29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D Y ahya Kemal Beyatlı’nın bir tepeden İstanbul’a bakışını anımsıyorum. İstanbul’un belli bir yerinde yaşamak, o yeri ayrıntılarıyla tanımak bile yeterli anı birikimine yol açıyor. Unutulmuş bir sokakta, “AtikValde’den İnen Sokakta”, oruç akşamının dinginliğini duyumsamak, kentin uğultusu içinde, özel bir ortamda yaşamaktır. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Kentlerdir insanı insan eden anlamlar kazanıyor. Kentlerin yaşama serüvenine bakarken de, uygarlığın bir uzantısı olan kültür ile edebiyatın bir kenti nasıl değiştirdiğini, kent insanını nasıl etkilediğini bilmek gerekir. Eskil insanla çağdaş insanı karşılaştırırken kentlerle birlikte insanların da nasıl bir değişime uğradığını görmüş olacağız. HECE’nin “Şehirlerin Dili” özel sayısına böyle bir anlayışla bakmak yararlı olacak. KENTLERİN DE BİR RUHU VAR MI? Mağarada yaşanan çağlardan gökdelenlerin yükseldiği kentlere doğru uygarlığın gelişmesiyle birlikte insanda nasıl bir değişim oldu? Yamyamlık dönemindeki ilkel insanla nükleer gücü deneyerek kütlesel ölümlere yol açan insan arasında nasıl bir benzerlik var? “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” diyen “Mehmet Âkif, çıkar ilişkisine dayanan uygarlığın insanlığın gelişmesine engel olduğuna mı değinmek istiyor? Oysa uygarlıkla bütünleşen kültür değerleri yarınlar için bir umuttur. Edebiyat, barışı sağlayan bir dil inceliği göstermelidir. Umuda uzanan bu yol kütlesel ölümlerle karartılmamalıdır. Kentlerin de kendine özgü bir yaşama serüveni var. Kentler de ölür. Babil, Troya, Milet artık birer söylence kentidir. Ama o günlerden bir taş, bir söz, insanın yaratıcı gücünü gösterir. Kentlerin de bir ruhu varsa, eskilerden gelen o sözün yankısı sürdüğü içindir. Mustafa Şahin, şöyle bir dolaştığı, içinde yaşarken kendini tanıdığı, kendini yitirdiği kentleri tanıtırken, incinmiş olmanın birikimiyle kentlerdeki ruh yeteneğini anlatıyor. İnsanlar gibi kentler de ölümlüdür. Ama kentin ruhunu oluşturan o değerler bütünü yaşayacaktır (ŞEHİRLERİN RUHU). Bir kenti kurmak özlemi nerden gelir bize? Belki doğaya egemen olmak isteğinden. Korkut Tuna kentin tarihi ile insanlığın tarihini örtüşen özellikleriyle anlatır (ŞEHİRİN SERÜVENİ). “Şehirlerin Dili” özel sayısında, kurulan kentin uygarlıkla, edebiyatla, kültürle ilişkileri ayrıntılı bölümler halinde anlatılırken, bu değerler bağlamında kenti, kent insanını nasıl yorumlamak gerekecektir? Kenti anlamak için bu sorunu irdeleyen bir soruşturmadan yola çıkmak daha anlamlı olacaktır. KÜLTÜRÜN ETKİSİYLE Edebiyat ile kültürü uygarlıkla bütünleştiren Oğuz Demiralp, kentleşmenin iki özelliğine değiniyor: “Önce, insanlığın tümünü kapsayan bir devinim, insanlığın ilerlemesi, mağaradan gökdelenlere, dört ayak üzerinde yürümekten aya gitmeye uzanan ilerleme dediğimiz evrim olarak alabiliriz.” Ama kentlerin oluşumu insanları etkilerken, insanların yaşama biçiminden, inanç anlayışından kentlere sinen bir ruh da var. Kentlerin oluşmasında inanç anlayışlarının katı bir bağnazlığa dönüşmesi, uygarlık çatışmalarına da yol açabiliyor. Oğuz Demiralp böyle bir gelişmeye de ilgimizi çekiyor: “Bir de ‘medeniyet’in evrensel olarak değil, dinlere, coğrafi bölgelere göre birbirinden ayrı tanımlanışı var. Birbiriyle çatışmasından korktuğumuz anlamda ‘medeniyet’ler bunlar.” Toplumsal değişimler de kentin gelişmesini etkiler. Alıştığımız yaşama biçiminin dışına düştüğümüz için, doğup büyüdüğümüz kentte yabancılık çekeriz. O değişime uyanlarla uymayanlar arasına bir uzaklık girer. Dil devrimine karşı olanlar “Baba ile oğul birbirini anlayamaz oldu” diye yakıErtuğrul Günay’ın çalışmaları bu anlayışı koruyan bir kültür insanı olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz uygarlığın, kültür ile edebiyatın penceresinden kente bakmak, her yazarın kendine özgü okuma biçimine, yaşama anlayışına göre değişir. Örnekse bir İstanbullu olan Doğan Hızlan’ın kente bakışı da yaşama biçimiyle ilgilidir: “Ben doğduğumdan beri istanbul’da yaşayan bir adamım. Medeniyet, kültür ve şehirlilik konusunda söyleyeceklerim, bu atmosfer içindeki okumalardan, gözlemlerden, tanıklıklardan, yaşamdan oluşur. Bunun dışında, bu üç kavramı irdelemek isteyen bir insanın söyleyecekleri ve yazacakları değişik olacaktır. Önemli olan gerek doğu, gerek batı medeniyeti içinde, şehirli olmanın kültürel yasalarını uygulamaktır. Sanırım ki bu, bireysel özgürlükle başkasının özgürlüğünün tedahül ettiği noktalarda var olur.” KENDİNDEN KURTULMAK HECE dergisi bir kentin sesini duyurmak için kent insanlarının, yapıların, yolların yaşama serüvenini anlatmakla yetinmemiş. Nice kentin belediye başkanının, kent mimarlarının, eskil kentleri anımsayan tarihçilerin bir kentin nasıl kurulması gerektiği görüşlerine de yer vermiş. “Kentlerdir insanı insan eden” sözü öylesine söylenmiş değil. İnsanlar belli bir yaşama biçimine zorlanamaz. Ne yasaların dayatması, ne “mahalle baskısı”. Kültürün inceliklerinden geçen “kentlerin dili” insanları yavaşça yatıştırır. Eve içkili dönen insan, “Antikvalde’den İnen Sokak”taki ezan sesini duyunca önünü ilikler. Doğumla ölüm arasındaki yolu uzatmaya çalışırken yaşamanın anlamını kendince yorumlamaya çalışır. HECE’nin “özel sayı”sı “Şehirlerin Dili”, zaman zaman açıp bir şey daha öğrenmek isteyeceğiniz bir başucu kitabı. Yusuf Turan Günaydın’ın 80 sayfa tutan “Şehir Edebiyatı Bibliyografyası”, yeni çalışmalara yönelmek isteyen yazarlar için önemli bir kaynakça. Ben bir kente anılardan bakmayı severim. O kentle ilgili anılarınız yoksa neye yarar! Belki bir sevi ilişkisi, belki bir bilge insan size çıkış yolu gösterecektir. Kendinizden kurtulduğunuzun ayrımında bile değildir kent. Ayrımında olmasa bile kent ortamıdır insanı yetiştiren. HECE dergisi “Şehirlerin Dili”ni öğretiyor. O dili iyi öğrenen kendinden kurtulmanın da bir yolunu bulacaktır. Fuzuli, kurtarılmamış bir insan olmanın sıkıntısı içinde Tanrı’ya mı sığınıyordu? “Tende cânım mürgü zindânı bela tutsağıdır. Rahm kıl devletli sultanım, mürüvvet çağıdır.” Daral geliyor da, içimizdeki sıkıntılı karanlıkta çırpınan gönül kuşu bir çıkış yolu bulamıyorsa, kentin sesine kulak vermeli. Orada dinlenmenin bir yolunu bulmalı. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Bir kenti yaşamakla bir kentte yaşamak birbiriyle uzlaşan kavramlar değildir. Daha çok kendimizden yola çıkarak bir kentte yaşamanın anlamı üzerinde durmak gerekir. Geceye doğru, uzaklardan, ışıltılı bir kente daldığınız zaman, söylencelerde yaşayan canlı bir varlık olduğunu duyumsarsınız. Uzaklardan, insana ürküntü veren bir varlık gibi görünür. Ama kent gerçeği belki de bir gecekonduda yaşanır. Bir gecekondunun kapısını aralayıp oradaki dünyayı tanımadan kent gerçeğini yeterince öğrenemeyiz. İnsanlığı yok edebilecek nükleer gücü taşıyan “Bulutlar Adam Öldürmesin” diyen “Nâzım Hikmet, “Analardır adam eden adamı” diyor. Bu dizeyi şöyle değiştirmek uygun olur mu? “Kentlerdir insanı insan eden.” Sevecen bir ananın ilgisi, okulların sıkıdüzeni yanında, sokakların özgürlüğü de var. Ama bir kente sokakların dağınıklığı, içkili yerlerin aylak ortamından bakmak kolay değildir. Kentlerin eşiğinden uygarlığa geçilir. Edebiyat kentlerde filizlenir. İnsanı insan eden kentlerdeki kültür ortamlarıdır. İçkili yerlere de kültür ortamı gözüyle bakanlar olabilir. Ama peltek ağızlarda nice nitelikli insanı harcamak kolaylaşabilir. “ŞEHİRLERİN DİLİ” HECE dergisi 150. sayısıyla “Şehirlerin Dili” üzerine 640 sayfalık bir “Özel Sayı” düzenleyerek “uygarlık, edebiyat, kültür bağlamında” kentlerin dokusunu işlemiş. HECE, 13 yılık yayın serüveninde; edebiyat sorunlarını, ünlü edebiyatçılarımızı ele alarak, “kaynak kitap” niteliğindeki “özel sayı”larıyla, edebiyatta işlevi olan bir dergi kimliği göstermiştir. Bu “özel sayı”lar arasında 1000 sayfaya yaklaşanları da var. Bu “özel sayılar” hazırlanırken dar bir anlayıştan yola çıkılmayıp değişik görüşlerle konular irdelenmektedir. Örnekse, “Eleştiri Özel Sayısı” ile “Nâzım Hikmet Özel Sayısı” özgün ayrıntılarıyla, kültür çevrelerinde birer “kaynak kitap” olma niteliğini korumaktadır. Şimdiye dek 18 “özel sayı” çıkarmış olan HECE dergisi, İbrahim Çelik’in yorulmaz çabalarıyla gelişme göstermektedir. KültürSanat dergileri, ele alınmayan yeni sorunları irdelemenin yanı sıra, daha önce ele alınmış sorunlara değişik açılardan bakarak başka sonuçlara da varabilir. Zamanla değişen ebediyat dili, bildiğimizi sandığımız sorunların yeni boyutlarını gündeme getiriyor. Eleştirel bakış başka SAYFA 22 nırlardı. Kimi zaman aynı evde üç kuşak bir arada yaşardı. Dedelerle torunlar ayrı dünyaların insanları gibidir. Bu ayrımı kentin yaşayışına yayarsak, her insan kendi yaşama biçimine uyan bir yere çekilir. Bu çeşit kümeleşmelere “getto” gözüyle bakmak olanağı var mı? Televizyon başına toplanan ev halkı bile aynı izlencede birleşemez. Giderek ortak alışkanlıklar, hoşgörü anlayışıyla birbirine katlanmalar kent yaşamasındaki birlikteliği kolaylaştırabilir. Yaşama biçimleri birbirine uymayan insanlar da, kültür birikiminin sağladığı anlayışla kentin büyülü ortamında bir arada yaşayabilir. Giderek alışkanlıklar hoşgörülü bir anlayışa dönüşebilir. Böyle bir bütünlüğü Ertuğrul Günay şöyle yorumluyor: “Kentler, yüzyıllar boyu bir arada yaşayan insanların yaşam biçimlerinin, alışkanlıklarının, anılarının, kültürlerinin şekillendirdiği fiziksel mekânlar olmalarının yanı sıra uygarlık, edebiyat, sanat, ortak dil, kimlik ve anlam bütünlüğünün kuşaktan kuşağa aktarılması ile şekillenen sosyokültürel mekânlardır.” Kentsel dönüşüm tasarıları bir kentin tarihsel kimliğini değiştirmeyen bir gelişme göstermelidir. Turizm ve Kültür Bakanı Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle