27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Özdemir İnce’den açıklama Neden yalan söylüyorsun Emin Çölaşan? Cumhuriyet Kitap’ın 9 Temmuz 2009 tarihli 1012. sayısında Gamze Özdemir’in Emin Çölaşan’la, Çölaşan’ın ‘Sakıncalı Gazeteci’ kitabı üzerine yaptığı bir söyleşiyi yayımladık. Söyleşide adı geçen Özdemir İnce bir açıklama yazısı gönderdi. Aşağıda bu açıklamayı yayımlıyoruz. Ë Özdemir İNCE akıncalı gazeteci Emin Çölaşan, doğal olarak her perşembe günü Cumhuriyet Kitap ekini dikkatle okurum. 9 Temmuz 2009 tarihli sayısındaki birçok yazıyı okudum, ama seninle yapılan söyleşiyi okumadan geçtim. Giderek şişen egondan bıktığım için okumadım. Her okuduğuna inanan hasta niyetli bir okur, “Bugünkü Cumhuriyet ekinde Emin Çölaşan’ın seninle ve Tufan Türenç’le ilgili söylediklerini okuyunca büyük Ziya Paşa’nın terkibi bendinden bir cümle geldi aklıma. Ne güzel de söylemiş Ziya Paşa: ‘Onlar ki verir dünyaya lâf ile nizamat. Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde’,” mesajını göndermeseydi, bana bile bile yaptığın düşmanca haksızlığın farkına varmayacaktım. “Sakıncalı Gazeteci” (Bilgi Yayınları) kitabını okuyan bir okur da aynı tepkiyi göstermiş ama ben ciddiye almamıştım. Şimdi bu hesaplı kitaplı düşmanlığını ciddiye alıyorum. “Sakıncalı Gazeteci” kitabını okurken, seninle ilgili olarak hissettiğim “Mağduriyeti ranta çeviren bir fırsatçı kuşkusu”, Cumhuriyet Kitap’taki söyleşiyi okuyunca iyice pekişti. Cumhuriyet Kitap’ın muhabiri soruyor: “Bu tanıklık yapan yazarlarla hiç görüştünüz mü, görüştüğünüz oluyor mu?” Sen cevap veriyorsun: “Hayır, sadece onların tanık olacağını öğrendiğim zaman, Tufan Türenç’e ve Özdemir İnce’ye telefon açtım, sordum. Dedim ki sizi tanık göstermiş, nasıl oluyor bu iş. İkisi de bizim ne ilgimiz var, biz senin olayını bilmeyiz, biz senin olayını sadece kulaktan dolma duyduk o kadar, biz tanıklık yapmayız dediler. Ondan sonra gittiler şakır şakır tanıklık yaptılar. Hadise budur.” Sözlerinin bir bölümü doğru. Ancak ben sana “Tanıklık yapmayacağım” demedim. “Mahkemede şimdi sana söylediklerimi söyleyeceğim” dedim. Peki, beni zor durumda bırakacak bu saptırmayı hangi hakla yapıyorsun? Buna ben değil ancak psikologlar cevap verebilir. Davacı olarak Aydın Doğan bazı tanıklar göstermiş (biri benim), davalı olarak sen de birkaç gazete çalışanını tanık göstermişsin. Aydın Bey’e “Ben tanıklık etmem” mi diyecektim? Niçin, senden aferin almak için mi öyle diyecektim? “Ben bu ilişkiyi bilecek durumda değilim” demenin, “Size baskı yapıldı mı?” sorusunu, “Hayır bana herhangi bir baskı yapılmadı” cevabını vermenin “Şakır şakır tanıklar yaptılar” iddiası ile ne ilişkisi var?! Burada sana çok ağır şeyler yazabilirim ama işi uzatmamın gereği yok. Tanıklığımda senin aleyhine tek bir SAYFA 14 S cümle ya da sözcük var mı? Önemli olan bu ! Kendimi sana beğendirmek için senin lehinde yalancı tanıklık mı yapmalıydım? “Biz tanıklık yapmayız dediler. Ondan sonra şakır şakır tanıklık yaptılar. Hadise budur!” diyorsun. Yani, “Mahkemeye gittiler şakır şakır aleyhimde tanıklık ettiler” demek istiyorsun. Tanıklık yapmak için senden izin mi almalıydım? Seninle işbirliği mi yapmalıydım? Yalan söylediğin yetmezmiş gibi, bir de benim onurumla oynuyorsun. Bu çok ayıp ! Onuru için yaşadığını yerli yersiz ileri süren senin gibi bir insanın başkalarının da onuruna saygı göstermesi gerekmez mi? Demek ki gerekmiyormuş! Seni mutlu etmek gibi bir görevim mi var? İftirandan kurtulmak için, senin lehine yalancı tanıklık mı etmeliydim? Çok daha ağır bir cevabı hak ediyorsun ama herhangi bir ağır cevabın megalomani marazına bir yararı olacağını sanmam. Cumhuriyet Kitap’ın söyleşiyi sunan girişinde, sanki mahkemede söylediklerim yer alıyormuş gibi “Mahkemede tanıklar neler söylediler?” sorusu var ama, şakır şakır (!) söylediklerimin tek bir sözcüğü bile yok. Bu nedenle senin “Sakıncalı Gazeteci”nin 59 ve 60. ıncı sayfalarını gel birlikte okuyalım. Çünkü gerçek orada: “Aydın Doğan’ın tanığı Özdemir İnce’nin ifadesi: Detaylı olarak benim herhangi bir bilgi sahibi olmam mümkün değildir çünkü biz yazarların hepimizin ayrı ayrı ilişki tarzı vardır. Patronla kim ne konuşuyor, bilemeyiz. Bu bakımdan benim özel olarak söyleyeceğim herhangi bir şey yoktur. Bana Emin Bey herhangi bir şikâyette bulunmadı. Çünkü kendisi Ankara’da, ben İstanbul’dayım. Gazete sahibi ile Emin Çölaşan Özdemir İnce de 10 yıllık süre içerisinde bir kere görüştüm. O da merhabadan ibarettir. O da bana Emin Bey’den bir şikâyette bulunmadı. Benim söyleyeceklerim bundan ibarettir.” Davacı Aydın Doğan vekilinin talebi üzerine soruldu: “Benim herhangi bir yazıma patronlar tarafından müdahale olmamıştır. Zaten Aydın Bey gazetede benim muhatabım değildir. Benim muhatabım Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’tür. Yazılardan dolayı sadece ona sorumluyuz. Yazılarım hakkında Ertuğrul Bey karar verebilir. Aydın Doğan bana herhangi bir şekilde müdahale etmemiştir. Ertuğrul Özkök birkaç yazımda bazı hukuki mahzuru olan kelimeleri çıkartmamı rica etti. Ben de kabul ettim. Çünkü bir yazarın gazetedeki sorumluluğunun ne olduğunu biliyorum. Bu nedenle, çıkarılması istenen kelimeleri bana müdahale olarak kabul etmedim. Bazı yazarlar kabul edebilir. Bu nedenle de bir genelleme yapamam. Hürriyet gazetesi Ertuğrul Bey’in söylediği gibi bir süpermarkettir. Bu tanıma ben de katılıyorum. Her türlü görüş sahibi yazarlar vardır. Bizim gazetede iktidarı eleştiren yazarlar çoğunluktadır. Ben kendim solda yer alıyorum. Bu konuda benim yazılarıma herhangi bir müdahale olmamıştır. Ertuğrul Bey’in müdahaleleri doğaldır. Yazıişleri demek bir nevi denetimdir. Kendisi de bu denetimin başındadır.” Kardeşim Emin Çölaşan, daha sonra kalemi eline alıp şunları yazıyorsun: “Dikkat ediniz, davacı Aydın Doğan’ın avukatları olayı nasıl saptırıyor. Bu dava başka köşe yazarlarının değil, benim için açıldı. Oysa tanıklarına ‘Bizim yazılarımıza müdahale edilmemiştir’ dedirtiyorlar. Elbette olmamıştır. Ama konu onların değil, benim yazılarım. O sansürler onlara değil, bana yapıldı… Ve mahkemede hepsini bilgisayar çıktılarıyla kanıtladık. Olayları onlar değil, ben yaşadım.” Yukarıdaki tanıklık ifademde senin aleyhine tek kelime var mı? Yok! Bir yere verdiğin söyleşide de şöyle söylüyorsun: “Bu karar yargının Aydın Doğan’a verdiği bir ders oldu. Hem Aydın Bey’in, hem de mahkemede onun için tanıklık yapanların (Ertuğrul Özkök, Enis Berberoğlu, Tufan Türenç ve Özdemir İnce) şimdi ne diyeceklerini merak ediyorum” (S.12) diyorsun. Ne diyeceğim, tebrik ve teessüf ederim. Bir yığın neden olmasına karşın, seni mahcup edecek, küçük düşürecek bir şey yazmamaya gayret ettim. Ancak bitirirken şunu söyleyeceğim: İki kuruş için yalan söylemeye tenezzül ediyor ve bana iftira ediyorsun. Acımaktan başka ne gelir elimden, sana? Sana yazdığım bu kınama mektubu burada bitiyordu. Ama bir hususu yazmazsam içimde bir ukde kalacaktı. Yazdıklarına, söylediklerine bakılırsa “olumlu ve ölümsüz gazeteci” tipinin en iyi örneği sensin. Zaten bunu en çok sen söyleyip yazdın, söyleyip yazıyorsun. Benim gözümde de bir gazeteci, bir gazete yazıcısı tipi var: Bu kimse ilkin Cumhuriyet ve devrimlerine sahip çıkar, onu savunur? Tevhidi Tedrisat Kanunu konusunda, Köy Enstitüleri konusunda, İmamHatip Okulları konusunda kaç yazı yazdın? Kimi gazete yazıcılarını “Liboş!” olarak tanımlamanın dışında, kapitalizm, neoliberalizm, küreselleşme, yeni emperyalizm konusunda kaç yazı yazdın? İşsizliğe, işlevsizliğe ve sömürüye mahkum edilen işçi sınıfının gerçeklerini işleyen kaç yazı yazdın? İğdiş edilen sendikalar konusunda? Toplumun ve devlet aygıtının İslamileştirilmesi konusunda, okulların, polis örgütünün İslamileştirilmesi konusunda kaç yazı yazdın? Daha sorulacak çok soru var ama ben sormayı durduracağım. Bu soruları, bu sorulara cevap vermiş bir yazar olmanın verdiği hakla soruyorum. Senin söyleşinin yayınlandığı Cumhuriyet Kitap ekinin 27. sayfasında benim yeni kitaplarımın ilanı var. “Cumhuriyetsiz Demokrasi”, “Demokrasisiz Demokrasi”, “Yedi Canlı Cumhuriyet”. Toplam 702 sayfa tutan bu kitapların bütün yazıları, senin Hürriyet gazetesinde yazdığın dönemde yayınlandı. Bu yazılardan kaçını okudun? Okumuş olsaydın, bana yaptığın saygısızlığı yapar mıydın? Bu ülkede senden başka da onurlu, dürüst, dik başlı insanlar, yazarlar var. Çevrene bak görürsün. Senin “Sakıncalı Gazeteci” kitabının 293. sayfasında kendimle ilgili bir şey öğrendim. Meğer “Türkiye’nin En Etkin Köşe Yazarları” konulu bir araştırma yapılmış. Araştırmanın sonuçlarını ciddiye alıp övünç payı çıkartırken şunları yazıyorsun: “Bu araştırmada Can Dündar, Reha Muhtar ve Özdemir İnce’den sonra dördüncü sırada yer alıyorum. Ertuğrul Özkök dahil her gün yazan öteki 46 yazarı, hatta televizyon yıldızı gazetecileri bile geride bırakmışım.” Demek ki, ölçülebilir bakımdan, senden başka insanlar varmış bu ülkede. Göklerde uçmaktan yorulmadın mı? Gel sen de ölümlülerin arasına katıl.? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1015
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle