Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Devrim Zamanı: 1968 Şafağı... K ırk koca yıl geçmiş üzerinden… Ne yıllardı ama… Devrimin öngünlerinde yaşıyorduk sanki. Dünyayı saran coşku, ülkemizde de bayrak olmuştu. Dünya, Türkiye, halklar, kitleler, herkes birbirine bağlanmıştı… Deyiş yerindeyse yeni bir şafağa uyanmıştı insanlık… Açıkça görülebiliyordu; 1968, bambaşka kapının eşiğine getirmişti bizi. İnsanlığın birbirini kucakladığı, “yıldızın parladığı anlar”dan biriyle karşı karşıya idik demek ki… Gerçekten de Türkiye, 1968’i tepeden tırnağa, dipten doruğa büyük heyecanla yaşadı. İnsanımızın 1961 Anayasası’yla karşıladığı yeni yapılanma, kendini hemen her alanda gösterdi, üstelik, kitlesel niteliğe büründü. Ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, örgütsel, ekinsel, sanatsal, bilimsel, dinsel, cinsel vb. usa gelebilecek her alan bundan etkilendi. Yeni bir insan modeli çıktı ortaya. Mustafa Kemal’in ardından enikonu sönmeye koyulan, özelliği cudam değil de “adamlık” olan bir anlayış, hemen her alanda yeniden boy göstermeye, örnek oluşturmaya, ilkin ötekiler arasında tek tek sivrilirken sonraları çoğalıp kitleselleşmeye koyuldu. Bir tansık halinde gece gündüz okuyan insanların kuramsal bağlamda kendini geliştirmeye çabalarken, eylemler yaparak da kendini biçimlendirmeye yöneldiği görüldü. Genç, erişkin nice insan, heyecanını, kavrayışını, kuramsal eylemsel boğuşmasını, çırpınışını belki de tüm ülke tarihi boyunca görülmemiş çabayla, olağanüstü belgeyle, verisel birikimle yazıya döktü söz konusu dönem boyunca 68’de… Bunlara 1968’liler denildi kısaca. Füruzan, 47’liler adlı romanını, doğum tarihlerini, bir ortalama yapıp 1947 olarak aldığı bu genç insanlara özgüledi. 1968’liler, 1915’te Çanakkale’de yok edilen İstanbul Lisesi’yle Anadolu’dan koşarak gelen tüyü bitmemiş öğrenci delikanlıların, her biri Çanakkale’de düştüğü için mezun veremeyen İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinin idealizmini taşıyordu yüreklerinde. 1968’liler, emperyalizmin yedi düveline karşı Kurtuluş Savaşı verip bunu başaran asker, sivil genç bir kadronun dinamizmine, kararlılığına sahipti. 1968’liler, Mustafa Kemal’i kendilerine kahraman almış delikanlılardı. Bu nedenle karanlıklara karşı 1940 toplumcu gerçekçi kuşağının direncini yansıttı, Köy Enstitülülerin sabrını aldı, 1950 gençliğinin deneyciliğini, 1960 gençliğinin ihtilalciliğini kendi ülküleri içinde eritti… 68’li olmak buydu, bunun için yaşadılar, bunun için öldüler… İLHANLARLA KOL KOLA... 68’liler kol kola yürüdü hep, pek çok kola ayrılsa, onca dal budak salsa da… Her grubun gazetesi, dergisi, kitabı, yayınevi oldu kendilerini geliştirip bileyebilmek, etkinlik gösterebilmek amacıyla… Ama kitaplarını okumak için herkesin sıraya girdiği bir yayınevi vardı yine de: Sol Yayınları. Sonra “Onur” eklendi buna. 68’liler, Erdostların yayımladığı kitaplarla da kol kolaydı. Ellerinde, koltuk altlarında, SAYFA 30 masalarının üzerinde, dizlerinde bu kitaplar vardı sürekli. Hadi gelin anımsamaya çalışalım bunları… Hangilerini örneğin? Charles Darwin’den Sevim Belli’nin çevirdiği İnsanın Türeyişi (sekizinci basım, 2002), Friedrich Engels’ten Kenan Somer’in çevirdiği Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (on üçüncü basım, 2005), Karl MarxF.Engels’ten Muzaffer Erdost’un çevirdiği Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri (altıncı basım, 2005), Friedrich Engels’ten Sol Yayınları Yayın Kurulu’nun çevirdiği Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm (dokuzuncu basım, 2004), V.İ.Lenin’den Cemal Süreya’nın çevirdiği Emperyalizm (on birinci basım, 2006)… 68’liler bunlarla, buna benzer kitaplarla kol kola girerek yürüdü kör karanlıkların üzerine. Muzaffer İlhan Erdost, “Her Evden Götürüldü İlhan…” başlıklı kısacık, ama yakıcı yazısının sonunda şöyle diyordu: “Akşam evi aradım. Rana, ‘Muzaffer çok üzülüyorum’ diyordu. ‘Sanki İlhan Selçuk bizim evden götürüldü…’ Yalnız bizim evden mi? Yurdun hemen her evinden götürüldü İlhan. Beyaz Saray’ın kiraladığı evler hariç!…” (24.3.08) Ertesi gün, İlhan Selçuk, evlerdeki İlhan’ın açılımını getirmişti bir çalım: “Polisler benim evimi mi aramışlardı?…/ Bizim evimizi mi?…/ Emniyet’e ben mi götürülmüştüm?…/ Biz mi?…/…/ Sonra düşündüm:/ Çok şükür ben ben değildim…/ Biz bizdik…” (25.3.08) Sonra da şöyle deyivermişti İlhan Selçuk: “…Ben gidersem, yerimi dolduracak o kadar çok kişi var ki…” (26.3.08) O gün anladım, aslında bütün İlhanlar hep kol kolaydık, kol kola yol alıyorduk, kol kola yürüyorduk geleceğe doğru… Oturdum düşündüm, yurdumun geçmişten günümüze İlhanlarını, İlhan İlhan “adamlar”ını, dün düşenlerini, bugün varlıklarını sürdürenleri, yarın daha da büyüyerek aramıza katılacak olanlarını… Biz bu ülkenin İlhanlarıydık demek ki, halı olup halkın toprağına serilen, bulut bulut havasına katılan, kan terle suyuna karılan, emekle anıtlaşan… Ceyhun Atuf Kansu, taa kırk iki yıl önce 1966’da yayımladığı şiirinde bunu dile getirmişti bir bakıma: “Kadın dedi: Bir ekmeği keseceğiz / Kocamla söz ettik, yerine iki gazete alacağız. / Bir Akşam, bir Cumhuriyet… Evimizde iki konuk: / Biri Çetin Altan, biri İlhan Selçuk.” (Kardeş Sofrası, Bilgi, 2004, 70) 68’liler, 1 Mayıs’a, 1 Mayıslara da böyle yürüdü işte, kol kola… Muzaffer İlhan Erdost’un deyişiyle “Bir Güneş Gibi”… “kurşuna dökülmüş bir mısra gibi/ yürür/ kâğıtlara/ götürür/ acıyı ve öfkeyi/ kızgın demir gibi dağlayarak”… (Havada Kalan Güvercin, Onur, 1990, 48) 30 MART’TAN 6 MAYIS’A... Şeyh Bedrettin’in atlıları gibi kırıla kırıla, ama hep kol kola, okuya okuya, yaza yaza yol aldı 68’liler… 30 Mart’larda, 1 Mayıs’larda, 6 Mayıs’larda, daha nicelerinde… Düştükçe yollarda, yenileri geçti yerlerine. Okuyanlar eksilmedi yine de hiçbir zaman. Pikniğe çıkarcasına güle oynaya okudu 68’liler. Bunu ahlaksal tutumlarının ayrılmaz parçası saydılar üstelik. Darwin’den Engels’e, Marx’a, Lenin’e okudular, okudular… Onların okuduğu yüzlerce kitap arasından, ben Engels’in Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm’inden alıntılamış olayım: “Metafizikçi için şeyler ve onların zihindeki yansıları olan kavramlar, biri diğerinin ardından ve her biri ayrı ayrı dikkate alınacak durağan, katı, her zaman tıpkı kalan, yalıtık irdeleme konularıdır.” Oysa “doğa, diyalektiğin deneme tezgâhıdır ve modern doğa bilimi onuruna, onun bu deneme tezgâhı için her gün artan zengin bir olgular hasadı sağlayarak, böylece doğada her şeyin, son çözümlemede, metafizik olarak değil diyalektik olarak olup bittiğini, doğanın durmadan yinelenen bu çevrimin sonsuz tekdüzeliği içinde hareket etmeyip, gerçek bir tarih geçirdiğini tanıtladığını söylemeliyiz.” “Evrenin, onun ve insanlığın evriminin olduğu gibi, bu evrimin insanların beynindeki yansımasının da doğru bir biçimde kavranması, öyleyse ancak oluş ve yok oluşun, ilerleyen gerileyen değişikliklerin evrensel karşılıklı etkilerini sürekli olarak göz önünde tutarak, diyalektik yol dan olanaklıdır.” (59,60,61) “Bunun sonucu sosyalizm, artık şu ya da bu dahinin rasgele bir buluşu olarak değil ama tarih tarafından oluşturulan iki sınıfın, proletarya ile burjuvazinin savaşımlarının zorunlu ürünü olarak görünüyordu. Artık sosyalizmin görevi, elden geldiğince eksiksiz bir toplumsal sistemi imal etmek değil ama ekonominin, bu sınıfları ve onların karşıtlıklarını zorunlu bir biçimde ortaya çıkaran tarihsel gelişmesini incelemek ve bu biçimde türetilen ekonomik durum içinde çatışmayı çözme araçlarını bulmaktı.” “Sorun bir yandan bu kapitalist üretim biçimini tarihsel bağlantısı ve tarihin belirli bir dönemi için zorunluluğu içinde, öyleyse yıkılma zorunluluğu ile birlikte düşünmek, öte yandan eleştiri şimdiye değin bu üretim biçiminin işleyişinden çok kötü sonuçları üzerine atıldığından, onun hâlâ gizli kalmış iç devinimlerini ortaya çıkarmaktı. Artıdeğer’in bulunması, işte bu işi yaptı. Ödenmemiş emeğe sahip çıkmanın, kapitalist üretim tarzının ve işçinin bundan doğan sömürülmesinin temel biçimi olduğu; kapitalist işçinin emekgücünü, bu gücün pazarda meta olarak sahip olduğu değer üzerinden satın aldığı zaman bile, ondan gene de onun için ödemiş bulunduğundan daha çok değer elde ettiği ve bu artıdeğerin, son çözümlemede, varlıklı sınıflar elinde birikmiş, durmadan büyüyen sermaye yığınının çıktığı değer toplamını oluşturduğu tanıtlandı.” (65, 66) “Üretim araçlarına toplum tarafından el konulması ile meta üretimi ve bunun sonucu ürünün üretici üzerindeki egemenliği ortadan kalkar. Toplumsal üretim içindeki anarşi yerine, bilinçli planlı örgüt geçer. Bireysel yaşam savaşımı son bulur. Böylece ilk kez olarak insan, belli bir anlamda hayvanlar dünyasından kesinlikle ayrılır, hayvansal yaşam koşullarından gerçekten insanca yaşama koşullarına geçer.” “Şimdiye değin tarihi egemenlik altında tutan yabancı, nesnel güçler, insanların denetimi altına girer. İnsanlar, işte ancak bu andan başlayarak kendi tarihlerini tam bir bilinçle kendileri yapacak; onlar tarafından harekete getirilen toplumsal nedenler, ağır basan bir biçimde ve durmadan artan bir ölçüde, işte ancak bu andan başlayarak onlar tarafından istenen sonuçları vereceklerdir. İnsanların zorunluluk dünyasından özgürlük dünyasına atlayışıdır bu.” (87, 88) İşte 68’liler, toplumu değiştirmek üzere yalın kılıç yola çıkmış kahramanlardı. Okumalarının ardından kendilerini değiştirdikleri gibi toplumu değiştirmek üzere de kollarını sıvadılar, yüzyıldır ağabeylerinden, ablalarından aldıkları esinle, onların ışığıyla. Ama kırdılar onları, Kızıldere’de kırdılar, Hıdrellezlerde kırdılar, alanlarda, çıkmaz sokaklarda kırdılar, ülkenin en ender çiçeklerini habire kırdılar, dağların çiğdemleri gibi köklediler topraklarından, YURDUN OTU ÇİÇEĞİ BÖCEĞİ 1 MAYIS ALANINDA... Bugün 1 Mayıs… Bugün aramayın beni, kapım açılmayacak, telefonlara yanıt vermeyeceğim, karanfillerin fışkırdığı dağlara çıkacağım en güzel giysilerimle… Otların, çiçeklerin, böceklerin arasında 68’lilerle olacağım, ölenleri, dönekleşmeden kalabilenleriyle… Çökertilip tasfiye edilmek istenen Türkiye’nin bugünkü 1 Mayıs’ında hiç kuşkum yok, 1968’in şafağı söküyor yeniden… Bakın Muzaffer İlhan Erdost ne diyor: “Bir üniversiteli girdi. Sol Yayınları’nın olduğu bölümün önüne geldi. Uzandı. Biraz önce kitaplaşan kitabı aldı. Kapital kaç para dedi. Ödedi parasını. Koltuğunun altına koydu. Acıkmış birinin taze somun kokusuna gülümsemesine benzer bir gülüşle çıktı kitabevinden.” (Bir Fotoğrafa Altyazı / İki 7 Kasım, Onur, ikinci basım, 1991, 37) Ortalık, somun kokuyor, her yan 1 Mayıs çiçeği, havada 68 esintisi uçuşuyor kelebekler gibi savrultuyla… Pencerenizi açın, bırakın renkler, sesler, kokular gönlünüze, yüreğinize dolsun! Sokağa inin, kol kola girin İlhanlarınızla… Bu kavga yalnızlaşmaya, yalnızlaştırılmaya gelmez! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 950 İlhan Selçuk Muzaffer İlhan Erdost Muzaffer İlhan Erdost, “Her Evden Götürüldü İlhan…” başlıklı kısacık, ama yakıcı yazısının sonunda şöyle diyordu: “Akşam evi aradım. Rana, ‘Muzaffer çok üzülüyorum’ diyordu. ‘Sanki İlhan Selçuk bizim evden götürüldü…’ Yalnız bizim evden mi? Yurdun hemen her evinden götürüldü İlhan. Beyaz Saray’ın kiraladığı evler hariç!…” (24.3.08)