24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K eni” sözcüğünü yuvarlayıvermek kolay... Ama bunu, gerçekten içini doldurup hakkını vererek mi seslendiriyoruz?.. Örneğin çiçeği burnunda yazara, basımevinde mürekkebi henüz kurumuş kitaba, sonra roman sanatımıza dönük kazanımlar getirdiği öngörülen yapıtlara ya da bunların yazarlarına “yeni” demiyor muyuz?.. Sözcüğü temkinli kullanmak gerektiği gün gibi ortada... itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Yeni bir yazar olabilmek... kurgulama yöntemlerinden biri... Akhanlı, bu yola başvururken hem farklı dillerle ekinlerden kimi romanları kendi kurgu gerecine dönüştürüyor hem de aynı bir dönem üzerine (20.yy) eğilerek siyasal romana dönük kendince açılımlar, değişkeler getirmiş oluyor. Öte yandan Akhanlı Madonna’nın Son Hayali’nde anneoğul, Babasız Günler’de babaoğul sorunsalını temele alışıyla da dikkati çekiyor denebilir. Nitekim sözgelimi Babasız Günler’e, “özgürlüğe tutkuyla bağlanan, matematiğe kuşkuyla bakan bir oğul, matematiği hayatının en önemli unsuru sayan, bu yüzden oğlu ile arasında 20 anısı bile olmayan bir baba”nın (86); Madonna’nın Son Hayali’ne ise “anne(n)in öldüğü gece beyni(n)den söküp attığı(.) çocukluğu(n)a doğru yol al(an)” (120) oğul’un romanı gözüyle de bakılabilir bir çalım... Annenin ölümü bir göçerliğin başlangıcı olarak alınabilir pekâlâ. Yurdunu yitirmiştir anlatıcı. Annesini yitirdiğinde anıları da yok olmuştur çünkü. Yersiz yurtsuz göçebedir artık o. Tek tutamağı kalmıştır belki: Sabahattin Ali’ye, onun Kürk Mantolu Madonna’sına, Maria’nın kızı olarak Alma’ya tutunmak! Doğan Akhanlı’nın yazarlarla boğuşup didişerek yol alması, dayanak yaptıkları dışında pek çok yazara sataşarak romanını geliştirmesi bir açıdan onlarla kavgası olduğunu da gösteriyor alttan alta. Bu bağlamda o, kimileyin yazarın yaşamıyla siyasal tutumu arasında kurduğu koşutluk yönünde yaklaşım sergileyip kavgasına katılırken kimileyin de yazarın siyasal erkle kaynaşmasına, ötesinde kemikleşip bütünlenişine bakarak onu sorgulayabiliyor. Bunun iki üç yazarla sınırlı kalmadığını belirteyim ayrıca. Bu çerçevede Akhanlı zaman zaman yazarın ardılı konumunda yol alabildiği gibi, zaman zaman onu yemeye hazırlanan kurt konumunda görünüyor. Ancak bilinen gerçek o ki, her yazar kendi romanından asılıyor yine de... ESKİSİ, YENİSİ YAZARLAR HEP KENDİ ROMANINDA... Doğan Akhanlı, yazarları, kahramanlarıyla birlikte romanları alırken görece bu “yeni” yapıda babaoğul, anneoğul odaklı temel izlekler yönünde başarılı olabiliyor mu peki? Kürk Mantolu Madonna’nın yazılış serüvenine, ötesinde eleştirel değerlendirmesine, şerhine, yorumuna hatta Sabahattin Ali’nin bunu kaleme alırken duyup yaşayabileceği sakınımlara, kaygılara, düşüncelere çağırıyor bizi yazar. Bu durumda onun romana ne çok emek verdiğine, bunun için ne yoğunlukta lif lif, katman katman nasıl roman kazısı yaptığına tanık oluyoruz ister istemez. Sayfa altlarına yazılı ölüm yolcuları, Almanya’yla Türkiye’de yükselen faşizm olgusuyla toplumların içeriden kuşatılması, tabandaki ruhsal varyantlar da romanın önemli örgüleri arasında. Ayrıca yazar, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının tümcelerini romanına serpiştirerek de bunu pekiştiriyor. Sabahattin Ali’nin tümcelerini Madonna’nın Son Hayali’ne yayarken kendi roman evrenini geliştirişindeki ustalık doğrusu dikkat çekici! Bu nedenle Doğan Akhanlı’nın dönüştürüm için temel aldığı yapıtlar üzerine yüzeysel okumayla yetinmediğini, tersine bunlara yoğun çalıştığını, yanı sıra yazarlara dönük derinlikli araştırmalar yaptığını, bu bağlamda yapıtlaryazarlar üzerine dikey çalışmaya giriştiğini söylemek olası... Ancak kimi bölümcelerde, eksiltili anlatım göz ardı edilerek her eylemin uzun uzadıya aktarılışıyla anlatı bir anda düze yayılmış sığ suya dönüşüyor. O zaman Madonna’nın Son Hayali, bozkırın çalını anımsatıyor bir çalım. Öyle ya, bunca yığma ayrıntıyı, bilgi bombardımanını bir roman nasıl taşıyabilir ki? Bu durum romanda yoğunlaşma yerine yeğnileşmeye yol açarken az sayfasıyla Babasız Günler, bol sayfalı çok aktarımlı Madonna’nın Son Hayali’ne göre yoğunluk, doluluk, derinlik, katman bağlamında daha zengin bir roman olarak karşımıza çıkıyor. Ne ki Akhanlı, bu sıkıntıları Babasız Günler’de tümden aşmış görünüyor. Nitekim yazar özne olarak Mehmet Nâzım’ı, sevgilisi Polaris’i farklı düzlemlerde farklı karakterler çatkısına oturtarak yapılandırıyor romanında. Böylece yapıt, parmaktaki ip oyununun durma değişen biçimine uygun bir kaymalar, iç içe geçmeler, hüzünlü yörüngeler, dönenceler olarak geliyor önümüze. “Oğlum olduğuna inanamıyorum, can almaya hazır bir oğul büyütmedim ben. Hemen o silahı yok et... Ver silahı bana” diyen matematik profesörü baba, “Baba üstüme gelme” “Vururum baba, seni bile vururum!” diyen aykırı oğul Mehmet Nâzım. (106) Ancak “babasına yıllar önce sarf ettiği o sözlerin altında kal”mıştır oğul. “Ve o hiçbir şey dememişti”r. (121) Annenin ölümü ise “söğüt ağaçlarının alev alması”dır bir bakıma. (131) Özetle birbirlerine sessizce boyun eğişin yol arkadaşlığı olarak kendini yeniden gösterişi, gezegenlerdeki sessiz müziğin ritmine kendini kaptırıp derin burkulmalar eşliğinde bu gizi kuşanışı biçiminde dillendirilebilir roman... Polisiye örgüden yararlanan, düzlem kaydırmalarla, üstalt metin koşutluğunda anlamlandırmalarla yapılandırılmış bir roman Babasız Günler. Hoş Madonna’nın Son Hayali de böyle! Güzelduyusal bağlamda temiz bir roman; ne diyeceğini, nasıl diyeceğini sonra bunları nasıl yerleştirip göstereceğini bilen, kurgusuyla biçemiyle yerli yerinde bir roman. Doğan Akhanlı, yenilik getirmiş olsun olmasın romanımızın önemli bir kazanımı bana göre. Romanlarında aykırılıklarının tanıklığını yaparken onun, entelektüel uçkunlarında gezdirerek de bizi şaşırtıyor yazar. Öte yandan çift dilli yazarlığın ardılı olarak da anılabilir artık o. Yazınımıza bunca emek döken birinin, bu alanda bir yerinin olmayacağını kim savlayabilir?... Nitekim bırakalım ötekilerini, okuduğum romanları bile, siyasal romancılığımız içinde onun da yeri bulunduğunu açık biçimde gösteriyor bize... Ancak yeni bir yazar olabilmenin, eski hatalardan arınmış olmayı gerektirdiğini göz ardı etmemek gerekiyor yine de...? “Y Bu kez tanıma fırsatını ancak bulduğum “yeni” birini konuk edeceğim “Kitaplar Adası”na. Bu yüzden sözcük üzerine geliştirilebilecek düşünce gelgitleri varsın yazıyla aksın... Kim mi bu yazar; Doğan Akhanlı... Üstelik ona yönelik değerlendirmelerim iki romanıyla sınırlı kalacak yazık ki. Peş peşe iki roman okudum ondan: Madonna’nın Son Hayali (Kanat, 2005), Babasız Günler (Turkuvaz, 2009). Meğer yazarın, daha öncelerde yayımladığı Denizi Beklerken (1998), Gelincik Tarlası (1999), Kıyamet Günü Yargıçları (1999) adlı üç romanı, senaryoları, radyo, sahne oyunları da varmış... Bana sorarsanız, bir yazar eskidikçe yenileşir derim kestirmeden... Burada kalıcı “eski”liğin, “klasikleşme”nin karşılığında kullanıyor değilim sözcüğü... Tersine sürekli yeni kalabilmenin eskimekten geçtiğini, sonuçta farklı deneyimler kazanarak yeniliğe ulaşılabileceğini vurgulamak amacım... Gerçi daha yolun başında, henüz farklı deneyimlere açılmadıkları halde yepyeni yapıtlarla “yeni yazar” olmayı başarmış azımsanmayacak sayıda yazıncı göstermek olanaklı. Hatta kimi görüş sahiplerinin, özellikle yerleşmiş yazın anlayışını sarsıp silkeleyen yapıtlarıyla şairlerin daha yirmili yaşlarda “yeni”liklerini hemen herkese kabul ettirebildiğini öne sürdüklerini de ekleyeyim... Ne var ki genel anlamda bir ilkeye bağlayabilmek güç görünüyor yine de bunu... Bir genelleme yapılacaksa eğer, herhangi yazarın, sanat bilgisi türünün niteliğine bağlı olarak kendi dalındaki deneyleriyle eskiyip sonra bu eskilikten sıyrılarak yeni kalmayı başarabileceği, belki ancak bu yolla “yeni” kalacağı öngörülebilirmiş gibi geliyor bana. Hadi şimdi Doğan Akhanlı’nın sözünü ettiğim romanlarına dalıp onun bizim için “yeni” sayılabilecek yaklaşımı üzerinde duralım biraz, sonra da bunlardan hareketle yazarın yazınsal portresini çıkarıp kimi ipuçları derleyelim... BİR YAZARIN ESKİLİĞİ, YENİLİĞİ... Doğan Akhanlı’nın romanlarını okurken insan enikonu bir doygunluk duygusu yaşıyor diyebilirim... Öyle sanıyorum bu, yıllanmış, dinlenmiş, zamanı göğüslemiş şiir gibi örüntülemeye çabalamasından kaynaklanıyor yazdıklarını... Durmuş oturmuş, yerli yerinde, dil inceliklerini gözeten bir anlatıma, okuru peşinden sürükleyecek kıvraklıkta kurguya, roman evreniyle karakterler arasındaki uyuma, bütün bunların yaydığı gerçektenlik duygusuna dayanıyor bu. Ancak bu niteliklere sahip azımsanmayacak sayıda yazar var Türkçemizde. Akhanlı, yazınımızın bir ardılı yalnız, o kadar. SAYFA 20 Onu yeni ya da farklı kılan bu yanı değil elbette... Akhanlı, Madonna’nın Son Hayali’nde Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sını, Babasız Günler’de ise James Joyce’un Ulysses’ini, ötesinde Heinrich Böll’ün Ve O Hiçbir Şey Demedi adlı yapıtını romanına temel alarak yola çıkıyor... Herhangi romanı ya da yazarını, kahramanını çıkış noktası alıp yeni roman yapılandırmaya girişmek; sonuçta bir romana, bunun diline dayanarak üst dil, üst kurmaca yaratıp buna yönelik açılımlar getirerek yapıt verimlemek yeni bir yaklaşım değil kuşkusuz... Ancak Doğan Akhanlı’nın bunlardan ayrılan yanı bu konudaki ısrarcı tutumunda... İşte tam bu noktada yazarın söz konusu süreğen tutumunun yazınımızda görece “yenilik” olduğu öne sürülebilirmiş gibi geliyor bana. O halde şimdi biraz daha yakınsak bir mercek kullanıp romanları adımlamaya çalışalım... Doğan Akhanlı, Madonna’nın Son Hayali’ni “Prolog” ile “Epilog” bölümleri arasına yerleştirerek yapılandırıyor. Bunlara, romanın dış yapılandırıcısı gözüyle bakmak da olanaklı sanıyorum. Yazar, bunlar arasına yerleştirdiği bölümlerde, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının nasıl olup da roman kahramanının çocukluğundan başlayarak yaşamına yayılan bir temel öğeye dönüştüğünü gösteriyor bize. Sonunda anlatıcı bilinçlenecek, Sabahattin Ali romanının kahramanı Maria Puder aracılığıyla hem dönem Almanya’sıyla Türkiye’yi, hem bu dönemleri yaşamış yazarını, onun yarattığı kahramanlar olarak Raif’le Maria Puder’le ilişkilenişini yeniden biçimlendirmeye girişecektir... Bir iz sürücü, takipçi olarak Doğan Akhanlı, gerek Kürk Mantolu Madonna’yı gerekse yazarını adım adım izleyerek yeniden yaratıp kaleme alacaktır Madonna’nın Son Hayali’nde. YAZAR YAZARIN KURDU MU, SÜREĞENİ Mİ?.. Akhanlı, yazar olarak Sabahattin Ali’yle Maria Puder karakterini; Sabahattin Ali romanındaki RıfatMaria ilişkisinden çıkarıp SabahattinMaria ilişkisine dönüştürmekle kalmıyor, özellikle gencecik ölümleri çerçevesinde yüzyıla yayılan tarihsel olguları yeniden kurgulayıp, yarattığı bu karakterlerden kalkarak olup bitenlere farklı bir gözlükle bakıp bunları romanını belirleyen ana dayanak yaparak karşımıza çıkıyor... Buna benzer tutumunu sonraki romanı Babasız Günler’de de sürdürüyor yazar. Yine bir iz sürücü olarak bu kez roman kahramanlarını Joyce’un, Böll’ün karakterleriyle kol kola gezindirirken dönemin tarihine yeniden bakmaya çalışıyor. Toplumsal, siyasal oluşumları tarihsel olanla buluşturmak, bunları farklı dönüştürümlere uğratmak en eski metinlerden bu yana uygulanan Doğan Akhanlı CUMHURİYET KİTAP SAYI 1009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle