22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Fazıl Say’la ‘Yalnızlık Kederi’ ‘Bu siyasi bir kitap değil’ Yalnızlık Kederi’nin kapağında dizleri sandalyesinin üstünde, başı ellerinin arasında alnını piyanosuna yaslamış görüyoruz Fazıl Say’ı. Soruyoruz, “Poz değil” diyor. Bir konser provasında, yoğunlaşmaya çalışırken çekilmiş fotoğraf. Sadece Say’ın konser öncesi halini değil, kitaptaki notları alan müzisyeni de anlatıyor. Kapağın ardındakilerse bugünün Türkiye’sinde sanatından çok muhalif tavrıyla anılan Fazıl Say’ın sıkıntılarını paylaşıyor. Müzik konusundaki bilgilerini aktarıp toplumun müzikle tanışmasını sağlamak ve eğitim kalitesini arttırmak adına önerilerini, projelerini açıklıyor. Hakkındaki iddialara yanıt veriyor. Birkaçı daha önce internet üzerinden yazılmış mektuplarda bu kez Say sorular soruyor; ülkesinin siyasi ve sosyal durumundan ötürü kaygılarını, kızgınlığını, küskünlüğünü dile getiriyor. ‘İyi’den söz ediyor bir de, herkesin kendi ‘iyi’sini bulması gerektiğinden. Say’la Yalnızlık Kederi’ni konuştuk. Ë Mehmet ÇAKIR u kitapta yer alan denemeler, yazılar birer iç dökümü müdür, yoksa yayımlanmak üzere oluşturulmuş bir dosyanın parçaları mı? Bir müzisyenin notları… Birçok konuda not var. Tabii en çok müzik, müzikle dünyaya bakmak, bir müzisyenin, bir sanatçının dünyaya bakışı, Fazıl Say’ın dertleri, bazı olaylar karşısındaki yorumları. İç dökümü en çok müziğimizde var ama her kitap da bir iç dökümüdür. Bazıları internette yayımlanmış yazılar bunlar. Beşinci bölüm, “‘Uçak Notları’ndan”, daha önce ayrı bir kitap olarak basılmıştı. Yalnızlık kederi… Yazılarda hep sözünü ettiğiniz. Sizi piyano başına götüren, size yazılar yazdıran bu keder midir? Kitapta “Arietta… Yalnızlık Kederi” başlıklı bir yazı var. Kitaba adını veren yazı da o. Bütün sanatçılar bir anlamda yalnızdır. Yalnız olmak da zorundadır. Yalnız olmadan sanat üretilemez çünkü. Bir toplulukla birlikte… Elbette benim de yalnız bir hayatım var ve yalnızlığın da bedelleri var, zenginlik ve keder olarak. Sözünü ettiğim keder budur. İkinci bölümde iki önemli öneride bulunuyorsunuz Türkiye’de müzik kültürünün gelişmesi adına. Bunları burada da yinelemek ister misiniz? Bunlardan biri, İstanbul okullarında 1000 konser projesi. İstanbul’un her bölgesinde, zengini, fakiri, varoşu, Ümraniye’den Avcılar’a kadar toplam 200 okulda, ilköğretim, lise ve üniversite dahil, konser vermek. Bu 200 okulun her birine bir sezon boyunca 5 konserle gidilecek, tek konserle değil. Toplamda da 1000 konsere ulaşılacak. Bu 1000 konser de 1000 ayrı okulda değil 200 ayrı okulda yapılacak; her okulda 5 konser verilecek ki bu mesele biraz daha anlaşılır kılınsın. Konserler yalnız klasik müzik türünde değil her türde olacak. Ama tabii ağırlıklı olarak klasik müzik olabilir, öğrencilere tanıtma amaçlı. Proje için bir sponsor arayışındayız çünkü 1000 konseri organize etmek pahalı bir iş. Sanatçılar çok ciddi ücretler almayacak, ben de dahil, ama 200300 kadar sanatçının çalışacağını düşünüyoruz. Bu projeyi düşünmemin sebebi şu: SAYFA 16 B Müzik, eğitim sistemimizde hiçbir şey. Medyada, televizyonlarda da sadece pop ve arabesk müzik var. Dolayısıyla insanların sanatçı müziğiyle tanışma şansı yok. Bu tanışmayı sağlamak lazım… Bunu da eğitimin içine sızdırarak yapabileceğimizi düşünüyorum. Öbür öneri de buna benzer bir öneridir. Orkestraların devinimiyle ilgilidir. Orkestraların halkla bütünleşmesine yarayacak önerilerdir. Geçen günlerde, İdil Biret konserinde yaşanan olaylar… Alperen Ocakları… O insanlar, çocukluklarında flüt dinleseydi, elleri bir piyanoya değseydi, müzikle birazcık tanışıklıkları olsaydı böyle bir şey yapmazlardı. İşte bu yüzden o tanışıklığı sağlamak önemli. Sevenleriniz sizin de benzer bir tepkiyle karşılaşacağınız düşüncesiyle endişeleniyor… Bu tepkilerin kimi biraz daha sert oluyor, kimi daha çok manevi bazda kalıyor. Kimisi baskıcı bazda, kimisi sansürleyici… Mesela Metin Altıok Ağıdı sansürlendiğinde benim çektiğim üzüntü herhalde İdil’in çektiğinden çok daha fazladır. Yıllarca çalıştığım eser… Çocuğunun kolu koparılıyor gibi hissediyor insan. KÜLTÜR BAKANI ÖZÜR DİLEMELİ Yazılarınızın pek çoğunda az önce sözünü ettiğiniz tanışıklığı sağlamak adına Kültür Bakanlığı’nı göreve çağırıyorsunuz. Bir taraftan dönemin kültür bakanına, Ertuğrul Günay’a küslüğünüzü de yazıyorsunuz. Buna rağmen çağrılarınız dikkate alınsa… Kültür bakanının bizden çok ciddi bir özür dilemesi lazım. Bizim gönlümüzü alması lazım. Kalbimizi kırdı gitti. Oratoryoyu iptal etti, baskıcı davrandı, televizyona çıkıp çok ayıp laflar etti, Genco’ya (Erkal) ve bana… Bunun bir hesaplaşması olmadan olmaz. Ben bunu karakterim gereği kabul etmem. Bir konser çalışmasından önce gelip kucaklaması, hakikaten özür dilemesi, çiçek vermesi, o laflarını geri alması gerekir. Tabii her insana şans vermek lazım… Ertuğrul Günay’ın medyaya yansıyan bir girişimi olmadı, televizyonda sözünü ettiğiniz açıklamaları yaptıktan sonra. Aranızda özel bir görüşme geçti mi? Hayır. Geçen haftalarda kazandığımız Echo Ödülü klasik müzik alanında ki en prestijli ödüldür mesela. Birinin bunu kutlaması lazım değil mi? Ama yok. Sadece yazılı bir kâğıda imza atacak fakat yapmıyor. Düşmanca bir tavrı var. Onu da bir kültür bakanının bir sanatçıya gütmemesi lazım… Sizce şahsi mi bu tavır? Ben muhalif bir sanatçıyım. Bin sanatçı bulsanız dokuz yüz sekseni muhalif olacaktır AKP rejiminde. Benim endişelerim var da başkalarının yok mu, bütün sanatçıların endişeleri var. Mesela geçen Beyoğlu’nda bir yürüyüşe katıldım, bin kişi filan, hepsi tanıdık sanatçılar. Amaçlanan ne peki? Sindirmek mi? Dolaylı olarak ürün vermenizin önüne geçmek mi? Evet. Zaten Ergenekon soruşturması, Türkan Saylan’ın durumu, bizim ona yaptığımız destek… Hepsi bir hesaplaşma. Bir başbakanın, bir iktidar partisinin çok daha homojen davranması gerekiyor. Bu saflaşma olmamalıydı. Son altı yılda koptu bu memleket. Ergenekon demişken… Siz de AKP iktidarının bir muhalifisiniz. Gözaltına alınanlar da malum. Bu konuda bir endişeniz var mı? Biliyorsunuz benim albümlerimi Sabih Kanadoğlu’nun evinden belge diye aldılar. Zannetmiyorum benimle ilgili bir durum olacağını. Çünkü hiçbir alakam yok yasadışı herhangi bir oluşumla. Bir alakam olmadığı gibi, gözaltına alındığım takdirde dünyanın çok büyük tepkisini alacaklar. Bunu bir Avrupa Birliği Kültürlerarası Diyalog Büyükelçisi’ne yapacaklar, çok fazla ipi koparırlar. Değmez. Beni tutuklayarak birkaç kişiye hava atmaya değmeyecek kadar büyük ipler kopar. Onu da bilirler. Beni sevmeyen çok büyük bir kitle var. İçlerinden geçer ama bu şekilde değil. Sevgisizliklerini bu şekilde göstermezler. Beni Ergenekon’dan tutuklamak çare değil, çok büyük bir yanlış olur onlar için. Kitapta sizin kaleme aldığınız yazılar dışında, hakkınızda yazılmış yazılar da var. Tüm yazıların ortak noktası: Fazıl Say’ın yalnızlığı. Fazıl Say neden yalnızlığını işaret ediyor? Yalnızlıktan bir öğreti çıkarma çabası var. Yalnızlıkla ‘iyi’yi bulmak... Yal nızken ‘iyi’ bulunur; insanın kendi ‘iyi’si. Dibe dalış gibi... Dibe de tek başına dalınır, elli kişi birlikte dalınmaz. İnsanın kendi ruh derinliğinin dibini kastediyorum. Sonra şu sorgulama: ‘İyi’ Tanrı mı değil mi? İnsanın kendini geliştirmesi bu kitabın ana konularından biri. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum çünkü bizim çok komün bir toplumumuz var. Herkes, her an on kişi birlikte. Bireysel bir uçmaya müsaade vermeyen bir sistem. Bu yüzden bireysel bir müzik kitabı bu aynı zamanda… ‘İyi’… Her insanın kendi ‘iyi’sini bulması, onu pekiştirmesi gerek. Çok teorik konular bunlar, binlerce yıllık felsefe tarihinin konuları. ‘Yetenek’, ‘iyi’… bilimsel olarak açıklanamayan konular. Bunların cevapları yok. Neden ‘iyi’ hissederiz, neden ‘kötü’ hissederiz? Ben her hafta dört kere ikiüç bin kişinin önünde konser veren bir adamım. Benim her akşam sekiz ile on arası ‘iyi’ olmam lazım. Siz olmayabilirsiniz ama ben olmalıyım. ‘İyi’nin ne olduğunu, ona nasıl ulaşıldığını bütün bir hayat, sadece son üç beş yıl değil, sorgulamak, ulaşmak ve onu elde tutmak önemli. Nietzsche’nin bir sözü var: İnilen derinliğin derinliğinden önce, o derinlikte kalma süresi beni ilgilendiren. 20022005 yılları arasında Anadolu’da verdiğiniz konserler var. Doğuş Otomotiv’in desteğini çekmesiyle son bulan konserler… Şimdi yeniden maddi imkân sağlansa… Hemen yaparım. Bir, hayatımdaki iyi olaylardan biridir o konserler. İki, çok yer gördüm, çok insan tanıdım. Üç, sadece bir konser değil, bir heyecandı; bir kültür politikası güdüyordum tek başıma. Dört, yetenek keşfediliyordu ciddi bir şekilde. Beş, oradaki insanlara moral kaynağı oluyordu. Salonlar hınca hınç doluyordu. Günde üç kez konser oluyordu. Hep şunu savundum, benim bir kere gitmemle olmaz. Oraya ayda en az bir kere konser faaliyetlerinin gitmesi gerek. Onun yanında pekiştiren re ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1015
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle