25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÖYKÜ ÖDÜLÜ: Alper Akçam ‘Ben öykülere vurgunum’ biyattan da vazgeçmedim. Yazdım, yazdım… Bazıları edebiyatı hobi olarak görür. Bense edebiyatı bir yaşam alanı olarak tanımlarım. Yazdıklarımı sürekli eleştiririm. Hatta şimdilerde fark ediyorum ilk yazdığım eserlerin dil yönünden zayıf olduğunu. 1998 yılından bu yana da öykülerim yayınlanıyor. Öykülerimi yazarken çok tez canlıyımdır. Bu tez canlılık öykülerime çok heyecan yüklememe neden oluyor. Yazarken iç sesim her yerimi kaplıyor. İç sesimi susturamıyorum. Edebiyatla ilgilendiğim ilk günden bu yana birçok yazı yazdım ama ben kendimi daha çok öykü yazarı olarak tanımlıyorum. Ben öykülere vurgunum. “Kiev’de Aşk” adlı dosyanız Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Bu ödüle değer görülmek nasıl bir duygu? Yunus Nadi Ödülü’nü kazanmak benim için bir onurdur. Bu ödülü kazandığımı öğrendikten sonraki hislerimi anlatmak mümkün değil. Çünkü ödülün seçici kurulunda yer alan isimlerin her biri çok değerli. Emin Özdemir, Mehmet Başaran, Hikmet Altınkaynak, Tarık Dursun, Sami Karaören gibi isimlerin, benim öykülerimi ödüle değer görmesi, beni çok mutlu etti. Hele de Emin Özdemir hocamın beni arayarak, ödülü kazandığımı söylediği anı hiç unutmayacağım. RUHUM ARDAHAN... Edebiyattaki yazın türleri arasında en çok öyküye vurgun olduğunuzu söylediniz. Nedir sizi öykülere daha yakın kılan? Ben yaşamımda çeşitli kırılmalardan geçtim. Aslında toplum olarak yaşamda çeşitli kırılmalardan geçtik. Tüm bu kırılmaların içinde ben parçalarımla var oldum. Şöyle ki, ben öğrencilik yıllarımda birtakım fikir kulüplerine üyeydim. Onların etkinlikleriyle uğraşıyorum. Bu etkinliklerin içinde yer alırken aklım sürekli Ardahan’daydı. Çünkü ruhum, yaylalarıyla, ovasıyla, dağları, bayırlarıyla, kısaca doğasıyla yurda güzellik katan Ardahan’daydı. Onun için de bir an önce okulların kapanmasını ve yazı Ardahan’da geçirmeyi isterdim. Ardahan’daki düğünlerde oynamayı, Ardahan’da ata binmeyi isterdim en çok. Kırılmalardan geçtik dedim ya, Ardahan’daki, benim o paylaşımcı, dayanışmacı, Anadolu halkı göçtü, kaçtı. Savruldu... Varoşlarda başka kültürlerin içine düştüler. Onların bu durumu beni çok etkiliyor. Ben onların öykülerini yazıyorum. Eski Anadolu insanına olan özlemimi dile getiriyorum. Sizi böyle etkileyen Ardahan insanını bize de anlatır mısınız? Size başımdan geçen bir olayı anlatmak isterim. Ardahan’a ziyaretlerimin birinde, ormanların kesilmesine neden olacak bir proje yürütülüyordu. Köylüler de orman kesimlerinde görev almak istiyorlardı. Bunun için de benden yardım istiyorlardı. Bense onlara, ormanların kesilmesinin ne denli yanlış olduğunu anlatıyordum. Konuşmalar sonucunda oylama yaptık. Köylüler, ormanların kesilmesine karşı çıktı. Böylece iki yıl boyunca kesemediler bizim ormanlarımızı. Bunun üzerine, projeyi yürütenler başka yerlerden işçiler getirmeye çalıştılar. Onları da elbirliğiyle ikna ettik ormanları kesmemeye. İnsanlar her geçen gün biraz daha benim etrafımda birleşiyordu. Yani insanlar, çalışıp para kazanmayı değil, benim etrafımda örgütlenmeyi tercih ediyorlardı. O günlerde, Kel Eko lakaplı bir kişi vardı. Kürt İdris‘in adamlarından olduğu söylenen Kel Eko... Kel Eko, projeyi yürütenlerle birlikte hareket ediyordu. Bir gün projeyi yürüten müdürlerden biri beni, “Ben senin işine karışmıyorum doktor. Sen de benim işime karışma” diye uyardı. Ben de ona, belki biraz da öyküye olan tutkumla, “Siz bana hasta olarak gelseniz, ‘başım ağrıyor’ deseniz, ben de ‘uzat başını keseyim’ desem, razı olur musunuz“ diye sordum. “Olmam” dedi. Bunun üzerine ben de, “İşte sizin bana önerdiğiniz tedavi böyle bir şey” dedim. O sıra, Kel Eko bize bakıyordu. Bunun üzerine ben Eko’ya, “Sen önüne dön Eko, bizim sana verilecek kemiğimiz yok” dedim. Eko silahlıydı. Arkamı döndüm. Tam gitmek üzereydim ki silah sesleri duydum. Eko arkamdan bağırıyordu. “Doktor, bu ağaçları kesenin de, seninle beraber olmayanın da…” Eko sonra koşarak yanıma geldi. Boynuma sarıldı ve “beni de alın” dedi. O Eko, daha sonra Yozgat Cezaevi’ne girdi ve orada öldürüldü. Ben şimdilerde ne zaman “Bahtiyar” adlı türküyü dinlesem Eko’yu düşünürüm. Ben öykülerimde o insanların sesi olmaya çalıştım. Ardahan bunun için önemlidir işte. SARI FOTOĞRAFLAR… Anadolu insanlarının yüz çizgilerini yansıtan fotoğraflar vardır. Her birinin yüzündeki çizgiler, yaşamı anlatır. Alper Akçam’ın öykülerinde bu insanların yüzlerindeki çizgilerin anlamı gizli diyebilir miyiz? Elbette. Ben öykülerimde bu çizgilerde anlatılanı aktarmaya çalıştım. Babam, Ardahan’ın Ölçek Köyü’nden Cilavuz’a kadar tam 4 kez gitmiş, bir okula kayıt olabilmek için. 3 kez dilenci diye kovulmuş. O’na dönemin aydınlanmacı öğretmenlerinden biri sahip çıkmış. Dursun Akçam böyle girmeyi başarmış 23 Şubat İlköğretim Okulu’na. Kendini yetiştirmiş bir köylü çocuğu. Ben hep şunu sordum kendi kendime. Dursun Akçam’a bu gücü veren neydi? Dursun Akçam’a bu gücü veren Seyhat ninemin alnındaki çizgilerdi. O, bütün çektiği sıkıntılara karşın, 1915’li yıllarda yaşanan sıkıntılardan bahsediyorum, insanlara hep güler yüzlü davranmıştır. Ne zaman Seyhat ninemin kapısı çalınsa, insanları hep buyur etmiştir yurduna. Küçücük bir ekmeği varsa, onu misafirine ikram etmiştir. Anadolu kadınındaki bu mertlik, bu zenginlik, yitip gitmemeli diye düşünüyorum. Ninemin alnındaki kırışıkların öykücüsü olmak istiyorum. O sarı fotoğraflardaki insanların öykülerini yazmak istiyorum. Oradan hareket ederek, yarınlar için yeni dünyalar yaratmak istiyorum. Bu dünyalar içinde unutulmuşluklar olmasın istiyorum. Dursun Akçam’a mücadele gücü veren halk kültürünün yaşamasını istiyorum. Bunun için ben öyküden yanayım. Peki ödüle değer görülen öyküleriniz neleri konu ediniyor? Bu dosya biraz alışılmışın dışında. Daha önceki yazılarımdan hareketle böyle deme ihtiyacı duydum. Benim kimliğimi yansıtabilecek, değişik yaşam biçimlerini bir araya getirebilecek bir dosya olmasını istedim. Bunu için dosyadaki öykülere Kiev’de Aşk ile başladım. Kiev’de Aşk, iki doğu insanının öyküsünü anlatıyor. Bu öyküde sanki iki kişi karşılıklı konuşuyor. Bu öykünün ardından Ardahan’a uzandım. Ardahan’ın mitolojik özelliklerini anlatmaya çalıştım. Bu dosyada, küçük insanların öykücüsü olmaya çalıştım. İtiraf edeyim, biraz da Sait Faik Abasıyanık‘a özendim. Bartın’da küçük bir parkı yazdım. Ankara varoşlarında yaşayan emekli bir öğretmenin, bir kadının, muhtarlık mücadelesini anlattım. Karabük’te hekimlik yaptığım yıllarda, gördüklerimi yazdım. O, az parayla ve sigortasız çalışan demirçelik fabrikasının işçilerini... Dosyamı, Son Balık adını verdiğim öyküyle tamamladım. Öyküde, dünyadaki yok oluşları, çevre tahribatını, bir gölette tutulmuş son balığı anlatmaya çalıştım. Gölette tutulan son balığın, üç çocuğun yaşamındaki önemini anlattım. Dosyada toplamda 11 öykü yer alıyor. Bu öyküler daha sonra kitap haline gelecek. Umarım yurttaşlar öyküleri severler. Yaşamım kırılmalarla dolu dediniz. Bu kırılmalar öykülerinize nasıl yansıdı? Son yıllarda yazdıklarımı ele alırsak, o öykülerin hiçbirinin birbirine benzemediğini görürüz. Her öyküde farklı anlatıcıların olduğunu görürüz. Yaşamımdaki kırılmalar işte böyle yansıdı benim öykülerime. Her öykümü farklı kıldı bu kırılmalar. Kırılmalar, beni yaşamımın değişik anlarına yolculuk yaptırdı. Öykülerimdeki biçim özelliklerinin, üslubun değişmesine katkı sağladı. Kırılmalar beni geliştirdi. Bu kırılmalar nedeniyle daha büyük bir pencereden bakıyorum şimdi dünyaya. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 950 Alper Akçam bu yılki Yunus Nadi Ödülleri’nde, Kiev’de Aşk adlı dosyasıyla, Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Akçam kendi deyimiyle tam bir öykü tutkunu, “Yaşamımda çok çeşitli kırılmalardan geçtim. Tüm bu kırılmaların içinde parçalarımla var oluyorum” diyor. Kırılmaların, yazdığı öyküleri farklı kıldığının altını çiziyor. Ödüle değer görülen Kiev’de Aşk’taki öykülerinde, Anadolu insanının yaşamını anlattığını dile getiriyor. Asıl mesleği doktorluk olan Alper Akçam’la öykülerini konuştuk. Ë Selda GÜNEYSU ize biraz kendinizden bahseder misiniz? 7 Haziran 1952’de Ardahan’da doğdum. Kapatılan Köy Enstitüleri’nden çıkıp, öğretmen olan iki mücadele insanının oğluyum. Türkiye‘nin çeşitli yerlerinde eğitim gördüm. Aslen tıp doktoruyum. 2000 yılında emekli oldum. Emekli olana dek çeşitli SSK hastanelerinde görev yaptım. Bu hastanelerde hep halkla iç içe oldum. Şimdilerde kendimi edebiyata adadım. Aslında edebiyata olan ilgim yeni değildir. Ortaokul yıllarına dek uzanır. Ama ailem benim tıp doktoru olmamı arzu ediyordu. Özellikle de babam Dursun Akçam. Edebiyatla ilgilenenler babamı da yakından tanırlar. Dursun Akçam, bir mücadele adamıdır, yaşamını aydınlanmaya adayan bir insandır. Onu kırmadım. Ama edeSAYFA 18 B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle