27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K umhuriyet, yalnız roman, öykü, oyun gibi türlerde değil, entelektüel boyuttaki değeri nedeniyle görece “zor”luk sergileyen eleştiri, deneme yazınlarının da gelişmesinde en büyük itici gücü oluşturdu. Birer aydınlanma türü olarak denemeyle eleştiri aradığı, o verimli toprakları zaten Anadolu aydınlanması nedeniyle ancak cumhuriyetle bulabildi. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Dişil eleştiri... larına değinmiş, bir iki ipucundan kalkarak kimi sorular üretmeye çabalamıştım… Öykü konusunda kadın ile erkek duyarlıklarına değindiğim yazının öne sürüşüne benzer biçimde kadınla erkek eleştirmenin yapıta, yapıttaki evrene, karakterlere, nesneye, olaylara, ilişkilenişlere duygusal ya da ussal bakışla yaklaşacakları öne sürülebilirmiş gibi geliyor bana. Kadınla erkek yazarların duygusallıkla duyarlık düzleminde farklılıklar sergilediği; sözgelimi erkeklerin duygusal, kadınlarınsa ussal bir anlakla ürün verimlediği bunun sonucunda kadınların duyarlı olmayı daha çok becerebildiği, erkeklerinse duygusal coşkulara kendilerini kolayca kaptırdığı görüşüne katılırsak eğer, bu doğrultuda eleştiri alanındaki üretimlere bakarak da benzer öngörüler getirilebilir herhalde. Buradan hareketle erkeklerin duygusal, taşkın, aynı şekilde kadın eleştirmenlerin ise usçu olmakla birlikte duygusal, suskun kalacakları söylenebilir… KADININ SOĞUKKANLI USÇULUĞU VAR!.. Eleştiri yazınında ürün veren kadın yazarların, erkeklere oranla daha farklı tutum sergiledikleri gibisinden yaygın bir yargıya varılabilir mi kestiremiyorum. Ancak izleyip gözleyebildiğim kadarıyla erkek yazarlar, eleştiri metinlerinde beğendiklerinin yanında beğenmedikleri yanlar üzerinde de kalem oynatıyor açık bir tutumla. Oysa kadın yazarlar, genelde yalnız beğendikleri üzerine kalem oynatmayı yeğliyor, beğenmediklerinden uzak duruyor, bunu örtük tutuyor bir biçimde… O zaman yazınsal eleştiri metinlerinde, örneğin romanda, öyküde gerçektenlik duygusunun yokluğu ile inandırıcılık nasıl yok oluyorsa bunlarda da enikonu düş kırıklığı yaşanıyor ne yazık ki. Yazınbilimcilerce üretilen yazın eleştirisi böyle olabilir elbette, ama yazıncıların verimlediği yazınsal eleştiride böyle bir düş kırıklığı, yine bir yazın sanatı türü olan eleştiriden tat almamızı engelliyor… Bu çerçevede Tülin Arseven’in Yazgıya Başkaldıran Yazar Necati Tosuner başlıklı kitabı için bu pek önem taşımıyor. Çünkü bir yazınbilimcinin verimlediği kitap olarak yalnızca bilgiöğreni temelinde verimlenen bir eleştiri yapıtı konumunda çıkıyor karşımıza. Peki Çiğdem Ülker’le Hülya Soyşekerci’nin kitapları için de bu görüş getirilebilir mi? Örneğin günlüğünden öyküler de kaleme aldığını öğrendiğim, ancak bu yöndeki verimini henüz tanıma fırsatı bulamadığım Hülya Soyşekerci’nin Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar başlıklı kitabı, insanda böyle bir duygu ikircimi bırakıyor diyebilirim. Nitekim yazar, 20042007 arasında dört yıl boyunca tuttuğu okuma günlükleri aracılığıyla “yazarlara ve yapıtlara” yaklaşırken kendine dönük bir iç yolculuğun izdüşümünden açılımlar getiriyor. Yazın eleştirisinde gözlemlenebilecek bir bilgilenmeöğrenmeye gereksinim duymaksızın yazınsal metne nasıl yaklaşılırsa böylesi duyguyla ilerliyoruz sayfalar arasında. Sonuçta eleştirinin yaslandığı yargılayıcı dille de karşılaşabiliyoruz kitapta. Sözgelimi Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi başlıklı yapıtıyla ilgili şu satırlarını okuyoruz yazarın: “Öykünün ilk yayımlanma yılının 1979 olması insanı düşündürüyor. Toplumsal sorunlar ve çözümlerin tartışılmasının gündemde olduğu, insanların her şeyi toplumsallığa göre anlamlandırdığı o sancılı ve zorlu dönemde Bilge Karasu, yazdıklarında örtük olarak pek çok toplumsal soruna değinmekte, bunları alt metinlere göndergeler yoluyla bağlamakta; okuru öykü ve masal katmanları arasında bir bilinç yolculuğuna çıkarmaktadır.” (58, 59) İşte size içerik bağlamında eleştiri metnine özgü örnekçe oluşturacak birkaç satır. Ne var ki eleştiri, metindeki olumluolumsuz öğelerle bütünlük sergilemez mi? Ama Soyşekerci hep sevdiği, benimsediği yazarları alıyor yolculukta kendine. Öykü, roman gibi eleştirinin de gerçektenlik duygusu gerektirdiğini unutuyoruz sanki bir çalım… Burada kadının, doğurgan dişi olarak öz çocuğuna yönelik kayırıcı, kusur örtücü, eksiğe kulak tıkayıcı, görmezden gelici tutumundan söz edilebilir mi acaba, yazınsal eleştirilere bulaşması halinde, bunun kadının verimini bulandırabileceği savlanabilir mi? Kadın eleştirmenlerin, yazarlarla ilgili yaklaşımında soğukkanlı usçuluğa rastlandığı kadar, bu doğrultudaki suskunculuğun da etkili olduğunu düşünüyorum kendi payıma… KADININ KURDUĞU KOCA BİR DÜNYA VAR!.. Ancak bu durum, “dişil bir eleştiri” örneği olarak alınacaksa eğer, kadın yazarlarımızın yine de buna karşın her kezinde koca bir dünya kurmayı başardığını unutmamak gerekiyor… Tülin Arseven de Çiğdem Ülker de böyle bir dünya kuran eleştirmenlerden Soyşekerci gibi. Ama onlar da yine sevdikleri, kendilerine yakın gördükleri yazarlarla buluşturuyor bizi kitaplarında. Tülin Arseven, kendisini Yazgıya Başkaldıran Yazar Necati Tosuner adlı kitabı verimlemeye iten dürtünün bir sevgi seçimi olduğunu dile getiriyor zaten. “Necati Tosuner’in Öykücülüğü” başlıklı yazısının 2004’te Hece Öykü’de yayımlanışı üzerinden tam bir yıl sonra yazardan mektup alıyor Arseven: “Yazınızı böylesine geç görünce, onu Necati Tosuner öldükten sonra yazılmış bir yazı olarak algıladım. Yitirilmiş bir şeyi işte bulmuş gibi bir sevinç yaşadım.” (11) Bu mektuptan sonra Tosuner üzerine çalışma kararı alıyor yazar. Sonuç ne mi oluyor? Necati Tosuner üzerine tam bir yetkinlik yansıtan, hatta Tosuner’in yapıtlarının “eleştirel basım”ı olarak alabileceğimiz bir monografi çıkıyor ortaya! Eleştirinin Odağında adlı yapıtta da ötekilerde olduğu gibi seçilmiş yazarlarla önümüze geliyor Çiğdem Ülker. Ancak Soyşekerci’den farklı olarak, kitabını “eleştiri” bağlamında sunarken gerek yaklaşımı, ele alışıyla, gerekse yöntemiyle buna çok uyan bir yapıt verimliyor. Evet, bir eleştiri yapıtıyla karşı karşışayız. Kitabını bölümleyişi de çok çarpıcı geldi doğrusu bana. Sözgelimi “Başka Dillerden Başka Yazarlardan” arabaşlığı altında farklı coğrafyalara, farklı dillere, ekinlere giderken bunları roman kahramanlarının yaşadığı kentlerin dokusuyla birlikte harmanlayıp, farklı kaynakçalarla geliştirmesi daha ilk sayfalarından başlayarak yapıtı zenginleştiriyor. Bir monografik çalışmadan kesitler taşıdığı açık, elli sayfalık “İnsanlık Durumlarının YazarıMehmet Eroğlu” başlıklı bölüm, bu konudaki yetkin örnekler arasında gösterilebilir bana göre. Ama herhalde Eroğlu’nun romanlarında karşı çıktığı/çıkacağı yanlar da vardı yazarın… Ancak buna yönelik değerlendirmelerden kaçınan tutumunu geri çekip düşüncelerini da bizimle paylaşabilseydi keşke yazar. Herhalde vardı da böyle değerlendirmeleri Ülker’in, o zaman yapıt gerçektenlik duygusu çok daha yüksek bir nitelik kazanmış olmaz mıydı peki? Sonrasında bizim yazarlarımız arasında da bir gezintiye çıkıp “Romanda Farklı Duruşlar”a yer açıyor Ülker, yine böylesi bir yaklaşımla. Çiğdem Ülker, 1999’dan başlayarak on yıllık emeğini toplamış Eleştirinin Odağında adlı kitabında. Diğer yazarların yapıtları da büyük emek ürünü kuşkusuz… Bu çerçevede kitapların değerlerine yönelik kuşkum, kaygım yok elbette, yok ama kadın yazarların yalnızca benimsedikleri, seçerek kendilerinin kıldıkları yazarlar üzerinde kalem oynatmaları nasıl açıklanabilir? Kadın yazarların, böyle genel bir eğilimleri olduğu, buradan “dişil eleştiri” düşüncesine gidilebileceği öne sürülebilir mi peki? Konuyla ilgili tartışmayı, aralıklarla sürdüreceğim…? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1015 C Böyle bir andırışmalı bakışa koşut olarak kadın yazarlarımızla şairlerimizin de cumhuriyetle birlikte büyük artış gösterdiğini öne sürmek olanaklı elbette. Azra Erhat, Mîna Urgan, Türkan Saylan, Nazan İpşiroğlu, İonna Kuçuradi, Sevda Şener, Suna Kili, Meriç Velidedeoğlu, Zeynep Oral, Yıldız Cıbıroğlu vb. denemeciler hep cumhuriyetle birlikte boy gösterdi… Bu yoğunlaşma eleştiri alanında da kendini gösterdi kuşkusuz… Kaldı ki aydınlanma, usun din karşısında bağımsızlaşmasına yol açmadı yalnız, her alanda bir kadın erkek eşitliğine doğru adım atılmasını da sağladı. Nitekim bilimde, felsefede, sanatta cinsler arası diyaloğun, uyuşumun, hoşgörünün parlak örnekleri hep bu evrede sergilendi. Cumhuriyetle birlikte deneme, eleştiri vb. türlerde kadın verimleyici sayısının yükselmesi kaçınılmazdı, doğaldı da üstelik. Nitekim geçmiş yıllar içinde onlarca, hatta yüzlerce bilimci, felsefeci, yazıncı kadın alınları açık, başları dik verimleyiciler olarak büyük başarılar gösterdi. Alanlarına erkelerini eklerken onlarla onur duyduk, yararlandık onlardan, saygı duyduk onlara, verim gücü yüksek kadınlarımız olarak gönülden bağlandık kendilerine… Şöyle kabaca düşündüm, sıralamaya kalksam eleştiri alanında hangi kadınlarımızı anabilirim diye, eksikleriyle birlikte upuzun bir liste çıktı önüme: Güzin Dino, Olcay Önertoy, Gürsel Aytaç, Füsun Altıok, Jale Parla, Yıldız Ecevit, Zehra İpşiroğlu, Sennur Sezer, Necmiye Alpay, Asuman Kafaoğlu Büke, Nursel Duruel, Feyza Hepçilingirler, Sevinç Özer, Dilek Doltaş, Nurdan Gürbilek, Birsen Karaca, A.Didem Uslu, Selma Baş, Tülin Arseven, Medine Sivri, Çiğdem Ülker, Hülya Soyşekerci, Erendiz Atasü, Arife Kalender, Nursen Karas, Nalan Barbarosoğlu, Mine Hoşcan Bilge, Ayşe Sarısayın, Aysel Sağır, Saba Kırer, Nedime Köşkeroğlu vb. Bunlar, ilk ağızda usuma gelenler, kimbilir nice unuttuğum ad oldu bunların yanında, unutulmaması gereken… Öte yandan andığım bu eleştirmenler arasında kitaplılar olduğu kadar henüz kitap yayımlamamış olanlar da var… Bu hafta “Kitaplar Adası”nda kitaplı olarak alana yenice eklemlenen üç eleştirmenimizin çalışmalarından söz ederek sürdüreyim istiyorum konuyu… KADININ ELEŞTİRİSİ VAR!.. Çiğdem Ülker Eleştirinin Odağında (Ürün, 2007), Tülin Arseven Yazgıya Başkaldıran Yazar Necati Tosuner (Salkımsöğüt, 2007), Hülya Soyşekerci Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar (Kanguru, 2008) başlıklı yapıtlarıyla son dönemde okuduğum eleştirmenler oldu diyebilirim. Gerçi bu yazarlardan yalnızca Çiğdem Ülker yapıtını “eleştiri” olarak nitelerken ötekiler, örneğin Arseven “inceleme”, Soyşekerci ise “okuma günlüğü” olarak sunuyor kitaplarını. Ancak böyle de olsa söz konusu yapıtların eleştirel temeller üzerinde yapılandırıldıkları öne sürülebilir yine de. Arseven’in incelemesi de dahil olmak üzere kitapların, bütün olarak değilse bile yargılayan bir dille örüntülendikleri görülüyor. Açıklayan, yorumlayan yaklaşımlar da buna eklenebilir. Yazarlar her ne şekilde nitelerse nitelesin yapıtların, görece birer eleştiri kitabı sayılacağı açık. Zaten kimi eleştirilerin incelemeyle, kimilerinin denemeyle, hatta öykülemeyle birlikte yürütülebildikleri, ancak buna karşın yine de eleştiri alanıyla içlidışlı kitaplar olarak alındığı biliniyor. Bir şiirin düzyazıyla, romanın anlatıyla, öykünün senaryoyla içlidışlı olmasının bunların şiir, roman, öykü oluşlarına halel getirmeyeceği gibi… Peki kadın eleştirmenle erkek eleştirmen arasında fark var mı? Daha genel söylersek kadının yazınsal üretimiyle erkeğin yazınsal verimi temelde birbirinden ayrılan yanlar mı sergiliyor? Daha önceki bir “Kitaplar Adası” yazısında (14 Mayıs) bu konunun öykü özelinde kimi yan SAYFA 20
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle