19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Derin, hayatını karartan bir evlilik yaşadıktan sonra memleketine, Alaçatı’ya döner. Ama bu onun sonunu aramasıyla özdeş olacak amansız bir hastalığa tutulduğunu öğrenmesiyle de eşzamanlı gerçekleşir. Onu orada yaşamı boyunca açlığını duyduğu aşkı beklemektedir... Mehmet Coral, İzmir’in doğasıyla ördüğü bir aşkı anlatıyor yeni romanında. Ë Esra KAVALALI ehmet Coral şaşırtıcı bir yazar. Her yeni yapıtında kendini aşıyor. Anakronizme hiçbir yerinden bulaşmadan tarihi romanlar yazabilmek özel bir yetenek ister. Coral, bugüne dek bunu başarmış bir kalem. Sessiz sedasız Türk yazınında bazı ilklere de imza atıyor. Örneğin, birkaç yıl önce yayınlanan Paslı Güneş adlı yapıtı, bilebildiğim kadarıyla, yazın dünyamızın ilk “Deneysel Roman”ıydı. Bu yapıtında büyük bir yüreklilik ve çok derinlere inen yetkin bir araştırma ile Kabala’nın, Mehmet Coral’ın yeni kitabı “Alaçatı’da Aşk” Aşk hayattan büyük olunca Tevrat’ın ve en önemlisi Kuran’ın labirentleri içinde dolaşmış, çağımızın vebası olan intihar bombacılığını tetikleyen kutsal buyrukları bu şifreli metinlerin arasından ayıklayarak sıra dışı bir çalışma ortaya koymuştu. Ne yazık ki, ülkemizde bu tür yapıtlar hak ettikleri ilgiyi göremiyor. Keza Tımarhane Adası ile başlayıp, Meryem Planı ile sürdürdüğü çalışmalarında da Hıristiyanlık doktrini ile Kuran’ı karşı karşıya getirmiş ve bazılarına göre yerli Dan Brown olarak anılmaya başlamıştı. Yazarın bu iki yapıtı neredeyse bütünüyle sinematografik özellikler taşır. Kitabı okurken kurgu hareketli fotoğraf dizileri halinde akar gözlerinizin önünden. Bugüne değin film yapımcılarının dikkatinden kaçmış olması şaşırtıcı. Son romanı Alaçatı’da Aşk, alıştığımız Coral romanlarından geniş kavislerle ayrılıyor gibi görünmesine karşın, temelde o çok iyi bilinen tematik vurgularıyla, betimlemelerindeki dramatik ayrıntılarıyla, olaylara çok geniş perspektiflerden bakması ve entelektüel derinliğiyle, son analizde yine farklı ve şaşırtıcı bir kurgu ile çıkıyor karşımıza. Kitap sondan başlıyor. Hayatının sonuna geldiğini satır aralarından anladığımız ana karakterin önce bir nevi geçmiş yaşam okuması yaparak, kendisiyle bireyin evren önündeki onulmaz çaresizliğiyle hesaplaşmasını izliyoruz: “Eşek adasının doğusundaki küçük limanda geçirdiğin geceleri, evrenin soğukluğu karşısında titreşen yıldızlara bakarak kendinden geçtiğin anları düşünüyorsun. Yerleşim birimlerindeki yapay ışık kirliliğinde toz zerrecikleri gibi görünen bu göksel cisimler, özellikle şafağın yaklaştığı, gecenin en koyu karanlığına ulaştığı o saatlerde sonsuzluğun nirengi noktalarını aydınlatan ışıldaklar gibi yanıp sönmeye başlardı. Pek uzun sürmeyen kozmik bir mutluluktu bu. Sanki Yaradan sana, o çok kısa sürede, bir an için olsa dahi, kendini irdelemene, gerçeği yıldızların ışığında kavrayabilmene izin verir gibiydi. İşte o gecelerden birinde ne olmadığının, seni ne olduğundan daha iyi tanımlayabileceğini anlamıştın. Bir dumanın kıvrımlarını yakalamak ister gibiydin. Ama o gökyüzüne yazıldığı gibi durmuyordu. Onu oradan alıp, günlüğüne bir anlam bütünlüğü sağlayacak tümceler halinde geçiremiyordun.” (s.13) Çeşme Yarımadası’nın harika doğasını fon olarak kullandığı betimlemelerinde sıra dışı bir renk ve hareket kazanıyor kitap. Adeta okur olmaktan çıkıp olayların içine sürükleniyormuş gibi bir ruh haline giriyor insan: “İşte bak; yine onlar. Gün batarken karınları suya değecek kadar alçaktan uçan keklik sürüleri altın rengine bürünüyorlar. Onları bu tutkulu uçuşa yönlendiren nedir diye çok düşünmüştün. Belki de doyuma ulaşmaya susamış içgüdüleri günün o son titreşimlerinde harekete geçiyorlardı. Sevgiyi kanatları altına alacak arzunun şiddetli tonlarıyla.” Derin Mantra, Alaçatı’da sörf hocasıdır. Romanın eksen karakterinin isminden hareketle bir aşamada Sanskritle, Tibet ve esoterizmle ilgili bir sarmalın yapılanacağını hissediyorsunuz. İnce örgülü ilmeklerle bu izlek sürülüyor. Öykünün artık sona erdiğine inandığınızda da beklenmedik bir biçimde ana temaya bağlanıyor. Derin, hayatını karartan bir evlilik yaşadıktan sonra memleketine, Alaçatı’ya dönüyor. Ama bu onun sonunu aramasıyla özdeş olacak amansız bir hastalığa tutulduğunu öğrenmesiyle de eşzamanlı oluyor. Onu orada yaşamı boyunca açlığını duyduğu aşkı bekliyor. Doğru olamayacak denli güzel, akıllı ve onu “Derin”lemesine seven İmbat. (Bu ¥ M ‘İnsanlığa Akan Irmak’ Tarihe yazılmış isimler Yaşar Öztürk ve Songül Saydam İnsanlığa Akan Irmak: Kültür Sanat Yaşamımızdan Portreler‘de aralarında Sabahattin Eyüboğlu, Nurullah Ataç, Abdi İpekçi, Nuri Demirağ, Afet İnan, Evliya Çelebi, Sait Faik, Orhan Veli, Mevlana, Âşık Veysel gibi isimlerin bulunduğu yirmi iki kişiyi okurlara daha yakından tanıtıyor. Ë Çetin YİĞENOĞLU ki kardeşti onlar. Güneydoğu’nun bir köşesinden ışık saçıyorlardı dünyaya. Eylemleri, etkinlikleri bir tansık gibi dilden dile dolaşıyordu. Bir gazete yayımlıyor, dünyanın her köşesine gönderiyorlardı. İletişim alanında insanoğlunun henüz taş devrini yaşadığı bir devirde yayımladıkları bu gazete sayesinde dünyanın her köşesinde arkadaşlıklar kuruyorlardı. İngilizceTürkçe yayımladıkları gazetenin adı da Arkadaş’tı zaten. Kimsenin duyduğunda kolay inanamayacağı türden ünlü insanlarla bile arkadaşlıklar kuruyorlardı bu ilginç yayıncılıkları sayesinde. Bu dostlar arasında Küba’nın büyük lideri Castro ile dönemin ünlü folk şarkıcısı Amerikalı Joan Baez de vardı. Sanırım, kitabevinin adı da Arkadaş’tı. Four Sea İ (Soldan sağa) Songül Saydam, Server Tanilli, Yaşar Öztürk. sons’ın dillere değilse de kulaklara persenk olduğu 1980’ler Türkiyesi’nin güneydoğusunda sürekli klasik Batı müziği çalınan bir kitabeviydi. Yalan gibi gelir insana, ama o kitabevi adı gibi Arkadaş sıcaklığındaydı. Ne var ki, bazı kesimlere pek öyle sıcak gelmiyordu. Popüler adıyla söylemek gerekirse PKK da (özellikle ‘de’ ile değil) uyuz oluyordu o kitabevinin çağrıştırdığı imgelere, karşıtları da, her ikisini birbiriyle kafa kafaya vurdurmakla görevli olan güçler de. Sonunda, önce PKK, sonra karşıtları, bir süre sonra da her iki kesimi birbirine düşürmekle görevli güç odağı tarafından bombalandı kitabevi. İki kardeş, düşünüp taşındı ve baba ocağı, ana kucağı Erganilerini terk etme kararı aldı. Kardeşlerden Ümit, yüksek eğitimini Londra’da yaptı, icabında kanını satarak okudu ve sonunda hukuk doktoru oldu. Duyduğuma göre şimdilerde yine dünya çapında işler yapıyormuş. Şu anda Uluslararası Af Örgütü Gazeteciler Komitesi Başkanı olan Ümit ayrıca, kısa adı MERNET olan, çevre ve insan hakları konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan Akdeniz İletişim Ağı’nı yönetiyor. Kardeşi Yaşar’a gelince, Ergani sonrasında yerleştiği Silifke’de, Göksu kıyılarında cennet bir dünya kurdu kendine eşi Songül Hanım’la birlikte. Hiç söndürmediği ışığını bu kez Silifke’den çevirdi aydınlık yürekli insanlara. Kitabevi kurdu yine. Ergani’de filizlendirdiği Arkadaş Çevre Grubu’nu Silifke’de de örgütledi. Ayrıca, üyesi olduğu Göksu Vakfı’nda çevre ve kültür eylemlerine emeğini ve yüreğini koydu. Sosyal, siyasal etkinliklere aktif olarak katılmaktan geri durmadı. Çizgisinden hiç ödün vermedi. İstanbul’da 50 kişinin toplanamadığı bir 1 Mayıs’ta 5 bin kişinin örgütlenerek Silifke’de kutlama yapmasına omuz koydu, elini taşın altına soktu. Eli o taşın altındayken “Faşistleeer” diyerek attığı çığlık canını acıtsa da yapraklarını her dem yeşil tutan ağaçlardan olmasını bildi. O eşsiz alçakgönüllülüğü her zaman, her eylemine damgasını vurdu. Büyük, olağanüstü işleri sıra¥ dan şeylermiş gibi yaptı. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1015 SAYFA 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle