05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D ir kenti canlı kılan insan ilişkilerindeki ayrıntılardır. O ilişkilerde; çocuk sevincinden sevi duyarlığına, yaşlı yorgunluğundan yalnızlık sarmalına dek şiir olmayı özleyen öyle ayrıntılar var ki, onların ayrımına varılamazsa kent bir taş yığınından başka nedir? Bir evin kapısını aralamak, bilmediğimiz bir sokakta yürümek, çarşıların cıvıltısına karışmak bir kentin gizlerini anlamaya yeter mi? Herkesin bir kenti yaşaması kendincedir. Kimi insan düşlem gücünde çoğaltır kenti, kimi insan yaşadıklarının ayrımına bile varmaz, öylesine sürüklenir kentin içinde. Bir kenti şiirlerde yaşatmak ne demektir? Ayrıntıyı görmekle varır gerçeğe insan. Düşlem gücü olmazsa o gerçek de yavandır. İlhan Berk “Yüksek Kaldırım”ı çıkarken “Galata Mevlevihanesi”nin şeyhi Galip Dede’yle karşılaşmış mıdır? Bir zamanlar İstanbul’un o yakasında Şeyh Galip’in yaşadığını düşlem gücünüzde canlandırmamışsanız gerceğin gizlerine nasıl varırsınız? Çünkü şiir gerçeğin öte yakasını da görmeye çalışır. Hele İstanbul gibi bir kenti anlatmanız gerekiyorsa, Yahya Kemal Beyatlı’nın dizesinden yola çıkmalısınız: “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.” eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Bir kenti şiirlerde yaşatmak BİR KÜLTÜR BAŞKENTİ Abdülkadir Budak’ın bir dizesinden yola çıkalım: “Giriyorum başkentini yitirmiş bir İstanbul’a.” Türk İstanbul 1453’ten sonra nice görkemli dönem yaşadı. Ama Mondros Ateşkesi’nden sonra “Mütakere İstanbulu”, insanlarının tutsak yaşadığı bir kente dönüştü. Gerçek fetih, 6 Ekim 1922’de İstanbul’un yeniden kurtarılışıdır. Ama Milli Mücadele Ankarası’nda Cumhuriyet Türkiyesi kurulunca 13 Ekim 1923’te Ankara başkent olmuştu. Bu durum İstanbul’un “2010 Avrupa Kültür Başkenti” olmasına engel değildir. İnsan yapısındaki değişik özelliklere, eskilerden gelen başkent alışkanlığına bakılırsa, neden “Dünya Kültür Başkenti” sayılmasın? Çok yönlü kültürlerin, değişik inanışların bir arada yaşadığı İstanbul’u dinleyen Orhan Veli diyor ki: “Bir yosma geçiyor kaldırımdan Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı. İstanbul’u diliyorum gözlerim kapalı.” Aynı İstanbul’da Yahya Kemal Beyatlı, “AtikValde’den İnen Sokakta” inanmış insanların “ramazan maneviyyeti” içinde yaşadığı bir ortamda; “Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz. Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı” diyebiliyorsa, kendisiyle ödeşmenin gizlerine vardığı içindir. Behçet Necatigil gibi, çağdaş bir bilge hoşgörüsüyle insana bakan bir ozan, “Barbaros Meydanı”nda, belki düşlem gücüyle, bir ana kızın izini sürüyor: “Utanır da belki Anasının sırtındaki Yeldirmeden Kız bir adım önde gider Sezdirmeden.” Anlaşılan yaşama biçimlerinin yavaşça değişime uğradığı bir kent İstanbul. Ancak usta bir ozan bu değişimin ayrımına varabilir. Demek kimsenin ayrımına varmadığı küçük bir ayrıntıdan İstanbul’daki değişimi görmek olanağı var. Geniş yollar, görkemli yapılardan çok, belirsiz bir ayrıntıda görmek gerekir İstanbul’u. Ama bir sevi ilişkisi söz konusu olunca İstanbul’u anılardan bakmak, ölünceye dek o ilişkinin anısında yaşamak gerekebilir. Ayten Mutlu böyle bir ilişkinin özlemi içindedir: “biraz mısır çarşısı, ipek çarşaflı bir gül gibi koksun yatağım ölüm olmadan adım son uykum aşk desenli olsun biraz nihavent baksın biraz İstanbul hiçliğin gizlerinde yokşehir.” Kimi zaman bir ince duyarlık nice katı gerçekleri aşan bir güç kazanır. BAŞKA KÜLTÜRLERLE BİRLİKTE YAŞAMAK İstanbul deyince şiirin tanıklığına başvurmak da gerekebilir. Kendine yeni bir yaşama düzeni kurmak isteyen nice insan Anadolu’dan İstanbul’a taşınır. İstanbul, onları bir deniz gibi içine alır da, kendine benzetebilir mi? Yoksa kentin içinde onlar ayrı adalar gibi mi yaşar? İlhan Demiraslan’ın şiirinde “Tophane”ye bakarken değişik yaşama biçimlerinin aynı ortamda kaynaştığı görülür: “Tophane dediğin bir uzun yol İki yanı iki sıra meyhane Yüz insan gördüm yüzü de başka Benzetemedim birbirine.” Birbirine benzemeyen bu insanların kimi oyuncu bir çingene, kimi bir şarkıcı, kimi kaptan, marangoz, çırak, demirci... Ama her birinin kendine özgü bir sevi ilişkisi de var. Anadolu’nun değişik yerlerinden akıp gelmiştir bu insanlar. İlhan Demiraslan elli yılı aşkın bir zamanın gerisinden, insanların nasıl bir hoşgörü içinde yaşadıklarını anlatıyor. Bu hoşgörünün daha da gelişmesi beklenirken günümüzdeki bağnazlık neden? İnsan kendiyle ödeşmesini bilmeli. “Bir İstanbul Kadını” olan Melisa Gürpınar bunu göze alabiliyor. Ama bu ödeşme bir babanın haksız davranışı yüzünden dayatılıyor ona: “soylu denen bir türden yaratılmıştı anam hayrandı kendine hayal kurdu ve yalnız kaldı ömrünce yapma bir çiçek gibi taşıdı yakasında gururu Üstelik küskündü babama sakladı beni parkın karşısındaki evde yıllarca ödetti küçük bir ihaneti fazlasıyla ödetti tam bir cumhuriyet meleği gibi ısrarla.” Belki de kendisinden kurtulan bir insan İstanbul’da yaşamanın gizlerine varacaktır. ANILARIN ANLAMI İstanbul’u anlatır görünse de, kendinden yola çıkar insan. Arife Kalender gözlerindeki Anadolu dalgınlığını İstanbul’da açmanın mutluluğu içindedir: “Cadde bostanına Malatya’dan geldim karatrenlerin uzun düdükleri kulağımda Haydarpaşa kapılarını maviye açmış rüzgâr martıya yakışmış balıklar suya kayık kayıyor, çanları tutun delirmesin hangi renkti sustuğum Göztepe’nin kıyısında.” Bir kenti yaşamak, o kentin insanlarıyla anıları olmak anlamına gelmelidir. Çıkar ilişkilerinin sarmalında yaşama savaşımına katlanmak kolay değildir. Gene de iyi arkadaşlıklardır, sevi ilişkileridir insanı avutan. İşinde mutlu olmanın gizlerine karışmak, çarşıların akışına kapılmaktır. “Kapalı çarşı deyip geçme” diyor Orhan Veli. O çarşının gizlerini bilmeden İstanbul’u tanımış olamazsınız ki! Öğrencilik yıllarımda, Edip Cansever’in antikacı dükkânında, asma kattaki söyleşilerimiz daha anısını koruyor. Yahudi ortağı dükkânı çekip çeviredursun, edebiyatın tadını çıkarmak ayrıca anlamlıydı. İşte küçük bir ayrıntı. Ama bir kente anılardan bakmanın önemini düşündürüyor. Enver Ercan’ın “Bizans’tan Günümüze İstanbul Şiirleri” seçkisinde 150’yi aşan ozanın şiiri yer almış. Belki bir o kadar başka ozan da, şiirde İstanbul’u yaşatmak istemiştir. İnsanı değiştiren, dönüştüren bir gücü vardır kentlerin. Hele İstanbul gibi bir söylenceler kentinde yaşayıp, hiç olmazsa şöyle bir ordan geçip de kendindeki değişimin ayrımına varmayan insana yazık. Ama insandan da o kente geçen bir şey yok mu? Yeter ki barış kültürü edinmiş olalım. Birbirimize en uzak durduğumuz yerde aramıza köprüler kurmaya çalışalım. “Avrupa Kültür Başkenti” olmak önemli değil. Nedim Efendi’nin; “Bir gevheri yekpare iki bahr arasında” dediği gibi, bir kent bunları çoktan aşmıştır. Yeter ki bizim yüreğimize de o cevherden yansıyan bir ışıltı olsun. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: B İSTANBUL DEYİNCE Tarih önceki zamanları bilemiyoruz. Ama milattan 7000 yıl öncesinde, milattan 2000 yıl sonrasına doğru, 9000 yıllık bir İstanbul’u tanımak bile olanaksızdır. Bir kenti şiirlerde yaşatmak daha zordur. İstanbul “2010 Avrupa Kültür Başkenti” seçildikten sonra etkinliklerin bir bölümü de “İstanbul Şiirleri” üzerine yoğunlaşmıştır. İnsan ilişkileri söz konusu olunca bir kente anılardan bakmak gerekir. Anılar, yaşanmışlığın tortusudur. Şiir, o tortudan geçerek bir kente ulaşmak ister. İstanbul’un fethinin 500. yıldönümüydü. O yıllarda İstanbul şiirleri daha bir önem kazanmıştı. Küçük bir seçki, divan şiirinden günümüze; fetih coşkusundan İstanbul sevgisine, İstanbul’un kıyı bucağından İstanbul insanlarına bir yolculuğa çıkarmıştı bizi (İSTANBUL ŞİİRLERİ ANTOLOJİSİ, Varlık Yayınları, 1953). Hani “İstanbul’un taşı toprağı altın” diye bir söz var ya, Nedim Efendi bunu doğrulayan “Kaside”sine şöyle başlar: “Bu şehri Stanbul ki bîmisl ü bahadır Bir sengine yekpâre acem mülkü fedadır.” “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” onuruna düzenlenen şiir seçkisi, şiirde bir kenti yaşatmanın özellikleri üzerine düşünmemizi kolaylaştırdı (BİZANS’TAN GÜNÜMÜZE İSTANBUL ŞİİRLERİ, hazırlayan Enver Ercan, Yasakmeye Yayınları, 2010). İstanbul’un şiire yansıyan özellikleri, insanı etkileyen, değiştiren bir gücü olmasıyla da değerlendirilebilir. Ne demişti Yahya Kemal Beyatlı: “İstanbul’un öyledir baharı Bir aşk oluverdi âşinalık.” İstanbul’u en çok anlatan kimi ozanlar “İstanbul Ozanı” diye anımsanır. İstanbul’un gerçek ozanı Yahya Kemal mi, Orhan Veli mi? Bedri Rahmi Eyüboğlu o ünlü “İstanbul Destanı”nda diyor ki: “İstanbul deyince aklıma Yahya Kemal gelirdi bir eyyam Şimdi Orhan Veli gelir Deminden beri dilimin ucundasın Orhan Veli Deminden beri senin tadın senin tuzun Senin şiirin senin yüzün Yaralı bir güvercin misali Başımın üstünde dolanır durur.” Ama Bedri Rahmi Eyüboğlu, İstanbul deyince, o şiir gibi öyküleriyle Sait Faik Abasıyanık’ı anımsar. “İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Burgaz adasında kıyıda Bir çakıltaşı seslenir Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür.” Enver Ercan, seçkisine daha çok ozandan şiir alabilmek için, gerçek İstanbul ozanlarından birerikişer şiir almakla yetinir. Aynı gözle değişik yerlere bakmak mı önemlidir, değişik gözlerle aynı yere bakmak mı önemli? Enver Ercan, değişik ozanların bakışlarıyla İstanbul’u görmeyi daha anlamlı bulmuş. Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1077 SAYFA 26
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle