27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ sim, tiyatro, edebiyat… Oradaki insanların kendini İstanbul’daki insan gibi hissetmesi lazım… O imkânları yok. Ondan sonra geri kalmış diyerek istediğiniz kadar küçümseyin. Aynı amaç adına başka neler yapılabilir? Sayılarla açıklamalar var kitapta. Şu anda 1000 tane genç müzisyen açıkta. 10 orkestra kurulur her biri 100’er kişilik. Nereye kurulacağını da söylüyorum: İstanbul’a iki orkestra daha gerekir, bir tane karşıya, bir tane Avcılar tarafına ve Anadolu’daki şehirlere. Bunlar gerçekleşti mi zaten bir sistem oluşur ben de o sistemin bir parçası olurum. Ben her şey olmak istemiyorum. İşleyen bir sistemin parçası olup arada bir görev almak istiyorum. Ama bir sistem kuramadık ve çok zor kurulacak bu gidişle. Son detayına kadar açıkladım bu projeleri kitabımda. Bunlar ilk benim fikrim olmayabilir. Benden önce de benzer şeyler düşünülmüş olabilir. Tamam, Ertuğrul Günay benimle kavgalı. İyi bir kültür bakanı olmak istiyorsa bunları kendi düşünmeli. Belki de düşünüyordur. İnşallah da yapılır. Bir sanatçılar birliği yok Türkiye’de. Var olması bu tür girişimleri daha kolay kılmaz mıydı? Biraz kendiliğinden oluşuyor. Özellikle son iki yıldır, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasından beri öyle bir birbirimize sarılma duygusu var ki… Mıknatıs gibi birbirimize çekiliyoruz. Genco’yla ben mesela yılda bir kez Nâzım Oratoryosu’nda görüşürdüm: Merhaba, merhaba. Şimdi her gün telefonlaşıyoruz: şunu yazalım, buraya gidelim. Mesela Genco mütevazı bir yaşam süren, mütevazı bir para kazanan biri. Onun için 60 bin liralık Aydın Doğan Ödülü çok iyi para, ihtiyacı olan bir para. Alır almaz Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne vermesi çok önemli bir mesajdır. Diyorlar ki Fazıl Say konuşmasın, siyaset yapmasın, kendi işini yapsın. Benimkisi siyaset değil, benimki kendi yaşamımla ilgili kaygılar. Bunları düşünmek veya tartışmak siyaset değil artık, sosyal faaliyet. Bu kitap siyasi bir kitap değil. Deniz Baykal’a yazdığınız bir mektup var kitapta, daha önce internet üzerinden de yayımladığınız. Birkaç gün sonra Baykal mektubunuzu ciddiye aldıklarını açıklamıştı. Sizin için tatmin edici bir yanıt mıydı bu? Cevap tatmin edici olmaz, icraat tatmin edici olur. Bir muhalif olarak muhalefetin tavrını nasıl buluyorsunuz? İşte tatmin edici değil, icraat yok. Muhalefetin yapması gereken yüzde yirmi beşin üstüne çıkmak. Yirmi beş garanti, cepte. Mektupta şunu yazmıştım, kimsenin size oy verdiği yok, sana, Kılıçdaoğlu’na… Çok acımasızca bu var. Güneydoğu’da oyun sıfır, Doğu Anadolu’da yüzde bir, varoşlarda hiçbir şey yapamamışsın, neden? Çözmeye ne zaman başlayacaksın? Üç sene kaldı. Bir daha yenilirse artık toparlanamaz. Bunu ne ilk ben söylüyorum ne de son. Belki bir sanatçı tek başına söyleyince artı ağırlık kazanıyor. Ama bir şeyler yapacaklarına inanıyorum; sıfırdan daha kötüsü yok çünkü. Kumru’ya yazdığım mektubun kalıcı olmasını istiyorum. İnternette inanılmaz yerlere yayılıyor konu. Bir köşe yazarı bir pislik sıçratıyor, dalga dalga başkaları, başkaları… bir bakıyorsun senin de iğrendiğin biri olarak gösteriliyorsun. Bunu önlemek istiyorum bir kere. Bugün ölsem, arkamdan kızıma, baban böyle demişti, denmesini istemiyorum. O yüzden mektup bir belge. Bundan sonra konuşmaları çok zor olur. Olay aslına dönüyor. Mesela 301. madde’yle ilgili hiçbir şey yapmadığım meselesi. Hayır, ilk imza benim. Şahitlerim de var. Bununla ilgili yetmiş yazı yazıldı: Niye 301 için bir şey yapmadı… Bakmadı ki, araştırmadı ki, hiçbiri gazeteci değil ki… İlk imza benim. Ondan sonra o yetmiş yazıdan yedi yüz tane türüyor. İkinci olarak… Böyle bir ortamda bir sanatçı dertleniyor bazen. Çoğu insanın içinden gitmek geldiğini söylediği oluyor normal masalarda. O röportajda üç beş sanatçıyla birlikte öyle bir masada yapıldı ve o laf söylendi, evet. Ağzımdan kaçtı demiyorum. Ben bunu söylüyorum. Arkadaşlarımla konuştuğumuz da oluyor. Ama mücadelesini veren de ben oluyorum. Bu benim kendi iç çekişmem: Gitsem belki daha kolay bir yaşam olacak. Ondan sonra düşünüyorum, hayır orada da yapamam, sıkılırım bu sefer, burada bir mücadele veriyorum. Hepimizde olan bir durum bu… Türk medyası tuhaf bir biçimde büyüttü bunu, kontrolsüz bir biçimde büyüttü. Aman gitmesin diyen de oldu, defol git, vatan haini diyen de. İnsanın kendi içindeki soru işaretlerine bile izin yok. Burada gerçek bir faşizm var, kültürel anlamda sponsorluğunu vermeyecek, korkum var. Erivan’dan alacağım, Çankaya’dan alamayacağım çünkü adam resmen savaş açmış durumda. Echo Ödülü’nü bile tebrik etmeyen bakana gidip de proje mi sunacağım. Çok zor bir durumdayım, AKP bütün olarak karşımda. Biliyor musunuz, şuna inanıyorum: Ertuğrul Günay bana olan muhalifliği sayesinde AKP’den puan kazanıyor. Düşebilirdi bakanlıktan ama bana yaptığı muhalefetle puan kazandı ve kaldı. Son kabine değişiminden mi söz ediyorsunuz… Evet. Çok söz duyduk buna dair. Tam o sıralarda işte bize çattı birkaç kere. Bize karşı çıkışı yerini sağlamlaştırmak içindi sanıyorum. HEP AYNI DÖNGÜ... Yazıların birinde bir büyükelçisi olarak AB’yi uyarmışsınız. İçtenliklerine inanıyor musunuz? İnanmıyorum, inanmadığımı da söylüyorum. Bizim kendi Rönesanssımıza samimi bir şekilde destek verseydi bu durumda olmazdık. AB sonuçta dünyanın en büyük gücü... Nasıl AKP’nin kapatılmasına karşı olup gücünü ortaya koyduysa polisdevlet için de gücünü gösterebilir. Bunu söylemek gerekiyordu, o laf da yerini bulmuştur. Ben yazılı bir başvuru yapmadım büyükelçi olarak. Belki biraz daha ciddileşirse… Ama bu mektup çoktan yerine ulaşmıştır. Hiç şüpheniz olmasın, Türkiye’yle ilgili her şeyi çok iyi biliyorlar. AKP’nin amacını, Ergenekon’u, ne olduğunu, ne döndüğünü… Olan bitende onların parmağının olduğunu söyleyenler de var… Fazıl Say’ın projelerinden biri de İstanbul okullarında 1000 konser projesi. Konserler sadece klasik müzik değil her türde olacak. KUMRU’YA MEKTUP Kitapta kızınız Kumru’ya yazdığınız bir mektup da var. Hakkınızdaki iddiaları yanıtladığınız bir mektup. Ne bu mektupta, ne de diğer yazılarda “Fazıl Say gitmek istiyor” spekülasyonuyla ilgili bir açıklamanız yok. Neden? bir faşizm. Her iki tarafın da uyguladığı… Bu konuya değinme gereği bile duymadım çünkü konular kolay değişiyor bu memlekette; kolay unutuluyor, kolay değişiyor. Basbayağı siyah dediğin şeyi ertesi gün beyaza yoğunlaştır beyazda kalıyor. Bu önemli bir konu da değil. Yurtdışına gitsem Türk olmayacak mıyım? Almanya’ya gitsem adım Hans mı olacak? Zaten her gün gidiyorum(!) Kitapta söz ettiğiniz projelerden biri de Ahdamar projesi. Bu proje şimdi ne durumdadır? Bütün bunlar, kurumlar... Orkestra… Şeyh Bedreddin Destanı’da keza öyle. Bu eserler yazılma aşamasında daha. Bir konser tarihinin konulamamasının sebebi, bu adam bana orkestra Parmağı olmalarından ziyade bunu engellemek için karşı güç oluşturmuyorlar, bu bir haksızlık. Parmağı var, arkadan itiyor demeyeyim ama engelleyebilecek bir güçken, hop bir dakika, böyle hiç giremezsin Avrupa Birliği’ne, polisdevlet vs. demedikçe… En sonunda, beş yıl sonra, antilaik oldunuz, şeriatçı oldunuz, AB’ye alamayız diyecek. Hep aynı döngü… Bir soru da ben size sorayım: Siz şu an Afganistan’a yardımcı mısınız bir Türk olarak? Hayır. Ne yapıyoruz, hiçbir şey. Ya da Endonezya’ya yardımcı mıyız? Değiliz. Durum biraz da böyle… Ahdamar projesine geri dönersek… Toplumlar arası ortak bir çalışmaya dayanan, ortak bir efsaneden yola çıkan, 100 Türk 100 Ermeni sanatçının üstleneceği bir proje. TürkiyeErmenistan arasındaki meseleler için bu tür adımların atılması lazım ki biraz buzlar erisin. Bunun en iyi örneği yirmi yıl kadar önce Zülfü Livaneli, Sezen Aksu gibi isimlerin Yunanistan’la kurduğu dostluk köprüleridir. Ne kadar ilerledi ilişkiler değil mi. Avrupa Kupası maçlarında Yunanlılar Türkleri Türkler Yunanlıları destekliyor. Bunu başlatan sanatçılardı. Ermeni meselesi tabii çok farklı… Ben de bir müzisyenim, kitaplardan okuyorum. Biz yazılanlardan okuyoruz. Yazılanlar için de bir birliğe varılmasından yanayız. Beş tane gerçek olamaz bir tane olur. Onda da herkes hemfikir olmalı. O bir gerçeğe de varmak için yollar aramak lazım. Bunların başında da dost olmak geliyor. Belli ki kötü olaylar yaşanmış ve bununla hesaplaşmak gerek. Yoğun bir tempoda çalışıyorsunuz. Bundan bir parça rahatsızsınız ama mutlusunuz da. Sanırım birbirini dengeliyor. Hep böyle mi sürecek? Konser vermek benim için yaşamsal bir ihtiyaç. Elbette hep sürecek. Ama konser sayısının yüz yirmi değil de altmış olduğu olacaktır beşaltı yıl sonradan itibaren. Çünkü fizik dayanmaz. Yüz yirmi konser… Benimle beraber çalmayan sadece benimle turneye gelen insanlar hasta oluyor. Normalin üstünde bir durum zaten… Beste yapmaya daha çok zaman kalır diye düşünüyorum böylece. Son on beş yılda çok verimli bir besteci olamadım. Aslında Bununla uğraşmak istiyorum. Mesela opera yazmak istiyorum. İşte şimdi daha birinci senfoniyi İstanbul’a yazıyorum, hani derler ya birinciyi yaptın mı dokuz tane gelecek diye… Ona da zaman gerekiyor. Müzik okulu açmayı düşündünüz mü hiç? Benim hocalık deneyimim oldu. Bilkent’te profesördüm iki yıl, 20042005. Zordu. Neden zordu? Hem bu tempo arasında öğrenciye zaman ayıracağım… Hocalık başka zanaat çünkü öğrenciyle her gün uğraşmak lazım… Ayda bir kez gideyim, yerime asistanım baksın da diyemem. Bu fazla çağdaş ve iyi bir sistem değil. İçime sinmedi. Bir de öğrencilerle üç gün uğraşıyorsun sonra bir hafta onlar gibi çalıyorsun. Arada Berlin, Paris konseri güme gidiyor. Tehlikeli de bir yandan. Elli yaşıma doğru belki bestecilik kursları veririm. O daha rahat çünkü hoca açısından. Son olarak, ne zaman bir açıklama yapsanız, bir girişimde bulunsanız, Fazıl Say gündeme gelmek istiyor, deniyor. Arkasından, herkes işini yapsın… Şimdi bu kitap ve dahi bu röportaj… Yine aynı sözleri söyleyenler olacaktır… Bunu on yıldır söylüyorlar: Konser veriyorsun, isminin duyulmasını istedi; televizyona çıkıyorsun, isminin duyulmasını istedi… ne yapsam yaranamıyorum. Biz yaranamıyoruz, hiçbir şekilde yaranma şansımız yok, onu anladım. Mesela, Fazıl Say Echo Ödülü’nü kazandı, Hürriyet’in internet sitesindeki haber; altında yorum: Fazıl Say gitsin. Karşı tarafta bir IQ problemi de var. Deniz Baykal’a mektup… Kendi istediği gibi internette yazıp çiziyor, Fazıl Say yazmasın. Bu ciddiye alınır bir şey değil. Çok ahmak bir kitle güruhu var: Çöp. İnsanın bundan etkilenmemesi mümkün değil tabii, hele benim. Ama o çöp güruhuyla da yaşanmaz. ? Yalnızlık Kederi/ Fazıl Say/ Doğan Kitap/ 188 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1015
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle