27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Berat Günçıkan’la ‘Gölgenin Kadınları’ üzerine... Gölgenin kadınlarına aydınlıkta bakmak Gazeteci Berat Günçıkan’ın Gölgenin Kadınları adlı yapıtı, yeniden okur karşısında. İlk baskısı 1995 yılında YKY tarafından yapılan kitap, bu kez Agora Kitaplığı’nca basıldı. Günçıkan okuru, Meral Çelen, Selçuk Uraz, Selçuk Baran, Magdelena Rufer, Şayeste Ayanoğlu, Saynur Güzelson, Elif Sorgun, Nilüfer Saygun, Tolga Tiğin, Nasip İyem ve Suat Derviş’le buluşturuyor. Selçuk Uraz piyano çalmayı bıraktığı için büyük bir acı yaşıyor, Nilüfer Saygun ise hayattan kendisi için hiçbir şey istemiyor, Nasip İyem sanatını sessiz sedasız sürdürürken, hiçbir zaman adını tek başına taşıyamamasına hayıflanıyor, Saynur Güzelson şimdi balkonda çürüyen resimlerini bir gün yapabilmenin arzusuyla yaşamış. Bu kadınların erkekleri; Aziz Nesin, Ulvi Uraz, Ayhan Bayhan, Sabahattin Eyüboğlu, Sami Ayanoğlu, Halim Şefik, Cemal Süreya, Adnan Saygun, Oğuz Aral, Nuri İyem, Reşat Fuat Baraner… Türkiye’nin önemli şairleri, karikatüristleri, müzisyen ve yazarlarıydılar; ancak Günçıkan’ın deyimiyle “‘kendinden vazgeçme’nin ne demek olduğunu hiç anlamadılar”. Berat Günçıkan’la kitabını, kadınların gölgede kalma halini konuştuk. Ë Müjde ARSLAN ölge’ biraz da rahatsız edici bir kavram: Ancak eylemsiz kadınların okuyan başka kadınları artık eyleme çağırması olarak yorumlayabilir miyiz? Kısmen, evet, böyle okunabilir, ama tüm kadınların öyküsüne bakıldığında görüleceği gibi Selçuk Uraz gibi pişmanlık duyan ya da bunu dillendiren kadınların sayısı çok az. Herkesin yaşadığı, yaşayacağı tek bir hayat var, konuştuğum kadınlar yaşadıkları bu hayatlarını keyif ve azaplarıyla kabullenmişlerdi… Bu nedenle onların yaşadıklarını onların dilleriyle değil, bugünün koşullarında yaşayan bizlerin algısıyla değerlendirmek gerekiyor, biz böyle bir adanmışlığı, böyle vazgeçişleri yaşayabilir miyiz, yaşamalı mıyız? Sistemin kurucusu ve uygulayıcısı erkek dünyası şiddetini kuşanıp bu kadar üzerimize üzerimize gelirken elbette “yaratıcı” erkeklerin pırıltısına kapılıp kendilerini gerçekleştirme eyleminden vazgeçen kadınlar olacaktır… Yaratıcı erkeklerden söz etmişken, kitapta onların ‘kendinden vazgeçmenin ne demek olduğunu hiç anlamadıklarını’ söylüyorsunuz. Bu süreçte erkeklerin rolü nedir? Elbette erkeklerin büyük rolleri var… Aziz Nesin örneğinde görüldüğü gibi baştan kadını küçümseyen, kadını yok sayan bir bakış var. Sanat gibi egonun suyun üzerinde durduğu alanlarda bir de kadınları yok saymaya ilişkin ya SAYFA 12 ‘G da kadını sadece eşlikçi olarak görmeye ilişkin “entelektüel” algıyı eklersek kadının nerelerde ve nasıl sıkıştırıldığını daha rahatlıkla görebiliriz. Bu erkeklere ve benzeri düşünen erkeklere sorarsanız, kadınların en çok vefakâr, cefakâr yanlarından hoşnut olduklarını söyleyeceklerdir büyük ihtimal, hatta eşleri olmasa kendilerinin üretemeyeceklerini de kabul edeceklerdir, ama bu cümleler genel algıyı olumlamaktan ve beslemekten öteye geçmez. Hiçbir erkek kolay kolay rol değişikliğine yanaşmayacağı gibi, eşitlik halinde kendi sükunetinin nasıl sarsılacağını görüp korkacaktır… Erkeklerden Sami Ayanoğlu jübilesinde karısı Şayetse Ayanoğlu’na teşekkür etmiş, minnettar olduğunu söylemiş… Kadınlardan hep bu tür teşekkürlerde teselli bulmaları beklendi, bekleniyor, ama bu cümle Şayetse Ayanoğlu’na iyi mi geldi, öfke mi uyandırdı, bilmiyoruz. “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır”, boşuna, rasgele kurulmuş bir cümle değil… Gündelik hayatın zorunluluklarından kadın tarafından kurtarılan erkek, yaratıcılığını değerlendirebilme şansını istediği kadar kullanabiliyor. Yaratıcılığı beslensin, hikâyesi bol olsun diye istediği sulara da açılabiliyor. Yaratıcılığını kullansın diye erkekler tarafından sözle değil, eylemle desteklenen, koşulları hazırlanan kaç kadın vardır? HASSAS BİR YAKLAŞIM Kadınları dinledikten sonra ne düşündünüz? Vardığınız sonuç ne oldu? Çok da onları hırpalamamak adına has sas bir yaklaşım sergilemişsiniz; içinizden geçenlerin daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Gençken büyük cümleler kurmak kolay, kadınların kendilerinin ve birbirlerinin dillerini anlayabilmeleri biriktirdikleri deneyimlerini paylaşmalarıyla mümkün olabiliyor, bir de uzunca bir yol almalarıyla… Kadından yana taraf olmak diye bir durum var, bu röportajları yaparken ben de taraftım, sadece onları anlamaya çalıştım… Doğru, yutkunduğum, vazgeçtiğim çok soru oldu. Yutkunduklarımı daha çok bu kadınları zaten yeteneklerinin sonuna gelmiş ya da hiç yeteneği olmayan, pırıltılı bir erkek bulup evlenmekten başka kendilerini var ediş yolları kalmayanlar olarak değerlendiren erkeklere sunmayı yeğledim… Çünkü rekabet etmek, sanatta da olsa dişe diş deyip kendine yol açmak erkeklere mahsus bir yöntem… Resimde, müzikte, edebiyatta cinsiyet oranlarının farklılığı kadınların yaratıcılıklarının eksikliğinden değil, bir tesadüf hiç değil… Bu, bugünün koşullarında biraz esniyor elbette, ama dildeki erkek hâkimiyetine aldırış etmemek, o hâkimiyeti boşa çıkarmak uzun ve yorucu bir çaba istiyor. Bugün üreten kadınların nasıl zorlu bir yoldan geldiklerini de anlatıyorsunuz bir bakıma. Üreten kadınlara ya da kadın sanatçıya sunulan aile ya da yalnızlık ikilemi üzerine düşünceniz, gözlemleriniz nedir? Üçüncü bir seçenek nasıl yaratılır? Bugün kadınlar üretirken düne göre daha mı özgürler? Sanmıyorum… Ko şullarda hâlâ değişen bir şey yok, hâlâ kadının bir görünen, bir de görünmeyen, ev içine hapsedilen emeği var. Erkeğin kadından beklediği de hâlâ aynı, hem süslü bir vitrin, hem tüm sorumluluğu üstlenen bir hizmetli… Bunu reddettiğiniz zaman geriye evet, yalnızlık kalıyor, ama yalnızlığınız içinde de rahat değilsiniz, para kazanmanız gerekiyor, gündelik hayatı sürdürmeniz ve akıl sağlığınızı korumanız… Üçüncü bir yol elbette var: aldırışsızlık ve tüm otoriter kurumlara, beklentilere, görevlere, emirlere itaatsizlik… Bugünden yarına erkek dilini ve dünyasını değiştiremeyeceğimize göre, bu dünyanın her köşesine sızmak gerekiyor, bilmek, anlamak ve yaşamak… Erkeğin inşa ettiği ahlakı, değer yargılarını dikkate almamak, hatta çiğnemek… Bu bir yol, sonu daha da yalnızlaşmak olsa da kadını iki yüzlülükten ve biatten kurtaran bir yol bence… Kadınların varoluş yolculuğunu, sanatıyla ifadesi iki misli zor bir yolculuk… Böyle bir yolculuğa çıkabilen kadın sayısı o kadar az ki… Niyetlenmek, vazgeçmek, görmek ve gördüğüne aldırmamak dışında yolculuğu kolaylaştıracak bir şeyler göremiyorum ben. Paul Auster bir röportajında ailesi olmasa daha fazla ve farklı yazabileceğini söylemişti. Bu bir kadın için daha zor, daha otokontrol gerekiyor, daha sansürlü bir dil… Utançla terbiye edilmeye çalışılan bir kadın için de bu hâlâ, bugün bile çok zor… Tekrar vurgulamak istiyorum, geriye tek bir yol kalıyor, itaatsizlik… Bir aşk masalı gibi başlıyor tüm hikâye: Sonra varlığını teslim eden kadınların yok oluşuyla yeni kadınlar giriyor erkeklerin hayatına. Bu hikâye hemen hepsinde tekrarlanıyor. Hepsi bu ilişkilere rıza gösteriyor ve buna rağmen o erkekleri sevmeye devam ediyorlar. Bu neyle açıklanabilir? Aşkın kadınlar için çok sağlam, çok meşru tuzak olmasıyla açıklanabilir, diye düşünüyorum. Burada mesele aşktan daha fazlası, kadınlara çerçevesi erkekler tarafından çizilmiş bir hayat tanınması var. Aşk da bu hayata dâhil, üstelik daha çok da platonik olanı… Hayal dünyasına hapsedilmiş, gerçekleşmemiş, sınanmamış aşklar, kadınları hayattan daha fazla çekip alıyor. Bedeni yok sayan bir aşk bu. Sadakat, kendini adamak, kendinden vazgeçmek kadınlığın gerekleri arasında gösterilirken, kadına da aşktan, aşkı hayal etmekten başka yol kalmıyor… SANAT VE EVLİLİK... Sanat ile evlilik birlikte olmuyor diyor kadınlar ya da bunu anlıyoruz hikâyelerinden. Saynur Güzelson, mutlu olmadığı üstelik ruhen şiddete uğradığı bir hayat sürüyor ancak o cesareti gösteremiyor. Nedir bir kadını bunca köşeye sıkıştıran? Sistemin, kapitalizmin ta kendisi… Saynur Güzelson’un MS hastası bir kızı vardı, hastalık başlayınca kocası kızını terk etmişti, ona ve torununa bakmak Saynur Güzelson’a kalmıştı… Hem bakımı hem de tedavisi zor bir hastalık MS. Röportajlar yayımlandıktan uzunca bir süre sonra, beni arayıp Matild Manukyan’ın telefonunu istemişti Saynur Güzelson. Nedenini sorduğumda da, kızının tedavisi için parasının tükendiğini, Manukyan’dan borç isteyeceğini söylemişti. Kızının ölümünden sonra ise bedeni ve kederi artık resim yapmasına izin vermeyecek durumdaydı. Beni en çok yaralayan da tüm resimlerinin bal ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 950
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle