Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nilüfer Altınel’den bir ilk roman: “Elmaslardaki Gökyüzü” yatta kalma ve devam etme isteği, kahramanın kendisinden bağımsız olarak gelişiyor. ACI, AŞK, MERHAMET, MİZAH Acı, kahramanımızı nasıl biçimliyor? Ona neler söylüyor veya nasıl bir yol öneriyor? Her ne kadar günleri birbiri ardına sürüye, sürüne devirse de hayli zaman kalbindeki sevgi duygusunu ötelemeyi çok da başaramıyor belli ki… Öncelikle Elmaslardaki Gökyüzü acıya karşı gereğinden fazla bir düşkünlüğü olan, acıya övgüler düzen bir roman değil. Romanda duyguların en uç noktada anlatımı söz konusu, acı da var bunun içinde sevgi, aşk ya da merhamet duyguları da ama duygusallaşmak romanın kahramanına göre bir şey değil. Bu dengeyi sağlayan şey kahramanın mizaha yatkın bir dil kullanması. Romanın diğer kahramanlarının ona dedikleri gibi… Bir kadına yakışmayacak biçimde (!) alaycı olması. Roman sıradan bir insanın, içimizden birinin bir adım öne çıktığı ve bizi bize anlattığı bir bütün demek yanlış olur mu? Doğru, ancak bir roman kişisi olarak belki hislerini yansıtırken daha ayrıntılara inebilme lüksüne sahip ve yine bir roman kişisi olarak olaylar karşısında belki de gündelik yaşamda göze alınamayacak tepkileri verebiliyor. Ayrıca bu roman tek kişi anlatısı, ancak hiçbir zaman bir iç dökme ya da sızlanma amacında değil. Roman kişisi her şeye karşı mesafeyi koruyor, kendine karşı bile. PARSELLENMİŞLİK… Popüler kültüre maruz kalmış ama onu elinin tersiyle itmeyi başarabilmiş… Tüketim dünyasına öfkeyle karışık açtığı bir bayrak var varolmasına ama… Bu ama’nın devamını getirir misiniz? Tabii ki roman kişisini çevreleyen bir yüzyıl ve onun kendine has bir ruhu var. Kahramanın da buna karşı bir eleştirisi var. Tüketim dünyasının hoyratlığından kendini uzak tutmak istiyor, diğer yandan onun albenisine de kapılıyor. Ancak roman kişisinin asıl meselesi kendisiyle. Kendi bedeniyle ve bedeninin ihtiyaçlarıyla… Eleştirilerin en keskinini yine kendisine yöneltiyor. Parsellenmişlik… Bu kentin, tüketim toplumunun, kahramanımızın ruhunun, bu duruma tepkili zihninin ana duygularından biri değil mi? Bütün konforu ve güveni reddederek evinin kapısından dış dünyaya kendini bırakıyor. Büyüklüğü, acımasızlığı ve soğukluğuyla gerçeğini aratmayacak hayali bir şehirde bedeniyle baş başa kalıyor. Bedeni ve en ilkel güdüleriyle, yani önce kendiyle ve sonra çetin dış koşullarla mücadele ediyor. Aradığı bir şey var ve onu bu yolculukta bulmayı umut ediyor. Bu süreçte kahramanın yaşadığı bazı yanılsamalar var. Parsellenmişlik duygusu da bu yanılsamalardan bir tanesi. Peki erkek dünyasının orta yerinde, bunu zerre kadar umursamayan bir kadın olmanın olanca özgürlüğünü yazık ki bedeller ödeye ödeye yaşamanın sonucunda kurduğu cümlelerden biri miydi “Defol git!” Diğer insanların onun dış görünüşünden yola çıkarak onu olmadığı bir kişi olarak tanımlamalarına ve onu aslında olmadığı bazı kalıp kavramlarla etiketlemeye çalışmalarına duyduğu bir tepki.? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Elmaslardaki Gökyüzü/ Nilüfer Altınel/ Oğlak Yayınları/ 262 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 950 Zıtlıklar ve hayaller “Benim romanımın temel izleği kahramanının bir macera yaşıyor olması. Kasabadan kalkıp büyük şehre gelerek büyük bir restoranın mutfağında, kendi kimliğini de gizleyerek romanın başlangıcında kahramanı erkek kılığında görüyoruz yeni bir hayat kurmaya çabalıyor” diyor Nilüfer Altınel. Elmaslardaki Gökyüzü, Nilüfer Altınel’den çarpıcı bir ilk roman… Oğlak Yayınları tarafından yayımlandı. Elmaslardaki Gökyüzü, ilk roman olduğu kadar ilklerle dolu da bir roman. Peşin hüküm yok. Duyguların dibine vurup yoldan çıkmak, sapmak, sapıtmak yok. Rengi kara değil. Birey bocalıyor, hayat sürüyor… Tıpkı şimdi olduğu gibi… Hepimizden kesitler satırlar arasında... Belki de sizi, beni, onları vapurda gördü ya da ne bileyim metroda, otobüste… Öyle sahici… “İnsanlık için bitiş çizgisi yoktur” cümlesini kurabiliyor paşa paşa. Popüler kültüre yerinde veryansın ediyor. 1977 İzmir doğumlu genç bir kalem Altınel. Ege Üniversitesi, Radyo, TV ve Sinema Bölümü’nden mezun. Yazına yabancı değil, öyküleri çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlandı. Ayrıca editörlük yapıyor. Altınel’le Elmaslardaki Gökyüzü’nü konuştuk. SAYFA 4 Ë Gamze AKDEMİR lasik sorudur ama sormadan olmaz, öncelikle romanı yazma sürecini anlatmanızı rica ederek başlamak istiyorum söyleşimize… Önceleri yalnızca öykü yazıyordum. Elmaslardaki Gökyüzü’ne başladığımda anlatmak istediklerimi öykü formunda ifade edemeyeceğimi düşündüm ve roman yazmaya karar verdim. Romanıma başladığımda üniversiteden yeni mezun olmuştum, yirmi dörtyirmi beş yaşlarındaydım. Romanımın yazılma dönemiyle yayımlanması arasında böylesi uzun bir süreç olmasının nedeni, biraz da benim yayımlatmak konusunda kararsızlık yaşamamdan. Genç bir kadının sorgulamaları, mutsuzluk daha doğrusu kimi gerçekçi umutsuzluk duyumsamaları… Rengi kara bir roman değil, iç sıkıcı hiç değil… Yazarın izleğine açıklık getirmek adına sormak istiyorum, bireyin bocalamasına bunca vurgu neden? Benim romanımın temel izleği kahramanının bir macera yaşıyor olması. Kasabadan kalkıp büyük şehre gelerek büyük bir restoranın mutfağında, kendi kimliğini de gizleyerek romanın başlangıcında kahramanı erkek kılığında görüyoruz yeni bir hayat kurmaya çabalıyor. Geçmişinde kaçtığı bir şeyler var, saklandığı şeyler, kendini onlara karşı gö K rünmez kılmak istediği bazı şeyler. Ama kahramanın temel meselesi kendini gerçekleştirmek. Ve gündelik hayattan kendini soyutlamadan ve aynı zamanda gündelik yaşamın dayatmalarına rağmen, bunu başarabilmek. Kendini gerçekleştirebilmek de herhangi biri için, yani hayatında kaçmak ve saklanmak gibi gereklilikleri olmayan biri için, bile zorlu bir süreçtir ve içinde bireysel bocalamayı barındırır. ZITLIKLAR… “Ve bu dünyada hayale yer yok…” derken samimi mi sahi? Bu devamı olan bir cümlenin başlangıcı. Âşık olduğunu düşündüğü adamın evine girerken, kapı aralığındaki karanlıkla apartman koridorunun floresan lambalarının fazla gerçekçi aydınlığı arasındaki zıtlığı vurguluyor. Ve gündelik yaşamın katı gerçekleri arasında pek iyi tanımadığı bir adamla aşk yaşadığı yanılsaması bir anlamda ona hayal kurma olanağı ve hatta hayal kurma umudu veriyor. “Her şeyden zaten fazlasıyla vardır ama insanlık için bitiş çizgisi yoktur”… İki şekilde yorumlamak olası sanki: İlki malum, bir umutsuzluk manifestosunun giriş cümlesi olabilir. İkincisi yola devam azmine baş koyuş öyle ya da böyle… Bu romanın geneline uygulanacak bir durum belki de. Umutsuzluğa düştüğü zamanlar olsa da yine de bir yönüyle ha