24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Emekli Tümgeneral Cihangir Akşit’le Sarıkamış’ı konu alan romanı üzerine Emekli Tümgeneral Cihangir Akşit’in kaleme aldığı “Sarı SessizlikSarıkamış 1914: Bir Kayboluşun Romanı” sözün konusu. Aslında belgesel roman demek hiç de yanlış olmaz. 19751978 yılları arasında 57. Dağ ve Kış Alayı’nda fiilen görev yaptığı için, savaşın ve birliklerin geçtiği tüm yolları yaz kış detaylı olarak birliğiyle geçmiş bir komutan Akşit. Allahuekber Dağı’nın zirvesine birliğiyle üç kez çıkmış, bölgenin eski ve yeni isimleriyle basit ve kolay anlaşılabilir bir haritasını adım adım bölgeyi gezerek yapmış. Hatta Sarıkamış’ın manzara krokisini bizzat yerinde hazırlamış. Hatta Enver Paşa’nın sansürü yüzünden hiç bulunmayan fotoğrafları temsilen savaşın suluboya resimlerini bile bizzat yapmış. Harekâtı yaşayan son Sarıkamış gazileriyle yazın gittiği köylerde söyleşiler... Savaşın en şiddetli cereyan ettiği Taşlı Tepe, Dikenli Tabya gibi yerlerdeki eski siperleri kazarak savaşa ait bir kısım askeri malzemeleri muharebe alanlarından toplamış ve bunları İstanbul Harbiye Askeri Müzesi’ne armağan etmiş. Dolayısıyla ‘Sarı Sessizlik’ çoğunlukla kurgu olsa da 40 yıllık bir liderlik, meslek tecrübesi ve gözlemleri içeriyor. Akşit’le romanını ve yürek yakan trajediyi konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR mekli bir tümgeneral olarak Sarıkamış’ı yazmak nasıl bir duygu trafiğini getirdi beraberinde... Evet fark ediyoruz ve biliyoruz ki Sarıkamış hepimizin içinde, karakışta donmuş... Hayli zorlu ve duygu yüklü bir yolculuk olmalı... Evet çok duygulu ve uzun bir yolculuktu. Yazarken, hatta tekrar okurken zaman zaman yumruğumu sıkıp isyan ederek gözyaşlarımı tutamadığım anlar olmuştur. Romanı yazmaya 1975’te, Sarıkamış’taki ilk doğu görevimde yirmi yaşındayken, geceleri, üçüncü hamur kâğıda kurşunkalemle yazarak başladım. 1981’de yüzbaşıyken bitti ilk taslak. Yani bu roman için aslında yaşantımla yaşıt da denebilir. Çocuğum gibi bir şey... Ayrıca konu biraz benimle özdeşleşti, yurtiçinde ve dışında (Belçika/Mons tarih kulübü) defalarca bu konuda konferanslar da verdim. Sarıkamış harekâtıyla ilgili kendi hazırladığım bir CD ve bir de Türkçe İngilizce dokümanter bilgi aktardığım görsel bir web sitem var (www.sarisessizlik.com). O yıllarda (19751978) 57. Dağ ve Kış Alayı’nda fiilen görev yaptığım için, savaşın ve birliklerin geçtiği tüm yolları aldığımız emirler gereği yaz kış detaylı olarak birliğimle geçtim. Unutulmaz günlerdi. TSK aslında hiç unutmamıştır, hatta unutamamıştır bu felaketi ve Mehmetçiklerini. Çünkü TSK yıllarca kesintisiz bu tür anma turları, anma konferansları düzenlemeye kendi mütavazı iç yapısı içerisinde sessiz sedasız devam etmiştir. Arşivlerle bu gayret sabittir. Çok okudum. Arazide incelemeler yaptım. Tümendeki subay astsubaylara konferanslar verdim. Teşvik gördüm. Yazmayı yaşamım boyunca yaşamsal bir hobi olarak hep sürdürdüm; askeri dergilerde yayımlanan askerlik ve sanat, askerlik ve satranç, askerlik ve toplam kalite yönetimi, askerlikte monotonluk ve çareleri gibi konulu birçok makaleler, stratejik yönetim ve toplam kalite yönetimine ait yurt sathında iç bünyede yayımlanan kitaplar, öyküler… Yazabilmek için hiç değilse koşulların bir kısmını yaşamak gerektiğini de düşünüyorum. Bu her zaman geçerli olmayabilir. Zira aç kurtlarca kuşatılmadıysanız, donma tehlikesi atlatmadıysanız, karda, tipide kilometrelerce bata çıka sırtınızda SAYFA 4 ‘Bir kez de ben hatırlatmak istedim’ E ağır yük yürümediyseniz, paralanan bir topçu mermisini yakından görüp patlama sesinden hoplamadıysanız, bir siper kazmadıysanız, elle alabalık avlamadıysanız, bit kırmayı görmediyseniz, süngüyü elinize almadıysanız, at binmediyseniz, çatışmanın veya bilinmezliğin mide bulandıran o tuhaf heyecanını biraz da olsun yaşamadıysanız, yoğun bir insan sevginiz yoksa, bu tür bir romanı yazmak çok daha zordur. Ben şanslıydım. Boş zamanlarımda, kısıtlı tatil günlerimde veya akşam yorgun argın eve geldiğimde hep yazdım. Görev mahallinde hiç yazmadım. Allahuekber Dağı’nın zirvesine (3120 m.) birliğimle üç kez çıktım. Bölgenin eski ve yeni isimleriyle basit ve kolay anlaşılabilir bir haritasını adım adım bölgeyi gezerek yaptım. Hatta Sarıkamış’ın manzara krokisini bizzat yerinde hazırladım. Yüzlerce slayt çektim. Bir bölümü web sitemdedir. Hatta Enver Paşa’nın sansürü yüzünden hiç bulunmayan fotoğrafları temsilen savaşın suluboya resimlerini bile bizzat yapmaya, yaptırmaya çalıştım. O devirde bu harekâtı yaşayan son Sarıkamış gazileriyle (8090 yaşlarındaydılar), bu güzel insanlarla yazın gittiğim köylerde söyleşiler yaptım. Dedemin yardımlarıyla, teğmenken Kabataş’taki Harp Malülü Gaziler Derneği’ndeki İstanbul’da yaşayan son gazi subaylarla görüştüm. Hem 9. hem de 10. Kolordu’nun geçtiği yolları birliğimle yaz ve kış zor koşullar altında defalarca aşmaya çalıştım. Savaşın en şiddetli cereyan ettiği Taşlı Tepe, Dikenli Tabya gibi yerlerdeki eski siperleri kazarak savaşa ait bir kısım askeri malzemeleri muharebe alanlarından topladım ve bunları İstanbul Harbiye Askeri Müzesi’ne armağan ettim. 1970’lerdeki bazı kış yürüyüşü denemelerimiz, üzerimizdeki yeterli kış elbiselerine, yeterli erzağa, kayak, kızak, pusula, cep sobası gibi her türlü modern teçhizatımıza rağmen başarısız olmuştu. Diğer denememizde de tipi nedeniyle yolu kısaltmak zorunda kaldık. Hatta Göreşken Yayla köyünün camisine zor sığındık, birlikçe donma tehlikesi geçirdik. Askerlerden bazılarında kısmi donmalar oldu. Kol sonumuzu kurtlar taciz etti. Neredeyse aynı felaketi bir daha yaşıyorduk, bereket hava sonradan düzeldi de kimsenin burnu kanamadan geri dönebildik. Çok çetin bir yolculuktu. Artık yazdıklarımı tamamlamaya hazırdım. Bazı ilişkiler, olaylar her romanda olduğu gibi burada da psikolojiktir. Dün de olmuştur, bugün de olmaktadır, yarın da olacaktır. Liderlik, ast üst ilişkileri her yerde aslında dalgalıdır, romanımın en gerçekçi yanının da bu olduğunu düşünüyorum… Sarı Sessizlik’i yazarken duygunun temposu bana bağlıydı. Okuru sürprizlerle şaşırta şaşırta ilerlemek, onlarla birlikte duygulanmak, devamlı empati ve sorgulama yaparak Sacit’leşmek, o anı gerçekten yaşayabilmek, içten olabilmek… Benim için bu romanı yazmak buydu. NAMLUYA KARŞI YÜRÜYENLER Tarihi gerçekler bu kadar canlı, gerçek anlatılabilirdi, belgesel tadında bir roman diyebilir miyiz? Çok teşekkür ederim. Gerçekçilik ve akıcılık, bu nedenle üslup benim için çok önemliydi. Belgesel tadında bir roman, doğru. Zira kurgu ve gerçekçi yaratıcılık çok daha fazla ağır basıyor. Romanın kahramanları da gerçekte yaşamamışlardır ki aslında? Ya çok sayıdaki o askerleriyle, kumandanlarıyla, dünya tatlısı küçük Zincan’la, Hoca’yla, Fatka Nine’yle, saf Binali’yle, Rus Yüzbaşısı Mushelof’la yaptığı konuşmaların hiçbirisi gerçek değil ki… Aslında açık kalplilikle sadece içimdekileri yazdım. Edebiyat olup olmadığına okur karar verir. Tarihten ders almayı, onu daha da sevdirmeyi amaçladım romanımda. Zira namluya karşı yürüyen küçük rütbeli bir subayın başından geçenleri, aslında yukarılarda alınan bir iki cümlelik hatalı siyasi veya stratejik kararların aşağılarda nelere ve nasıl fırtınalı felaketlere sebep olduğunu, olabileceğini anlatmak istedim. Tarih bir şekilde mutlaka son sözünü söyler. Tarih affetmez! Gerçekleri herkesten saklasanız, sansürler koysanız bile tarih; yıllar Cihangir Akşit savaşın geçtiği bölgelerden topladığı askeri malzemeleri Harbiye Askeri Müzesi’ne teslim etmiş. sonra ağıtlaşarak, şarkılaşarak, türküleşerek, tiyatrolaşarak, romanlaşarak, öyküleşerek, senfonileşerek, tablolaşarak, filimleşerek, dizileşerek ve sair şekilde geçmişten geleceğe haykırır gerçekleri. Hep böyle olmuştur. Sarı Sessizlik de böyle, karanlığa doğru bir çığlık aslında. Bunu insanlığa bir kez de ben hatırlatmak istedim. Burada edebiyatla bilgiyi ve kurguyu ders alıcı tarih bilinci içerisinde birleştirmeye gayret ettim. Kadınlarımızın, genç kızlarımızın da okumasını çok isterim romanımı; okuduklarını da bana gelen olumlu tepkilerden anlıyorum ve çok seviniyorum. Sorgulamalar... Bu konuyu da konuşmak istiyorum, elbette idealler değil ama harpler sorgulanıyor hem de kıyasıya değil mi? Doğru… Gerekmeyen veya daha iyi bir söylemle; hazırlıksız, iyi zamanlanmamış, yanlış veya yeterli deneyimi olmayan liderlerin yönetiminde icra edilen savaşın maceradan başka bir şey olup olmadığı sorgulanıyor burada… Savaşlar veya barışlar sadece askerlerle ve cephelerde kazanılmazlar. Onları sağlamak çok daha büyük bir gayrettir. Aslında gerçekçi olmayan idealler de sorgulanıyor burada. Sacit başlangıçta Orta Asya’ya kadar gidebileceğine bile inanıyor. Ama zaman içinde gerçeklerle yüzleştikçe Sarıkamış hayali bile azalıyor… Son bölümdeki Rus Yüzbaşısı Mushelof’la beklenmedik şekilde karşılaşması ve orada olanlar, konuşmalar aslında okuru da düşünmeye davet ettiğim kişiden kişiye değişebilecek sorgulamalar. Sacit’in bütün yaptıklarına doğru denemez, hatalar da yapıyor. Ama hangileri doğru hangileri yanlış bunu okura bırakıyorum… Askerin hissiyatı, yerinde zaafiyeti, donanım eksikliği, baskın çıkan yurt sevgisinin yanı başında savaştan bıkması, evini, ailesini özlemesi, hepsine elbet baskın çıkan yurt sevgisi... Kınalı kuzu, kahraman hali... Ve tüm olup bitenin bir de “Mülazım Sacit hali” var tabii... Sıkı bir metafor Mülazım Sacit... Tam bir kurmay (Sacit genç bir piyade subayı ancak kurmay gibi düşünmeye çalışıyor denilebilir)... İdealleri sorgulamasa da eksikliklerin farkında... Dünya politikasını sıkı takip ediyor, kafa yoruyor, geleceği öngörmeye çalışıyor, elindeki imkânlarla mümkün olanı var gücüyle sağlamaya çalışıyor... ¥ Dolayısıyla yurtsever bir komutan CUMHURİYET KİTAP SAYI 1009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle