29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA gir Akşit'in kaleme aldığı “Sarı SessizlikSarıkamış 1914: Bir Kayboluşun Romanı”, belgesel bir roman. 57. Dağ ve Kış alayında fiilen görev yaptığı için, savaşın ve birliklerin geçtiği tüm yolları yaz kış detaylı olarak birliğiyle geçmiş bir komutan Akşit. Allahuekber Dağı’nın zirvesine birliğiyle üç kez çıkmış, bölgenin eski ve yeni isimleriyle basit ve kolay anlaşılabilir bir haritasını bölgeyi adım adım gezerek yapmış. Enver Paşa’nın sansürü yüzünden hiç bulunmayan fotoğrafları temsilen suluboya resimler bile yapmış. Harekatı yaşayan son Sarıkamış gazileriyle söyleşilergerçekleştirmiş. Savaşın en şiddetli cereyan ettiği Taşlı Tepe, Dikenli Tabya gibi yerlerdeki eski siperleri kazarak savaşa ait bir kısım askeri malzemeyi muharebe alanlarından toplamış ve bunları İstanbul Harbiye Askeri Müzesi’ne armağan etmiş. Akşit'le romanını konuştuk. Vecihi Timuroğlu, İlhan Selçuk'u konu alan bir kitapla çıktı okur karşısına. Timuroğlu’nun Selçuk'la tanışması, Selçuk'un Ankara'da çıkarmaya başladığı “Dolmuş” dergisiyle olmuş. “Kırk yıllık bir dostluğumuz var” diyor Timuroğlu. “İlhan’ı tanıdığımdan bu yana, Onu, yaşamının hiçbir döneminde gerici ya da tutucu bir çizgide görmedim. Bizleri bulunduğumuz çizgiden daha ileri bir çizgiye götürdü hep. Onu okudukça ve izledikçe, bulunduğumuz düşün ve yazın konumumuzu geri bulduk.” diyor. Gül İrepoğlu, çocukluğundan bugüne anılarıyla harmanlayarak anlattığı, yakın tarih İstanbul'unun romanını yazmış, ‘Fiyonklu İstanbul Dürbünü'nde. Romanın en önemli özelliği, geçmişi elbiselerden yola çıkarak ele alması. Siyah beyaz fotoğraflar, kitaba ayrı bir renk katmış. İrepoğlu'yla kitabı üzerine söyleştik. Bol kitaplı günler... Emekli Tümgeneral Cihan P oğu zaman kendimizi anlamaktan aciziz. Bir erkeğin bir kadını, bir kadının bir erkeği anlaması daha da zorlu bir iş. Anlamaktan, burada, duyarlığın derin katmanlarına sokulmayı kastediyorum, yoksa, belli bir derinliğe inesiye insan insandır sonuçta, tür farkı kazı sürdükçe ortaya çıkar. ervasız Pertavsız ENİS BATUR Claudio Magris’ten iki kitap Ç Claudio Magris’in, özgün başlığı Lei Dungue Capirà olan küçük ama yoğun monoloğunu bir oturuşta okudum geçenlerde. (Bu tarz metinleri bölmeden, bölünmeden okumak gerektiğine inanıyorum). Türkçeye çevrilecek olsa zorlayacaktır başlık, ben “Anladığınız gibi, Sayın Başkan”ı yeğleyerek işin için çıkmayı denerdim. Magris, metnini, İtalya’nın Yıldız Kenter’i bir tiyatro oyuncusu için kaleme almış, yanılmıyorsam. Bazı oyuncular insanı tetikleyebilir, biliyorum. Bir kadının ağzından yazılmış, monolog. Ulysses’in son monoloğu nedeniyle, Joyce’un kadın dünyasını iblis kadar yakından tanıdığını kanıtladığı söylenir durulur, Magris’in tutturduğu düzey onu aratmıyor pek. Bunu ileri sürerken, neye dayanıyorum: Kadının içdünyasını seçme yönünde özel bir becerim, duyarlığım, sezgi gücüm mü var? Hayır. Öyleyse? Bir metin okumuşum, bende bu duyguları düşünceleri uyandırmış hepsi bu. Yourcenar’ın erkek kahramanlarının içine giriş biçimindeki derinlikten de bir o kadar etkilendiğime göre, yanılıyorsam yanılıyorumdur. Yazarın ustalığını, algı zenginliğini, derine inme becerisini alkışlamamı engellemiyor, öyleyse: Sığlığım. Kaldı ki, sığlığımdan söz edecek olanların derine inme kapasitesinin nasıl ölçüleceği de belli değil pek. Magris’in kitabı, “Yılkı” bağlamında düşündürdü beni. Bir kadını anlamaya çalışmaktan ötesini getiriyor, insanın anasının içine yaklaşma denemesi. Olduğu gibi, olduğuna yakın kaç kere, ne kadar açılır Ana, evlâdının karşısında? Şu var: En uzun birlikte olduğumuz kadın odur, bir başkası değil. Yabana atılamayacak özellikte bir ilişkiden sözediyorum. Aynı günlerde, La Force de l’Âge’ı okuyan Fatma Tülin’in yönlendirmesiyle, kitabın son bölümünü okudum. 55 yaşında, dipsiz karamsarlık kuyusunda Simone de Beauvoir, hayata amansız bir bakış. Yaşlanma üzerine söylediklerine, henüz okuyamadığım Yaşlılık’ından sonra eğilmek en doğrusu. Onu düşündüm: Ben Paris’e geldiğim dönemde 55’ine girmiş anam, o günlerde anasını yitirmiş, kahrolmuştu. Bizim hayatımızın zincirinin bir halkası, bazen, yakınımızdaki bir başka hayatın zincirindeki farklı bir halkayla özdeşleşir, bunu çok geç farkederiz. * Nil’den neredeyse kırk yıl sonra, yeniden gırtlağıma kadar ‘akarsu problematiği’nin sularına batmış durumdayım. SaintMalo’da Missisipi’nin yazarıyla karşılaşınca mı başladı bu? Bir payı oldu, sanırım. “Atlıkarınca”, asıl hızlandırıcı çıkış oldu. Ve Hölderlin’e dönüş. Şimdi, masamda: Tuna. Claudio Magris’in, yirmi yıl gecikmeyle edindiğim temel kitabı. Soluklu bir epope. Bir cephesiyle, kararsız tasarlanmış izlenimi veriyor. Deneme, inceleme, gezi yazısı iç içe geçmiş ya, odak sayısı fazla sanki, kitabın asıl merkezi görünmüyor. Tersi de ileri sürülebilir: Tuna ve kollarının akış düzenine öykünmüş bir anlatı evet, böyle de konumlanabilir pekâlâ. Savlı ve yüklü bir programdan hareket etmiş Magris. Altından kalkmayı başarmış. Bir ‘Mitteleuropa’ okuması. Eski, yaşlı kıtanın en yüce nehri Tuna: Aştığı topraklara mührünü vurmuş. Altenberg’in Viyana’sından Ovidius’un Köstence’sine, arada Lukacs’ın Budapeşte’sinde konaklayarak geçerken, her seferinde derin okumalar gerçekleştiriyor. Elias Canetti’yle ilgili bölüm de sarstı beni. Üst üste, ustalıkla yerleştirmiş farklı tarihsel tabakaları. Bir tanesi, Osmanlı’nın Rumeli çağları, yer yer ısırabilir, giderek yaralayabilir ortalama Türk okurunu. Hepimiz, “Tuna nehri akmam diyor” teranesiyle büyümüş, Balkanlar’ın ve Rumeli’nin “kayb”ını sindirememiş imparatorluk çocuklarıyız ne de olsa. Ne kadar sevilmediğini görmek, atalarımızın, canımızı yakacaktır. Açıkçası, ailemin iki kanadı da Rumeli kökenli, çıkışlı olmasına karşın, öyle duygulara, düşüncelere yer yok benim dünyamda; onun için de Magris’in Tuna’sında, Herzog’un Amazon’unda dolaşıyor gibi ilerledim. Orta Avrupa’dan (ki kıtanın çekirdeği oradadır) Doğu Avrupa’ya, kan lekeleri karışıyor suya. Derin bir kültür coğrafyası bu. Yazabildiği kadarı Magris’in, buzdağının görünmez parçasını anımsatıyor. Tuna üzerinden, Viyana’dan Melk’e gidip dönüşümüz aklımdan çıkmadı. Bir mektup yazmak istiyorum Magris’e: Kitabıyla bizim eve geldiğinde, önceki yıl, tanışmış olsaydım, ona Adakale kitabını gösterir, tasarımı açardım. Benimle, “Sınır” ve “Sınırkent” kavramı üzerinden Trieste’yle İstanbul’u tokuşturacağımız bir söyleşi yapmak istiyordu; Gian Paolo Papa, ikimizi buluşturmaya kararlıydı, olmadı. Olsun: Söyleşinin bir yolu da yazıdan geçer, geçmez mi? Suyazı pek sınırtanımaz, sınır aşımı doğasında vardır, kıvrımlar, kollar üzerinden ilerleyebildiği kadar ilerler, açılır, yayılır hem, an gelir, bütün sular biribirine karışır. ? Claudio Magris’in Tuna Boyunca’sında deneme, inceleme, gezi yazısı iç içe geçmiş. TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1009 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle