22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Jale Sancak’la ‘Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar’ İnsansızlık ve iletişimsizlikle kuşatılmış durumdayız’ Jale Sancak, yeni öykü kitabıyla okur karşısında: Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar. Bu kez İstanbul’un sokaklarını, semtlerini, insanlarını ve birbirinden farklı hayatları anlatıyor yazar. Gezip gördüğü yerlerden izlenimlerini aktarıyor bir anlamda. Böyle olduğu için bir sosyolojik okuma olarak da algılanabilir, gezi kitabı olarak da. Sancak’a göre okuru özgür bırakmalı. Yazarla yeni kitabını konuştuk. Ë Sedat DEMİR anrı Kent ve Yitik Şarkılar önemli sayıda insanın yaşadığı, yanından, kenarından geçtiği mekânlar üzerine öyküler kuruyor. Kitap böyleyken onun hikâyesi nasıl oluştu? Bir huzursuzluk onu oluşturan. Üç imparatorluğa başkent olmuş, bütün yitimlere rağmen hâlâ müthiş bir tarihi ve kültürel mirası kendinde barındıran, bütün yıpranmışlığına rağmen hâlâ çok güzel olan şu bizim mega kentimizi özlediğimiz, yücelttiğimiz, bazen de abarttığımız değerleriyle, bu kez büyülü, büyüleyici yanlarıyla değil kendime dert edindiğim tüm halleriyle ve bugünkü gerçekliğiyle anlatmak istedim. Birbirinden çok farklı, sarsıcı sayısız hikâye vardı, hızla birikiyordu, kışkırtıyordu, dayatıyordu kendini. Böylece yeniden küçük yolculuklar yapıldı kitaptaki sokaklara. Evlere, kapılara, duvarlara, ne ki en çok yüzlere, duruşlara, kıvranmalara, susup beklemelere, kimileyin de gitmelere bakıldı. Sonrası malum, ben de kalanlarla da yazıldı. Peki, Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar için bir gezi kitabı da diyebilir miyiz? Anlamak adına yaptığım yolculuklardan oluştu kitap. Öykü biçiminde yazıldı. Her metnin farklı bir kurgusu, anlatım dili ve atmosferi var. Her şeyi edebiyatın diliyle aktarıyor. İçsel maceralara, duygulara, duygulanımlara yer veriyor, ilişkileri, çatışmaları, savaşımları anlatıyor. Bununla birlikte tümüyle kurmaca bir kitap da denemez, düşsel kahramanlar kadar birebir gerçek kişiler, tanıklıklar, anılar, izlenimler de var öykülerde. Mekânlar, yerler tümüyle gerçek. Yaşananlar, olaylar, olup bitenler çoğunlukla öyle. Şu köşede insanlar nasıl yaşar, nasıl geçinir, neyin keyfini sürer, neyle boğuşur’u öğrenirken sosyolojik bir okuma yapmanız da mümkün, ne ki bir sosyoloji kitabı değil. Peki, ne demeli o zaman? Bana kalırsa okuru özgür bırakmalı. Nasıl okuyup, nasıl yorumlarsa ona göre adlandırsın. Gezi kitabı tanımlaması da buna dâhil. Kitapta gezilen semtler nasıl seçildi, hangi kıstas vardı zihninizde? Amaçladığım şey doğrultusunda, farklı uçlardakini gösterebilmek için sözgelimi Küçük Armutlu ve Etiler’i seçtim. Hem çok yakın hem çok uzak. Birbirlerinin tam zıddı olmalıydılar. Aynı zamanda örnek teşkil edebilecek belirgin özellikleri taşımalıydılar. Bu nedenle göç insanlarının yaşadığı semtlere örnek olarak Gazi Mahallesi, Tarlabaşı, Kulaksız gibi kimi semtler yer aldı kitapta. Dokusu bariz bir biçimde bozulan, değişen, yalnızlaşmanın apaçık görülebildiği yerlere örnek ise Yeldeğirmeni, Fener, Hasköy oldu. Dışlanan bir Hacı Hüsrev var. Yok edilen bir Sulukule. İyice yabancılaştığımız Çarşamba, yolumuz düşmeden gitmediğimiz bir Kadırga. Öte yandan Nişantaşı, Bağdat caddesi, Ortaköy var bambaşka sosyo ekonomik ve sosyo kültürel yapılarıyla. Elbette bu tamamen öznel bir seçim. Şu ana kadar yazdıklarınız içinde farklı bir görünüme sahip bir çalışma, bu kitap, öncelikle. Kitabınızın semtlerindeki gündelik hayat akışını; belki kültürel, sosyal, ekonomik vs yapısını edebi bir dil ve özenle sunuyorsunuz okura. Diğer kitaplarınız arasında Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar’ın sizdeki yerini merak ediyorum. ÖYKÜLER TOPLAMI Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar, öteki kitaplarımdan çok ayrı tutacağım bir çalışma değil benim için. Her zamanki gibi derdimi söylemeye çalıştığım bir öyküler toplamı oldu. Her zamanki gibi heycan duyarak yazdım, tüm eksiklerine, kusurlarına rağmen içimi yatıştıran bir çalışma oldu. Belki ötekilerden bir farkı salt masa başı üretimi olmayışı. Çok sevdiğim bu kentte dolaşmak, bu küçük yolculuklar keyifliydi, iç karartıcı onca manzaraya rağmen insanlarla konuşmak, yarenlikler, paylaşmalar güzeldi. Dertleşmeler hüzün verdi, elden bir şey gelmemesi çaresizlik duygusunu büyüttü... Bilmem başka ne denilebilir ki… Adlarını burada veremeyeceğim, dolaşılması epey tehlikeli semtler, sokaklar var kitabınızda. Bu sorunu nasıl çözdünüz? Doğrusunu isterseniz ben sorun gibi görmedim hiç ve çözmeye de çalışmadım. Küçük kaygılar duysam da gittim oralara. Onlara samimiyetle, arkadaşça yaklaştım, inandığım biçimde de değer verdiğimi hissettirdim. Kimileyin yol kesme ve tehditle, kimileyin kötü bakışlar ve laf atmalarla karşılaştıysam da çok ciddi bir şey yaşadığım, başıma bir şey geldiği söylenemez. İyilik ve kötülük farklı farklı biçimlerde her yerde var. Kimi tersliklere rağmen insanlar çoğunlukla çok sıcak, içten yaklaştılar, yardımcı oldular. Adı kötüye çıkmış yerlerin sakinleri daha çok dert söyleme, iletişim ihtiyacında, medet umma halindeydiler. Nurgül Pembegül, kemancı Ali, Burak Çelik bunlardan bazılarıdır. İstanbul’da daha birçok semt var, kitaptakilerle benzeşim kurabileceğimiz. T Bu semtler hakkında da vardır mutlaka dile getireceğiniz birkaç cümle... Olmaz mı, çoktur İstanbul için söylenecek şey, bin yıllık kadim şehrin davası kolay kolay tükenmez öyle. Ne ki ben yeterince söylediğime inanıyorum. Benim için en tipik olanları seçip hikâye ettim. Burada durmalı, öteki cümleleri de biraz başkalarına bırakmalı derim. ‘Tanrı kent İstanbul’dur dediğimizde ‘yitik şarkılar’ da kahramanların hikâyeleri olarak mı düşüyor kitaba. ‘Yitik şarkılar’, sevgili Turgay Kantürk’ün önerdiği bir isimdir bana. Tam öykü kişilerini tanımlayan bir ad oldu, ben çok sevdim. Oradaydılar, tam karşımdaydılar, diriydiler, değip dokunabilirdim, işte konuşuyor, anlatıyor, gülüyor, ağlıyorlardı. Kocaman yürekleri, düşleri, upuzun hikâyeleri, kahverengi iri gözleri, kumral, dalgalı saçları, geniş omuzları, ince belleri, dar kalçaları, dillerine dolanan, kalplerini ağrıtan, kederli, yakıcı şarkıları, umarsız aşkları, iri kıyım dertleri vardı. Ne ki yoktular, yitiktiler, benim için değilse de pek çoğu için bir hiçtiler. Kimileri ancak parya, safra ya da pislik olarak kabul edilebilirlerdi. Şarkılarını dev bir sağırlar topluluğuna söylüyorlardı. Hepimizin de pek iyi bildiği gibi kopkoyu bir insansızlık ve iletişimsizlikle kuşatılmış durumdayız. Anlamayı değil, anlamamayı, görmemeyi, bilmemeyi seçiyoruz. nı anlatmayı gözetmedim. Erkeklerin de başı belada, onların da çok açmazları, sıkıntıları var. Onlar da yitik şarkılar listesinde sayıca az değiller. HIZLI BENZETMELER Oldukça ‘hızlı’ benzetmelerle Bağdat Caddesi’ndeki araba yarışlarından söz etmişsiniz. Ardından Ford Mach 1’den ve Sevim Burak’tan... Bağdat caddesini Sevim Burak’sız, Mach 1’siz anlatmak olası değildi benim için. Bu onun son aşkıydı ve bu aşk için sayfalar dolusu yazmıştı Sevim Burak. ‘Mach 1’ biliyorsunuz Bağdat caddesinin romanıdır. Sevim Burak dilini, anlatımını, yaratıcılığını, kurduğu dünyayı, kimselere benzemezliğini, bambaşkalığını çok sevdiğim bir yazardır. Daha ilk okuduğumda çarpılmıştım. Kimselere benzemezlikle ortaya çıkışı, bu cesaret, okunmamayı göze alarak vazgeçmeyişi, inadı, meydan okuyuşu, hatta egosu bile beni hep çok etkilemiştir. Aslında ben birkaç kişinin belleğindeki Sevim Burak çağrışımından çıkan Sevim Burak’ı merak ederim. Bunlardan birisi de sizsiniz. Şöyle bir imgeden söz edebilirim: Kocaman gözlü, acı bakışlı bir kadın, eski bir konağın yarı karanlık bir odasında her zamanki gibi tek başına bir ayin düzenlemiştir. Yıprak prova mankeninin üzerinde cümleleri prova etmekte, boynundaki mezura ile derinliklerini ölçmekte, sonra da sözcükleri yeni bileylenmiş keskin bir makasla kesip biçerek dikime hazırlamaktadır. Bir yandan da dikiş iğnesini kahramanının içinde hızla yürütür. Artık o da acımasızdır. İstanbul hakkında, daha genel bir tutumla, bir edebiyatçı ve onun yaşayanı/onu yaşayan birisi olarak neler söylemek istesiniz? Hem güzel hem çirkin, hem soylu, hem soysuz, hem masum hem suçlu, katil ve kurban, tanrı ve kul… Kadın ve erkek… Beyzade ve serseri, şuh ve pejmürde… Ne bileyim işte bütün bunlar çoğaltılabilir. Hem her şey hem hiç. Edebiyata hayli malzeme sunan bir yer. İstanbul benim doğduğum, yaşadığım, beni biçimlendiren bir kent. Bütün megapollerde olduğu gibi İstanbul’da da yaşam pek çok açıdan kolay değil. Hatta zaman zaman kıyıcı, yıkıcı bile diyebiliriz. Bununla birlikte benim için bu İstanbul hep çok güzel, hep çok değerli, hep âşık olunan ve nefret edilen bir yer. Ölmek istediğim tek yer. Belki de tek aidiyetim. ? Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar/ JaleSancak/Turkuvaz Kitap/ 160 s. SAYFA 13 Jale Sancak ve Sedat Demir birlikte... Bir de kadınların kitaptaki varlığından bahsetmek istiyorum. Erkeklere göre epey fazlalar ve başları oldukça dertte. Durumlar, anlatılacaklar belirledi bunu. Bir de kent, özellikle göçle gelen kadınlar için çok daha tehlikeli, açmazlarla dolu, tekinsiz bir yer. Çok fazla baskı var kadınlar üzerinde. Olanakları erkeklere oranla hayli kısıtlı. Okuyamıyor, eğitim alamıyorlar. Halen çalışmasına izin verilmeyen pek çok kadın var. Çalışanlarsa çoğu zaman meslek edinemedikleri için zor koşullarda, hoyrat ortamlarda, yetersiz ücretlerle savrulup duruyorlar. Söz hakları, seçme özgürlükleri, yaşamlarını diledikleri gibi kurma hakları ne yazık ki hâlâ tam anlamıyla mevcut değil. Bununla birlikte salt kadınları, kadın sorunları CUMHURİYET KİTAP SAYI 1015
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle