Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nedime Köşgeroğlu’yla ‘Kayıtlara Geçilsin Kadın Var!’ üzerine ‘Kadınlar görünmez kılınıyor’ Kayıtlara Geçilsin Kadın Var! ’da Nedime Köşgeroğlu, bir kadın mesleğinin akademisyen temsilcisi olarak otuz yıllık çalışma yaşamının kazandırdığı deneyimleri, evli ve üç kız annesi olarak yaşadıklarını, yazın yaşamında kendi varoluş serüveninin kazandırdıklarıyla birleştirerek kadın konusunu felsefi boyutuyla ele alıyor; bilim süzgecinden geçirip yaratıcılık ve edebiyat boyutuna taşıyor. Köşgeroğlu’yla kitabını konuştuk. Ë Engin TURGUT Türkan Saylan’ın ışık dolu anısına 68’lere kadar çıkmaktadır. O halde insanlık medeniyete doğru uçarken tek kanadı kırıktır diyebiliriz. Kırık kanadı oluşturan kadınlar adına atılan bu çığlık, aynı zamanda insanlığın geleceğini aydınlatma adına yakılan bir mum ya da bir damla su şeklinde de düşünülebilir. İSYAN CÜMLESİ... Kitabınızın çıkış noktası aslında tüm insanlığı ilgilendiriyor. Ancak “kayıtlara geçilsin kadın var!” cümlesi tam bir isyan cümlesi. Bir anlamda yeter artık demek gibi. Şimdi isterseniz önce kitabın adından başlayarak isyan konusunu açalım: Kadın yok mu zaten? Yaklaşık 30 yıla yakın “işimiz insan” diye yola çıkan bir mesleğin, yani hemşireliğin hem klinik uygulayıcısı hem eğiticisi olarak çalıştığım süreç, bana mesleki, bireysel, toplumsal ve akademik yaşamda karşılaştığım tüm sorunların temelinde “kadın olma”nın gerçeği ile yüzleşmeme yol açtı. Örneğin iş yaşamında yönetimde söz sahibi olmanız gerektiğinde küçük, bütün iş yükünü kaldırmak gerektiğinde büyük hoca olmak gibi… Başlangıçta bunları bireysel algılamam ve bireysel çaba üretmem beni gerçekten yordu. Ancak kafanızda sorunun ana teması belirince ki sorun, yani kadın olarak yaşadıklarınız asla bireysel değil, sorun toplumsal, sosyal, ekonomik, politik, tarihsel, dinsel, cinsel, töresel çok boyutlu bir sorun. Yani kadın sorununun kökleri çok derinlerde, dalları farklı renklerde bir ağaç gibi. İşte bu yüzleşmelerdir ki beni bu kitabı yazma ve paylaşma noktasına getirdi. “Kadın yok mu” sorunuza gelince, bu soruya genel ifade ile başlayıp kadına getirmek isterim. Sorun önce insan olabilmede, yani kendini fark edebilmede, kendi aşkınlık düzeyinde, kısaca kendilik bilincinde yatıyor. O nedenle kitabın giriş kısmına “önce insan” diye başladım. Kadın ya da erkek 7 milyarı aşkın insanın yaşadığı yeryüzünde insanlar istenilen bilinç düzeyinde olsa, zaten savaş, şiddet, yoksulluk, açlık olmaz. Sonı doğum sancıları çekerek, eve kapatılarak, yakılarak, toplumdan dışlanarak ödeyeceklerdir. Bu söylemi desteklemek için başta mitoloji olmak üzere felsefe, biyoloji bilimi, dinler, devlet, iktidar mekanizmalarından olabildiğince yararlanılmıştır. Bu nedenle kadın toplumsal anlamda bir “hiç”, “ikinci cins” olurken iktisadi, siyasi, entelektüel yaşamın başını çeken erkek, üstün cins olmuştur. Kadınları alçaltıp erkekleri yükselten asla doğa değil, sınıflı toplumdur. Ataerkil düzendir. Kısaca kadının normal bir insan olamamasının kaynağında üç temel faktör sorumludur. Bunlar; toplumda var olan üretim ilişkileri, yıllarca insanın varoluşsal boşluğunu dolduran ve her tür iyi niyetli, insana dönük öğretilerin, sürekli erkekler lehine olacak şekilde yorumlayan din ve nihayet mükemmel aidiyetleriyle basit bir baskı aygıtı olma özelliğini çoktan aşan devlet kurumudur. İÇSEL BİR ÖZELLİK Bilimsel olarak kadınlar daha yaratıcı denebilir mi? Yaratıcılık kavramı özel bir yetenek mi yoksa emek gerektiren bir süreç mi? Bilimsel olarak yaratıcılık kavramının cinsiyeti olamaz. Tıpkı sanatın da cinsiyeti olamayacağı gibi… Yaratıcılık kavramı; engellerin aşılmasında bireyin yoğun çözüm arayışına yönelmesi ile ortaya çıkan, zor koşullardan kurtulma hedefine hizmet eden, içsel bir özelliktir. İşte her insanda var olan, ancak ortaya çıkması için zorlanılması gereken yaratıcı güç, uygun çevresel koşullar (bireysel, toplumsal, kültürel) oluşturulduğunda, bireysel istek ve emek ile birleşerek; resim, müzik, edebiyat gibi sanatsal etkinliklerin ortaya çıkmasına da temel oluşturacak bir yetidir. Yaratıcılığın temelinde; eğitim, bilgi, emek ve farkındalık bilinci yatar. Kendini tanıma ile başlayan süreç, yaşama anlam katma, yaşamda var oluşunu kanıtlama isteği ile bütünleşerek gelişir. Bağımsız ve özgür düşünceyi gerektirir. Bağımsızlık temelde ekonomik özgürlüğü gerektirir. Bu sayılan değerler kadınlar adına ne kadar sağlanıyor şeklinde düşünürseniz kadın ve yaratıcılık kavramı arasındaki ilişkiyi açıklayabilirsiniz. Tüm bunların yanında yaratıcı süreç zaman ister. Bugün en gelişmiş ülkelerde bile ev işleri % 56 oranında kadın işi olarak algılanmaktadır. Kısaca yaratıcılık ne gökten pat diye ilahi bir ışık olarak iner, ne üstün zekâ gerektirir ne de salt erkek ya da kadın cinsine özgü bir yetidir. Yüzyıllardır yanlı biyoloji bilimi de artık kabul etmiştir ki beynin özellikleri, kullanılan beyin bölmeleri (hemisferler) her iki cinste eşittir, hatta kadınların özellikle dil ve yazma bölümleri, problem çözme becerilerine ilişkin, iletişim becerileri erkeklere oranla daha etkindir. Bilimsel çalışmalar erkek söylemlerinden kurtulduğunda şüphesiz biyolojik açıdan kadınların, erkeklerin asla gerisinde olmadığı kabul görecektir. Görmektedir de… Sorun binlerce yıl süren toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. ? Kayıtlara Geçilsin Kadın Var/ Nedime Köşgeroğlu/Anfora Yayıncılık/296 s. SAYFA 5 evgili Nedime Köşgeroğlu sizi toplumsal duyarlılığı olan biri olarak, edebiyat çevresinde önce şiirlerinizle sonra öykü ve denemelerinizle, daha sonra da köşe yazılarınızla tanıdık. Ayrıca siz üniversitede öğretim üyeliğiniz yanında yüzü topluma dönük çalışmalarınızla da tanınıyorsunuz. Doğal olarak bundan sonra gelecek kitap, öykü ya da şiir olabilir diye düşünürken birden “Kayıtlara Geçilsin Kadın Var!” başlığını taşıyan felsefe, tarih, bilim, sanat, edebiyat ve yaratıcılık kavramlarını kadın paydasında buluşturan bir kitapla karşımıza çıktınız. Bu çıkışınızı başlıktan da anladığımız kadarıyla aslında bir çığlık olarak yorumlayabilir miyiz? Evet, insan olmanın erdemlerini yitirdiğimiz, bireyselliğimizin kabuğuna iyice sıkıştırıldığımız küresel dünyada insanlığın çıkış noktası olarak yeniden felsefenin insan sevgisine, bilimin akıl gücüne, sanatın yaratıcı yeteneğine bugün, dün olduğundan daha fazla gereksinimimiz var. Çünkü içinde yaşadığımız teknoloji çağı, savaşları, kıyımları, krizleri, açlık ve yoksulluğu önleyemediği gibi dünya üzerinde eşit yaşam hakkını bir avuç insana vererek, yığınların yoksulluk çemberini gittikçe daraltmaktadır. Dünya Bankası’na göre, 2010’da dünya nüfusunun 8.5 milyar olacağı, bugün zengin olan 360 milyon kişi ki bu sayının yaklaşık 2.5 milyar kişiye denk geleceği ve bu grubun dışında kalan 6 milyar kişinin günde 1 dolar ile geçinmek zorunda kalacağına ilişkin veriler, sanırım insanca yaşam düşleyen bilinçleri çığlık atmaya zorluyor. Bu durumda siz kadınlar ve insanlık adına zorlu bir serüvene doğru yola çıkmış oldunuz... Kadın adına atılan çığlık bir anlamda tüm insanlık adına atılan bir çığlıktır. Çünkü dünyada yoksulluk sınırı altında yaşayan grupların başında kadınlar gelmektedir. Bu ifade tıpkı Ata’mızın belirttiği gibi “kadına yoksul demek tüm insanlığın yoksulluğu demektir” şeklinde de açıklanabilir. Öte yandan dünyada mutlak yoksulluk sınırı altında yaşayan 1.5 milyar insanın yüzde 70’ini kadınlar oluşturmaktadır. Dünyadaki işlerin yüzde 60’ını kadınlar yapmakta ancak bu işlerden elde edilen toplam gelirin sadece yüzde 10’una sahip olmaktadırlar. Dünya üzerinde tüm mal varlığının ise yüzde 1’i kadınların payına düşmekte ve yine dünyada 700 milyon kadın yeterli yiyecek, içme suyu ve sağlık hizmetlerinden yoksun olarak yaşamaya zorlanmaktadır. Bu nedenle erkeklerde % 6 olan kansızlık oranı kadınlarda % S Nedime Köşgeroğlu, İnci Asena’yla... Gül Acemi’nin kaleminden Nedime Köşgeroğlu. run, insan olmanın anlamını fark edebilmede, sorun kadın olmanın bilincine ulaşabilmede ya da sorun insan olma sorumluluğunu üstlenebilmede. İşte bu bilinç düzeyine ulaştığımızda insan olmanın ayrımına varıp sorunun karşısında kesin bir duruş sergileyebiliriz. Kadınlar var elbet ancak görünmez kılınıyor. Kadınlar tüm sistemler tarafından kötü tüketiliyor ve kayıtlara geçmiyor. Bunun için uzağa gitmeye gerek yok. Ülkemizde kadın istihdam oranı % 22, yönetimde temsil oranı % 4.9. Dünyadan örnek vermek istersek okuma yazma bilmeyen 960 milyon kişinin 640 milyonunu kadınlar oluşturmakta. Bu örnekler çoğaltılabilir elbet. Ama sonuç kadınlar yaşamın her alanında, yaşamın kıyısına itilmekte ve kötü tüketilmektedirler Kitabınızın üçüncü bölümünde kadın ve yaratıcılıkla ilgili olarak geçmişten bugüne kadının yaratıcı gücünün tarihsel süreç içindeki gelişim serüvenini ve engellenişini tartışıyorsunuz. Kadının yaratıcılığına ilişkin bilimsel verilerden yararlanıyorsunuz. Kısaca kadın ve yaratıcılık kavramlarını açar mısınız? Toplumumuzda kadının yaratıcı gücünü alt etme adına üretilen en gözde masallardan biri, kadının doğal yapısı itibarıyle aşağı cins olduğu ve bunun da çocuk doğurma işlevinden ileri geldiğidir. Bu masalın doğum tarihi, günümüzden 5 bin yıl kadar önce ataerkil dünya düzeninin oluşmasına denk gelir. Oysa dünya üzerinde 1 milyon yıl kadar süren anaerkil bir geçmiş vardır. Toplumsal gelişmenin ilk büyük döneminde insanlığı hayvanlar âleminden çekip çıkararak ileri götüren kadınlardır, ama bu gerçek yadsınır. Bugün uygarlık dönemi olarak adlandırdığımız dönem, yani sınıflı toplum oluşması ile başlayan kölelik, feodalite son olarak kapitalist ve küreselleşme noktasına gelen düzen, cinsler arasındaki eşitsizliği derinleştirmek için “insan doğası”nın temelde kötü olduğu ve değişmezliği tezini üretir. Elbet en kötü olan ve doğa tarafından cezalandırılması gerekenler de kadınlardır. Kötülüğün cezası CUMHURİYET KİTAP SAYI 1015