22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K oplulukların perde açmaya koyulduğu bugünlerde bir iki haftayı tiyatroya ayırıyorum… Ne ki Dikmen Gürün, Ayşegül Yüksel, Zeynep Oral, Ayşe Emel Mesçi vb. Cumhuriyet yazarları ile Kültür Bölümü sergilenen oyunlara bütünlüklü yer açtığından, “Kitaplar Adası”na ise kitaplar düşüyor… Zaman zaman kaçamak yapıp topluluklara değindiğim olmuyor değil hani… Zaten Tiyatro Tiyatro ile öteki tiyatro dergilerinde sahne uygulamaları üzerine geniş ölçekli yazılar kaleme aldığımı söyleyebilirim. Oyun ya da kuram, tiyatro kitaplarıyla da ilgilenilmesi gerekmiyor mu? Hele, öyküden romana, denemeden eleştiriye, çocuk gençlik yazınından sinemaya, bilimden felsefeye, nelere nelere onca iştahla, hatta oburca uzanırken ben, tiyatro alanının kitaplarına sırt döneceğim ha, olası mı bu? 1950’lerde yenilenerek “modern” bir evreye giren oyun yazarlığımız, 60’larla 70’lerde Haldun Taner, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Sabahattin Kudret Aksal, Orhan Asena, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Güngör Dilmen, Turgut Özakman, Adalet Ağaoğlu, Güner Sümer, Atila Alpöge, Ülker Köksal, Dinçer Sümer vb. yazarlarla kendisine “sanatlı” bir yatak hazırladı denebilir. Sonraları tiyatromuz, yükselen 1968 doruğuyla birlikte Sermet Çağan, Başar Sabuncu, Oktay Arayıcı, İsmet Küntay, Vasıf Öngören, Yılmaz Onay, Bilgesu Erenus, Mehmet Akan, Haşmet Zeybek vb. yazarlarla kendisine devrimci dönüşüm yolları da aradı aynı zamanda. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA T Tiyatronun aydınlık yüzü... de yaşadığı evden, sokaktan, mahalleden, kentten işten alıyor onları, dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşabileceğimiz evrensel karakterlere dönüştürüyor. Bunun için ilkin olayların içinde yoğurup yerlileştiriyor onları, sonra evrensel boyutta gereksindikleri bir çerçeveye oturtuyor. Oyundan yayılan büyü ise, kişilerinin taşıdığı yalınlıktan kaynaklanıyor denebilir. Özşener, kesikli anlatımla, anlamı örtüp farklı açılarla bunu oyunda dolaştırmakla, imgeye, lekelemeye bağlı oyunu geliştirmekle, konuşma örgüsündeki kıvraklıkla geliyor önümüze. Oyun kişileri, bir satranç oyununda gibi konuşuyor bir açıdan. Ancak yazar, hiçbir zaman yapaylaşmasına izin vermiyor kişilerin. Böylelikle olayları da geri planda tutmayı başarıyor yazar. Andığım ikisinden farklı olmakla birlikte Konstantiniye’nin Güneşi (MitosBoyut, 1997) adlı oyununda da gözlenebiliyor bu durum. AHMET ÖNEL’DEN DOĞAN KORKMAZ’A... Biri Ahmet Önel, oldukça deneyimli, öteki Doğan Korkmaz, yolun başında bir genç yazar… Ahmet Önel oyun yazarlığındaki deneyimini çok daha önceleri öyküyle pekiştirmiş, hatta öykücülüğümüz içinde kendine özgü yer edinmiş bir ad. Ötesinde birkaç romanda da imzası var Önel’in. Bu kadarcık bilgi bile, yazarın aslında yazınsal kalıtın taşıyıcısı olarak oyun yazarlığını sürdürdüğünü ele veriyor. Toplu Oyunları 1 (MitosBoyut, 2009) içinde yer alan üç oyunu (Yüzleşme Oyunu, Erteleme Oyunu, Kaçma Oyunu), bu tür bir yargı için yeterli. Çünkü ilk sayfalarda daha, oyunlarını böyle yapılandırdığını görüyorsunuz yazarın. Önel’in oyunları ilk kez yayımlanıyor değil elbette. Ama çeyrek yüzyıldır Türk tiyatrosunun oyun dağarını var ettiği düşünülebilecek MitosBoyut’ta yayımlanışı görece gecikme gibi algılanabilir. Ahmet Önel, andığım ilk iki oyununda boşluklar yaratan, bu boşluklardan içeri sızıp yol alan, bunu söylemin kılcal damarı ile genişletip bizi anlam yumaklarıyla buluşturan bir yazar konumunda. Kimileyin simge bağlamında yorulabilecek göndergeleri kullanarak, sözcükler üzerinde kurduğu egemenliğe yaslanarak imgesel açıdan çok yönlü bir derinleşmeyle belirgin sahne plastiği yaratıyor Önel. Hep ışıltılı, sıcak, ta derinlerden süzülüp gelen konuşma örgüsüyle… Böylelikle, kahramanların kendi çemberlerinde sürdürdükleri yaşamda birbirleriyle ilgili tuzaklarını, hesaplarını, sorgulamalarını görmek kolaylaşıyor denebilir. Doğan Korkmaz’dan okuduğum Toplu Oyunlar 1’in (MitosBoyut, 2010) içinde iki oyun yer alıyor: İşçiler Cennete Gider, Kuş Kafesi. Korkmaz da, tıpkı diğerleri gibi üretken bir yazar. Onun yine MitosBoyut tarafından yayımlanan Ahmet Rasim’in aynı adlı yapıtından uyarladığı Falaka (2007) ile Kadınca’sını da (2008) okumuştum. Kuş Kafesi de İrfan Yalçın’ın Genelevde Yas’ından uyarlama. Korkmaz, oyunlarında bir saat tamircisi gibi parçaları dağıtıp sonra bunları bütünlemekte çok hünerli. Tıkır tıkır işleyen düzenek oluşturuyor oyunlarında. Bunun yanısıra tiyatral olduğunu düşünebileceğimiz her öğeyi kullanmakta, kıpır kıpır köpürtülerle bunları bu yönde sahnenin hizmetine koşmakta da eline çabuk bir yazar. Olayları, tiyatro sahnesine uygun soyutlayımdan geçirerek yeniden kuran, bütün bunları hep sahne gerçekliği içinde yerli yerine oturtmaya çabalayan tutum sergiliyor. Üstelik bu yerleştiriminde işitselgörsel tüm tiyatral gereçleri hem tek tek hem topluca, hem dağınık hem yoğun yerleştirerek çok kıvrak, yüksek tartımlı bir akış sağlıyor. Uyarlamalar da yapıtların oyun dilinde yeniden kurulduğunu ele veriyor zaten. Korkmaz, zaman zaman Ferhan Şensoy’un, özellikle yazar, sahneye koyucu olarak halka bakışındaki hoş, esintili tutumunu anıştırıyor denebilir. MİTOSBOYUT’TAN ÖNCE MİTOSBOYUT’TAN SONRA... Geçmişte de yayınevleri tiyatroya özgüledikleri diziler yapmıştı elbette. Bugün de yapıyor. Ne ki oyun, kuram dizileri uzun soluklu olmuyor hiçbir zaman. Bir tek MitosBoyut, tiyatro alanına özgü oyun, kuram kitabı yayıncılığını inatla, dirençle sürdürüyor. Bu çerçevede T.Yılmaz Öğüt’ün özverilerle kuşalı içtenlikli çabasını övgüyle karşılamamak elde değil. Gerçekten günümüzde tiyatrobilim ile oyun yayıncılığını açık arayla önde götürüyor o. MitosBoyut dışındaki yayınevlerinin tiyatro yayınını bıraktığı düşünülmemeli. Süreğenlik göstermese de, azımsanmayacak sayıda yayınevinin cılız, seyrek biçimde tiyatro yayını çıkardığı görülebiliyor. Hatta kimileyin hiç tanımadığımız yayınevleri bile bakıyoruz oyun yayımlıyor. Geçenlerde okuma fırsatı bulduğum bir kitap bu nedenle çok sevindirdi beni. Mehmet K.Dostay’ın kaleme aldığı iki oyunlu bir kitap bu: Keçilerin TürküsüGöz Göze Yüz Yüze (Murat Kitabevi, Ankara, 2009). Genç oyun yazarı Dostay’ı tanımaktan büyük mutluluk duydum doğrusu. Bir kez sözlü dili kullanırken, bunun dışında oyunu yapılandırıp kurarken sergilediği özenle, dikkatle ilgiyi hak ediyor Dostay. İyi kurulup çatılmış, iyi yapılandırılmış izlenimi bırakan oyunlar her ikisi de. Soyutlayımdaki düzey de, doğrusu ya, izlenmesi gereken bir oyun yazarıyla tanıştığımızı gösteriyor bize. Nitekim anlamı, bireyin ruhsal derinliklerinden çıkarmaya çabalayan bir yazar o. Bu çerçevede insanın varoluş sorunsalına odaklanmış görünüyor oyunlarında. Bunu tiyatroya uygun bir yazınsal dille örüntülemekte de başarılı. Dostay’ın oyunlarını bir yayınevi yayımlamış. Bu arada kendi oyunlarını yayımlayanlar da var kuşkusuz. Kıt olanaklarını buna seferber edenler demek daha doğru belki… Süleyman Kılıç’ın (Slo) oyunu Mucit adını taşıyor. Ama ne kitabı basan kitabevinin adı var kitapta ne de basıldığı tarih… Fakat Kılıç, ilginç bir işe soyunmuş. Basit bir düzenle iki kişilik skeçlerden oluşan bir çevre sorunları oyunu kurmuş. Oyunda dünyanın, Türkiye’nin yüz yüze olduğu tüm çevre sorunları ele alınmaya çalışılmış. Böyle bir çalışmayla ilk kez karşılaştığımı söyleyebilirim. Oyunun kimi bölümleri, çevreciler tarafından alan oyunları, sokak tiyatrosu, tepkieylem tiyatrosu örnekleri olarak sergilenebilirmiş gibi geldi bana. Bunca sözün ardından, tiyatrosuz bir aydınlanmanın düşünülemeyeceği apaçık görünüyor… Yeryüzünün ilk aydınlanma sanatı da tiyatro değil mi zaten? Haftaya yine oyunlarla birlikte olacağız…? Yaşamın, sanatın tüm alanları gibi tiyatromuz da derinden etkilendi 12 Eylül’den… Türk tiyatrosunun gerek topluluklar gerekse oyun yazarlığı bağlamında yoğun savaşım verdiği gözden uzak tutulmamalı hiçbir zaman. Ancak tiyatromuzun 12 Eylül karşıdevrimiyle tamı tamına hesaplaştığı söylenemez herhalde. 1980 sonrası pek çok topluluk tarafından pek çok kez sahnelenen Murathan Mungan, Tuncer Cücenoğlu, Memet Baydur, Ferhan Şensoy vb. yazarlar kendilerine dek ulanan bu yazarların harmanı, geleneğin temsilcisi konumuyla halkanın ardıllığını yaptılar bir bakıma. Ne var ki 1990’lardan başlayarak, özellikle 2000’lerle birlikte yeni bir yazarlık evresiyle karşılaşıldığı da savlanabilir. Bu çerçevede günümüzde Özen Yula, Civan Canova, Behiç Ak, Turgay Nar, Metin Balay, Coşkun Irmak, Cuma Boynukara, Hasan Erkek, Raşit Çelikezer, Hasan Öztürk, Okday Korunan vb. yazarların adları sıralanabilir sanıyorum… 1980 sonrasında, ama 90’dan da önce, bu yazarlar grubu arasında kalmış, belirgin biçimde adlarını duyuran bir gruptan daha söz edilebilir. Erhan Gökgücü, Ülkü Ayvaz, Haluk Işık, Erman Canatan vb. yazarlar da bu gruba alınabilir sanıyorum. SEMA GÖKTAŞ’TAN FUNDA ÖZŞENER’E... Yeni evredeki en dikkat çekici yanlardan biri, kadın oyun yazarları sayısında gözlenen belirgin artış. Başlangıçta Nezihe Meriç, Nezihe Araz, Adalet Ağaoğlu, Ülker Köksal, Sevim Burak, Bilgesu Erenus, Melisa Gürpınar, Işıl Özgentürk gibi adlarla sınırlı kalmış kadın yazarlarımız özellikle 1990’larla birlikte atak yapmış görünüyor. Nitekim Müzeyyen Erim, Nesrin Kazankaya, Gülsün Siren Kınal, Zeynep Kaçar, Tülin Tankut, Mine Ölce, Sema Göktaş, Funda Özşener, adını anamadığım nicesi tiyatro yazınımızın 1990’dan sonra kazandığı kadın yazar adları arasında… İşte bunlardan ikisi üzerinde durup alana kazandırdıkları erkeye yöneleyim istiyorum… Sema Göktaş ile Funda Özşener’den okuduğum oyunlar, bu yazarların, ilkin yazınsal yazar tutumuyla oyunlarını nasıl yapılandırdıklarını, sonrasında birer sahne metni olarak nasıl ayağa kaldırıp geliştirdiklerini göstermeye yetiyor. Sema Göktaş’ın Duvar ile Yerin Altında (Toplu Oyunları 1, MitosBoyut, 2006), Funda Özşener’in MitosBoyut’ça yayımlanan Sevgili Hayat (2004) ile Onları Eve Getir (2009) adlı oyunları, yazarlarımızın başarısında birer gösterge kuşkusuz. Gerçekten Göktaş’la Özşener, yazınsal tutumun, yanı sıra oyun yazarlığından beklenen becerinin karşılığını vermekle yetinmiyor, ulusal, evrensel boyutta insansal, toplumsal sorunlar odağında konularına, izleklerine yaklaşımda, bunu biçemsel açıdan yoğuruşta ne denli yetkinleştiklerini de ortaya koyuyor. Göktaş da, Özşener de bütün iyi oyun yazarlarının yaptığı gibi kahramanlarını olayların içine yerleştirirken, onları bu olayların içinden süzüyor aynı zamanda. Böylelikle kahramanlar olayların nedeni olduğu denli sonucuna dönüşüyor. Bu durum, oyunun kavramsallaştırılması yönünde önemli olanak sağlıyor yazarlara. Göktaş, yüksek tartımlı oyunlar kaleme alan yazar izlenimi bırakıyor andığım iki oyununda. Kişilerini yapılandırırken bizlerin SAYFA 24 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1077
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle