25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O üsnü Arkan, Mino’nun Siyah Gülü’nde (Ekim 2011, Kırmızı Kedi yay.) 60’lardan 80’lere darbelerin gölgesinde yaşanan aşkları bir Ege kasabasında yaşayan ailenin kadınlarının gözünden anlatıyor. Mino’nun Siyah Gülü’nde birbirinden farklı zamanlarda mektuplarla, günlüklerle gelişen, farklı ağızlardan anlatılan anlatı katmanları var. Böylelikle Türkiye’nin üç farklı zaman dilimi 1960’lı yıllarda bir Ege kasabasında başlayan yasak bir aşk, 12 Eylül’ün hemen öncesinde başlayıp darbenin ardından yaşanan bir idamla son bulan kırık bir aşk ve 2007 yılında bunları hatırlayan iki kadının anlattıkları iç içe geçiyor, birbirini tamamlıyor. Mino, yeğeni Zehra ve Zehra’nın annesi romanın kadın anlatıcıları. Münevver’in sevgilisi Cahit de söz alıyor. Zehra, halasının ölüm haberini alınca veraset işlemlerini yapmak üzere kasabaya dönmüştür. Halasının evine yerleşmesi ile birlikte anılar, geçmişte yaşadıkları belleğinde canlanır. Önce 12 Eylül’de idam edilen Hasan’ın öyküsünü okuruz. Romanın sayfaları ilerledikçe Hasan’ın idama varan hayat hikâyesi ile birlikte birçok olay anlaşılacak, roman kahramanları arasındaki ilişkiler berraklaşacak ve roman günümüze kadar ulaşacaktır. Zehra, halasının evini toparlarken bir yandan kendi geçmişini hatırlar, bir yandan da yaşadığı döneme göre çok farklı bir insan olan halasının öyküsünü çözer. Romana adını veren Mino (Münevver) asker baba ve ağabeyinin sıkı disiplinine başkaldırmış, onların kendisine uygun gördükleri yaşam biçimine (ev kadınlığı) karşı çıkıp kendi hayatını kurmuştur. 60’lı yıllarda genç bir kızın doğup büyüdüğü kasabayı terk edip İzmir’e yerleşmesi, yalnız yaşamaya başlaması pek sık görülemeyecek bir olaydır. Münevver ağabeyinin okumasını engellemesini kendi kendini eğiterek aşmış, yalnız yaşayan, edebiyata meraklı, resim yapmayı seven bir kadın olarak hayatını sürdürmüştür. Bu mücadelesinde ağabeyinin eşi, yengesi hep ona destek olmuştur. Mino’nun mektuplarından izlediğimiz yenge görümce ilişkisine dışarıdan bakıldığında iki kadının arasında bir aşk varmış gibi görünse de aslında bu büyük bir sırdaşlıktır. Zehra, halasıyla annesinin arasındaki sırrı ancak 2007 yılında, evde bulduğu mektuplar ve fotoğraflardan anlayabilecektir. Mino, evli çocuklu bir adama âşık olmuş, onun uğruna aileyi, kasabayı terk etmiş, İzmir’e yerleşip ondan çocuk yapmıştır. Bu yıllarca süren yasak aşk sırasında da ailenin ve kocasının tüm olumsuz tavırlarına rağmen Zehra’nın annesi Mino’ya SAYFA 12 ? 24 KASIM kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Mino’nun Siyah Gülü H zen darbeci bazen mağdur oluyor. Hüsnü Arkan’ın bestelerini çağrıştıran bir anlatımı var. Oya gibi işlenmiş, küçücük ayrıntılardan bütüne doğru yönelen bir anlatım. Bağırmıyor, gerilimler yaratmıyor ama okura iletmek istediği hissiyatı da iletiyor. Sürekli yeni merak unsurları yaratarak, yeni sırların peşine düşürerek merakla okunan bir yapıt sunuyor. Son yıllarda roman iyice popülerleşince okurun algısı da ilkelleşti. Romanlarda yaşanmışlık, gerçeğe birebir uygunluk aranıyor. Yapısal ya da biçimsel denemeler hoş karşılanmıyor, kronolojik bir biçimde gelişen, birinci tekil şahıs ağzından anlatılan romanlar talep ediliyor. Kadın bir yazarın erkek gözüyle, erkek bir yazarın kadın kahramanların bakışından, ağzından yazması garipseniyor. Mino’nun Siyah Gülü’ne de bu yargılarla yaklaşılacaktır. Çok katmanlı anlatımın okuma güçlüğü yaratmadığını söylemiştim. Kadın gözüyle yazmaya gelince, ilk sayfalarda Zehra’nın anlatımı cinsiyetsiz hatta erkeksi görünse de romanın genelinde erkek yazarın kadın ağzından yazması rahatsız etmediği gibi sayfalar ilerledikçe bir avantaja dönüşüyor. Kadınlar ince şeylere dikkat eder, ayrıntılar üzerinde durur, irdeler, didikler. Hüsnü Arkan, kadınlara has bu özellikten yararlanmış. Mino’nun Siyah Gülü altmışlardan günümüze uzanan Türkiye tarihini, darbelerin, özellikle 12 Eylül’ün yüreklerde açtığı yaraları, yasak ya da kırık aşk hikâyelerini tamamladığı bir atmosferde ustaca anlatmış. TEHDİT MEKTUPLARI “12 Eylül’ün romanı yazılmadı” diye yargı var. Bu yargı pek de sorgulanmadan kabul gördü. Sanırım bundan sonra ne yapsanız bunu değiştirmek pek mümkün olmayacak. Oysa son yıllarda art arda 12 Eylül darbesi sırasında yaşananların işlendiği romanlar yayımlanıyor. Üstelik bu romanları artık sadece o dönemi yaşamış, 57’liler diye tanımlanan kuşak değil daha genç kuşaklardan yazarlar da kaleme almaya başladı. Yani artık bu dönemin tanıklığı ile yetinilmiyor, bir edebiyat eserinde işlenecek önemde ve tabii trajiklikte kabul ediliyor. Aslı Biçen’in Tehdit Mektupları da (Ekim 2011, Metis yay.) son örneklerden. 12 Eylül darbesinin hemen ertesinde, 1981’de işlenen bir cinayetle ilgili bir mahkeme kararı ile başlıyor Tehdit Mektupları. İstan Hüsnü Arkan destek olmuştur. Romanın ikinci katmanının, 12 Eylül darbesi sırasında yaşananların ardında da gizli bir aşk hikâyesi var. Aile üyelerinin sezdikleri ama kısa sürdüğü için adlandırılmamış bir aşk hikâyesi. Zehra’nın dedesinin kasabadaki evinde geçen çocukluğu sırasında iki yakın arkadaşı var. Bunlar, ailenin işlerini yapan Nuri Amca ve Gülizar Teyze’nin çocukları Hasan ve Halime. Zehra’nın babasının asker olması nedeniyle çeşitli yerlere tayin olsalar da arkadaşlıkları sürüyor ve üniversite yıllarında Zehra ile Hasan tekrar karşılaşıyorlar. Zehra, Hasan’a çocukluğundan beri âşık olduğunu anlıyor. Hasan da Zehra’yı karşılıksız bırakmıyor. Ama aşkları Hasan’ın siyasi faaliyetleri nedeniyle yakalanması ve yetersiz delillerle yargılanıp idam edilmesi ile son buluyor. Zehra, Hasan’a olan aşkını kalbine gömüyor, Hasan’ın kendinden yaşça büyük avukatı ile evleniyor. Bu kırık ya da yasak aşk hikâyelerini Türkiye’nin geçmişindeki darbeler birbirine bağlıyor. Çünkü Zehra’nın asker babası Cemil 27 Mayıs, Talat Aydemir’in 63’deki başarısız girişimi, 12 Mart 1971 ve nihayet 1980 darbelerinde çeşitli roller alıyor. Ba Aslı Biçen bul’da Beykoz’da nalburluk yapan Bahattin Perver zehirlenerek öldürülmüştür. Sanık, Ankara’da yaşayan bir kadın savcı olan Ülkü Öncü’dür. İlk bakışta Ülkü Öncü’nün bu yaşlı nalburu öldürmesi için bir sebep yoktur. Zaten, Ülkü Öncü de suçsuz olduğunda ısrarlıdır. Ama celseler ilerledikçe, mahkemeye sunulan tehdit mektupları, gönderilmiş ya da postalanmamış mektuplar, günlükler ve mahkeme tutanakları okundukça maktulle sanık arasındaki ilişki açığa çıkar ve romanın sonunda savcı Ülkü Öncü’nün bu yaşlı nalburu öldürmesi için birçok sebep olduğunu anlarız. Aslı Biçen, bu cinayeti ve yargılama sürecini eksene alarak 12 Eylül darbesini hazırlayan günlere ve darbe sonrasında yaşananlara bakıyor. Savcı, “Ülkü” adında da simgeleştiği gibi aşırı milliyetçi bir üvey babanın yetiştirdiği bir genç kadın. Üvey babası ile aralarında güçlü bir sevgi ve saygı bağı var. Hayatını onun istediği biçimde kurmuş. Milliyetçi fikirleri benimsemiş, devleti korumakla görevli olduğuna, komünistlerin en büyük tehlike olduğuna inanmış. Girdiği davalarda da sanık olarak karşısına getirilen üniversite öğrencilerinin hepsini azılı komünistler olarak görüyor, en ağır cezalarla cezalandırılmalarını talep ediyor. Aralarında nalbur Bahattin’in oğlu Cihan’ın yer aldığı gençlere tavrı da aynı biçimde. Cihan, üniversitedeki arkadaş çevresinin etkisiyle devrimci görüşlere sempati duymuş ama herhangi bir eylemin içinde yer almamış bir genç. Eski ev arkadaşları silahlı örgüt kurmak suçlamasıyla yakalanınca o da “yardım ve yataklık etmek” suçlamasıyla tutuklanıyor. Aleyhinde herhangi bir delil ve ifade olmadığı için Ülkü Öncü gibi önyargılı bir savcı bile ya beraatini ister ya da küçük bir ceza ile kurtulur diye düşünülürken ağır ceza talebi ile yargılanıyor. Ülkü Öncü’yü bu talebe yönelten Cihan’ın babası Bahattin’in oğlunun beraatinde faydalı olur umuduyla savcıya verdiği ailevi bir sır. Olumlu sonuçlanması beklenen bu sır paylaşımı Ülkü Öncü’nün ters tepki vermesine neden oluyor. Sonunda olaylar Ülkü Öncü’nün Bahattin’i zehirleyerek öldürdüğü suçlamasıyla yargılanmasına kadar varıyor. Tehdit Mektupları, mahkeme tutanakları, mektuplar ve günlüklerden oluşuyor. Biçimsel açıdan ilginç ama özellikle düz anlatıma alışmış okuru zorlayacak bir biçim. Aslı Biçen, romanın ana kahramanı savcı Ülkü Öncü’nün cinayete varan ruh halini anlamamız açısından bu handikapı avantaja dönüştürmüş. Ama Ülkü Öncü, adından başlayarak, ruh hali, anlatımı, bakış açısıyla bir karakter değil “tip” olmuş. 12 Eylül öncesinin aşırı milliyetçi, “ülkücü” devlet memurlarını, hukukçularını kendinde simgeleştiren klişe bir “tip”. Soldan bakıldığında dönemin birçok savcısı, hâkimi, avukatı bu tipte görülüyordu. Üstelik bu “tip” öğrendiği ailevi sırla tüm kişiliğini, hayatını değiştirecek öyle bir travma yaşıyor ki sanığa tavrını bu travmanın sonucu olarak görebiliyorsunuz. Ülkü Öncü’nün tipikliği ve yaşadığı travma romanın vermek istediği her şeyi aksi yönde etkiliyor. Oysa Tehdit Mektupları, anlatımı ve kurgusu ile iyi bir roman. ? 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1136 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle