24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ edasıyla değil her şeyden önce yurtsever bir yurttaş diliyle yazıyorsunuz... Mülazım Sacit’in penceresinden yaşıyoruz dönemi... Yanıldım mı ya da eksik mi kaldı ifadem... Hayır yanılmıyorsunuz. Söyledikleriniz eksik de değil fazla da… Zira o da yüz elli üç kişilik bölüğü de yurtları uğruna hayatlarını ortaya koyuyorlar. Onlara “hedefe git” denmiş bir kere. Ama gidebilecekler mi acaba? Emri verenler yok artık. Kendi kararlarını kendileri verecekler. Soracak kimseleri de yok etraflarında. Söz namus ama hayat da tatlı. Büyük bir sorgulama başlıyor. Direnenleri ikna edebilecek mi? Asıl düşüncesi ne? Hedefe varabilecekler mi? Yoksa işler tamamen değişecek mi? O korkunç sarı sessizlikte, tipilerde ilerlerken ölmek mi kolay yaşamak mı? Can dostu çilekeş başçavuşu haklı mı çıkacak? Hangi güç onları bilerek ölüm anlamına da gelen hedefe gitmeye motive edebilir, yoksa hiçbir güç edemez mi? Romanımın en önemli olduğunu düşündüğüm yönü okuyucunun beklentileriyle sürekli sürprizlerle adeta saklambaç oynaması. Bence buna okunma vizesi de deniyor. ‘HER ASKER MUHASEBE YAPAR’ Barış istemek... Savaşmak, ölmek, öldürmek, icabında bundan zerre geri durmamak ama barışı en çok istemek, özlemek hali... Askeri en iyi anlatan duygular bunlar olsa gerek... Romanınız (ki roman demeye dilim elvermiyor, öyle sahici) ikilemlerin, emirkomuta zincirinde dahi yaşam ve amaç muhasebesi yapmanın, strateji sorgulamanın da savaşcıl dünyada “asker hayatın” önemli bir parçası olduğunu gösteriyor... Devamını yazarın dilinden aktarmalı okurlara peşinen... Cihangir Akşit, Gamze Akdemir’le söyleşide... İnsan beyni asla durmaz. Belki bunu kısa süreli baskı altına alabiliriz. Ama devamlı olabilmesi için beyninin yıkanmış olması gerek. “Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez!” diyor Sokrates. Her asker de savaşta yaşam ve amaç muhasebesi yapar. Bu bir iç hesaplaşma oluyor aslında romanda. Ama mutlak itaat üstün mü gelecek yoksa yaşama isteği mi ağır basacak? Kumandanlık rütbeyle olur. Ama liderlik için sadece rütbe yetmez, astlarınızın kalbini de kazanmak gerekir. Sacit de lider olmaya çalışan bir subay. Ama her insan gibi hatalar da yapabiliyor. Romanda aslında bence tek doğru yok… Ama Sacit genç bir lider olarak kendisinden daha yaşlıların da bulunduğu birliğiyle ilgili sürekli kararlar vermek zorunda. Ve çok genç yaşına rağmen bu ağır sorumluluğun altında oldukça zorlanacak... Diyor ki Mülazım Sacit; “Ruslar Karadeniz’deki donanmamıza taarruz etmişler. Gerçi bizimkiler onların bir gambotunu batırmışlar. Bir sürü Rus’u esir almışlar. Yani bu şu demek oluyor: Bugün yarın Ruslar huduttan bastırabilir. Hemen cephane ikmalini, yiyecek ve giyecek ihtiyacını tespit edip karargaha verelim. Kürekler, kazmalar dağıtılsın, akşama kadar bütün bölüğü harp teçhizatıyla görelim. Yarından tezi yok daha fazla süngüleşme ve göğüs göğse muharebe eğitimi yaptırmamız gere kecek. Bu kadar acele harp olur mu anlayamadım gitti! Daha seferberliğimiz bile tamamlayamadık. Biz bir baskına uğruyoruz galiba.” Bu duygu kitabın bütününde hissediliyor... Aslında Mülazım Sacit İmparatorluğun böyle ansızın savaşa girmesini hiç beklemiyor. Zira hazırlıkların yeterli olmadığını bizzat işin içinde yer alarak görüyor zaten. Ama Karadeniz’de Enver Paşa’yla Alman Amirali Souchon’un arasında Sivastapol ve Odessa gibi limanların Yavuz ve Midilli zırhlılarıyla vurulmaları danışıklı bir dövüş, yani bir “oldu bitti” oluyor. Balkan harbinde felakete uğranılmış ama yeterince ders alınmamış. Enver Paşa’nın hesap hataları sadece çok can kaybına neden olmadı, Erzincan dahil bütün bu toprakların elden çıkmasına da neden oldu. Mağlup olmanın ağırlığıyla da bu korkunç acı hiç hatırlanmak istenmeyecek diye sürüyor roman... Öyle midir sahi? Aslında Sacit tüm fedakârlıklarının gelecekte hatırlanmama korkusu içerisinde burada. Zira kendisine göre askerlerin zafer de olsa mağlubiyet de olsa ölümleri, aynı değerdedir. Ancak gerçek hayatta mağlubiyetlere kimselerin sahip çıkılmadığının o da farkında… Mağlubiyetler de ulusların tarihlerinde çok önemlidir. Tek şartı “ders alabilmektir”. Osmanlı İmparatorluğu bu hatayı sık yapmıştır. Mustafa Kemal’in ordusu ise, ders almış ve Kars’ı Sarıkamış’ı çok değil birkaç sene sonra ele geçirirken aynı hataları yapmamıştır. Zira zamanlaması çok iyidir, hazırlıklar yeterlidir, kumandanlar deneyimlidir. Bunlar Enver Paşa’nın Sarıkamış’ında pek yoktur. Üstelik Sarıkamış felaketi bilinmesine rağmen Cemal Paşa şubat ayında ordusuyla Mısır’da Kanal seferini yapmak üzeredir. Bu da acı bir mağlubiyetle sonuçlanacak ve aynı şekilde İngiliz ilerlemesi bütün Arap yarım adasının, Suriye’nin, Kudüs’ün, Bağdat’ın, Kerkük’ün elden çıkmasına kadar varacaktır İmparatorluk için. Şevket Süreyya Aydemir, “Sarıkamış felaketi çöken İmparatorluğun Türk milletine son zulmüdür” diyor kitaplarında. Bazen acaba bu sözler çok mu sert diye düşünsem de, onca insan, hatalı yöneticiler ve hatalı kararlar yüzünden yok olup gitmedi mi? Sacit de arkadaşlarıyla beraber, Mehmetçiği temsilen bir sembol isim olarak, o uçsuz bucaksız beyazlıkta, yaşamda metafor anlamında bir kayboluş yaşamıyor mu? Diyorsunuz ki “İnsan orada, doğanın acımasızlığı ile eşsiz nimetleri, güç ve güçsüzlük, güzellik ve kötülük, yaşam sevinci ile ölüm soğukluğu gibi çelişkilerin ortasında, sanki bir köprü gibidir. ‘Sarıkamış’ sözcüğü de insanda bu tür duygular uyandırır. “Savaş” ve “barış” kelimelerinin arasında bir köprü sözcük gibi gelir kulağa, ikisi de birbirini hatırlatır sanki.” Yeni okuyacaklara rehber olsun, nasıl bir köprüdür bu? Sarıkamış bugünü temsil ederken harika uzun sarı çam ormanları, kristal taneli toz karlarıyla dünyanın en güzel kayak merkezlerinden birisidir. Ama orayı ve tarihi bilenler burasının 1914’te Mehmetçik için büyük bir felaket yeri olduğunu da bilirler. Bu yüzden bu sözcük savaşla barış arasında sanki bir köprü sözcük gibi gelir insana. Ayrıca Sarı Sessizlik’te roman boyunca dünya güzeli küçük Zincan, Rus Yüzbaşısı Musheleof, kız kardeşi Belkıs, repliklerle Sacit’in Sarıkamış’ta bulunduğu sürece içindeki barış özlemini, yaşama sevincini, yaşamla ölüm arasında bir köprüdeymiş gibi gidip gelerek sorguluyor. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Sarı SessizlikSarıkamış 1914: Bir Kayboluş Romanı / Cihangir Akşit / Doğan Kitap / 388 s. SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle