekçi kesimden çeşitli sebeplerle çok tepki topla(dığını)” öğreniyoruz. (216) “Kadınların yeniden icat edilmesi ve kurgulanması” (239) bağlamında yürütülen tartışmalarla “yeni kadın” da böylece “şekillenmeye başl(ıyor).” Nasıl bir kadındır bu? “İyi anne, İyi Müslüman ve iyi eş olmasının yanı sıra vatansever, meşrutiyetperver, tutumlu, vazifeşinas, hayırsever, fedakâr, şefkatli, hüzünlü, ciddi ve tabii ki güzel…” (234) Yine de “II.Meşrutiyet kadınlarının bir tek profili yoktu”r. (…) ‘Konak eğitimi’ diye tabir edilen özel eğitimle şekillenen üst düzey yönetici bürokrat kızları, 19.yüzyılın sonlarında açılan öğretmen okulunda (Darü’lmuallimat) yetişen orta sınıf öğretmenler ve bu iki tür eğitimden de yararlanamayan taşralı kadınlar arasında fikirsel düzlemde benzerlik olduğu söylenemez.” (241) Selanik’te bunlar yaşanırken İstanbul’da neler oluyor? KADIN ÖĞRETMENDEN ROMANDAKİ KADIN ÖĞRETMENE... Serpil Çakır, kadın dergilerinden Kadınlar Dünyası ile Osmanlı Müdafaai Hukukı Nisvan Cemiyeti’ni öne çıkarırken kadınların eğitimöğretimi önceleyişleri üzerinde duruyor. Nitekim dernek “eğitimsizliğe karşı bir mücadele başlat”ırken “kadınlık hakkının müdafaa ve yükseltilmesi yolunda çalışılması”nı da zorunlu tutuyor. Bu çerçevede derneğin sürdürdüğü kararlı çalışmalar, “OsmanlıTürk kadınının ilk kez bir kamu kuruluşuna girmesini sağla”rken, “… Başvuruları önce kabul edilmeyen Bedra Osman Hanım ve arkadaşları, sonunda Osmanlı Dersaadet Telefon Anonim Şirketi’ne kabul edil(iyor). (…) Bu kadınlar arasında …Bedia (Muvahhid) Hanım da vardı(r)./ Dernek, Türk kadınının ilmin ilerlemesine seyirci kalmadığını göstermek için üyelerinden birinin bir pilot eşliğinde uçmasını düşün(üyor). (Öğretmen) Belkıs Şevket Hanım üstlen(iyor) bu vazifeyi.” (Osmanlı Kadın Hareketi, Metis, genişletilmiş üçüncü basım, 2011, 107 vd.) “Hanımlara Mahsus Gazete’nin yazı kadrosundaki kadınlar, tıpkı Selanik’teki gibi dönemin aydınbürokrat kesiminin kızları ya da eşleri olan entelektüellerdir. (…) Bu isimlerin her biri, dönemlerinin yazın yaşamında belli bir yere sahipti(r). Bunda aldıkları eğitimin rolü büyüktür.” (72) Yüz yıl öncesinden küçük bir iki ayrıntı yalnızca… 1990’larda, yani aradan geçen yüz yılı aşkın süre sonra sözgelimi Antalya’da kadınların savaşımında “Öğretmenlerin oranı (.) belki yine aynı gerekçeyle yüksek…” (Doksanlarda Türkiye’de Feminizm ; [Derleyen: Aksu BoraAsena Günal] Nilgün Eroğlu Üstün, Süheyla Doğan, Deniz Kandiyoti, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk romanında kadınlara yaklaşımın, Osmanlı düzeninin değişimi ve Osmanlı kimliği sorununa ilişkin kaygıları (.) yansıttığını” söylerken Halide Edip’le ilgili de şu öne sürüşü getiriyor: “Adıvar’ın romanları Cumhuriyet Türkiye’sinde kadınların kamusal hayata hangi koşullarla kabul edilebileceklerini ifade eden bir mecazdır; cinsiyetsiz ve kadınlıklarından sıyrılmış olarak.” (Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar /Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, Metis, üçüncü basım, 2011,160) Kandiyoti kadının “fitnenin taşıyıcı olarak” algılanışına değinerek F.Mernissi’nin “İslami düzen iki tehditle karşı karşıyadır: dışarıdaki kâfir ve içerideki kadın” deyişini aktarıyor. (148) Ne var ki kadın aynı zamanda bir “şefkat emekçisi” olarak öğretmenlik için idealdir de. Şöyle de denebilir: Anne, bacı yerine konulabilecek, bu anlamda kızların eğitiminde yararlanılabilecek düzen kuruculuk yaparak bunu sağlayacak bir “yeni kadın” rol modelidir o… Ancak kadın, öğretmenlik için en uygun kişi gibi alınsa da fitneye açık oluşu nedeniyle dikkat edilmesi gerekiyor. İşini duvarların arkasında olsa da göz önünde yapması baskılanma, sınırlanma olasılığını artırıyor. “KADIN ÖĞRETMEN”: YÜCELTİRKEN SINIRLAMAK... “Vakfetme” olgusunun kadın için nasıl da büyük tuzaklarla dolu olduğu kolayca kestirilebilir. Kendisini “vakfetme”si beklenen kadının, günümüzde kocasını terk etmesi ya da boşanmaya girişmesinin nasıl kıyım gerekçesine dönüştüğü görülmüyor mu? Gülnur AcarSavran, “fedakâr, cefakâr kadın” söylemine özel yer açarak şunları aktarıyor: “…Kadınların evde yapıp ettiklerinin adı bizim dilimizde –ve birçok başka dilde ‘çalışmak’ değil ‘uğraşmak’tır.” “Her şeyden önce, kadınların ev içinde yaptıkları işler hep bir sevgi peçesi taşır.” Örneğin “Erkekler kendi bakımları söz konusu olduğunda karılarını, kızlarını erkek koğuşunda oturtmakta hiç beis görmüyor. Refakatçilerin hepsi kadın. Cinsiyetçi işbölümü bakıcılık işini kadınlara dayatıyor… (…) Kadınlarla erkekler arasında acıyı taşımaya ilişkin bir işbölümü de var. Hastalıkta, ölümde ortalıktaki kadın sayısı hep artar, erkekler piyasaya cenazede çıkar. Çünkü onlar bu acıları taşıyacak olgunlukta değil.” (Beden Emek Tarih / Diyalektik Bir Feminizm İçin, Kanat,ikinci basım, 2009,79 vd.) Demek görece şefkat emekçisi olması, anaçça duygu temelinde erkeğe oranla daha çok hoşgörü, sabır göstermesi kadını öncü eğiticiöğretici olarak aday yaparken dişiliğinden ötürü görece de olsa kendisinden kaygı duyuluyor. Roman okuru kadından bakıcı, mürebbiye, hemşire, öğretmen kadın kimliğine doğru eyleyen kadına evrilişin son aşamasında sıranın yazarlığa, eleştirmenliğe geldiği açık artık. O halde öğretmenlik, kadınların söke söke aldığı bir hak. Yazıyı, Serpil Çakır’ın, yaşamlarını kadın haklarıyla ören üç kadına özgülediği satırlarıyla noktalayalım: “…Fatma Aliye, Ulviye Mevlan (Kadınlar Dünyası’nın yayıncısı,Osmanlı Müdafaai Hukukı Nisvan Cemiyeti’nin kurucusu) ve Nezihe Muhiddin’in Doğu Avrupalı kadınları kapsayan feminist biyografik sözlükte –fotoğraflarıyla birlikte yer”leri var… Demek “Dünya tarihinde Türkiye’deki kadınların direnme öyküleri de var artık.”(16 vd.) “Ne kadar da uzağız yanımızdaki gerçekliklerden değil mi?” ? Kâmile Yılmaz, Perihan Akay, Ayla Öner yazısı, İletişim,üçüncü basım, 221,231) Zaten öğretmenlik tam bu noktada, bir kadın mesleği sorunsalı bağlamında devreye giriyor. Kadının savaşımında önemli bir dayanak, yol gösterici, etkileyici konumuyla gerek Darü’lMuallimat kökenli öğretmen gerekse terzilikten halıcılığa, bakıcılıktan çamaşırcılığa vb. pek çok dala yayılan ustalıkları içine alacak biçimde çalışan eğitmen de kuşkusuz bu doğrultuda önemli role sahip. İlk kadın romancımız veya romancılarımızdan Fatma Aliye’nin, “haksızlığa uğrayan bir kızın kendi çabalarıyla okuyup öğretmen olmasını, toplum hayatında bilgili ve kültürlü bir birey olarak yer almasını” anlattığı Ref’et (1896– 97) adlı romanını okumuş değilim yazık ki… (Bak.: Fatma Aliye; Hayattan Sahneler/ Levâyihi Hayât, Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Tülay Gençtürk Demircioğlu, Boğaziçi Üniversitesi, 2002) Fatma Aliye’nin verimlediği öğretmenden yaklaşık otuz yıl sonra Halide Edip’in Vurun Kahpeye’deki (1926) öğretmenine geçebiliriz. Tanzimat’tan II.Meşrutiyete, cumhuriyetin ilk yıllarına uzanan süreçte öğretmenliğin kadın mücadelesinde konumuna değgin önemli ipuçları oluşturuyor kuşkusuz bu veri. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1136