22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“Çocuklar bizim şimdimizdir, geleceğimiz değil. Şimdi yoksa gelecek de yoktur” Domingo Notaro 23 Nisan’ın ardından düşündüklerimiz... Çocuk Vakfı, 19802007 yılları arasında yapılan aile odaklı çocuk merkezli çalışmaları değerlendirmek amacıyla bir karne hazırlamış. Türkiye’de düzenlenen çocuk merkezli kongre, kurultay, şura, sempozyum kararları yanında 135 kaynak taranmış, 67 akademisyenin ve uzmanın görüşleri dikkate alınmış. Aile ve çocuk, anne ve çocuk sağlığı, eğitim, yoksulluk, güç koşullardaki çocuklar, çocuk ihmali ve istismarı, çocuk hakları, yargılamadaki çocuklar ile çocuk ve medya ilişkisini 10 başlık altında değerlendiren karne, Türkiye’de çocuk gerçeğini yansıtmayı amaçlıyor... 23 Nisan’da çocukları bir gün için anımsayıp o gün makam koltuklarına oturttuğumuz, onlara mikrofon uzattığımız, anlamsız sorularla duymak istediğimiz cevapları onlardan beklediğimiz, verdikleri cevapları alkışladığımız, onları çocukluklarından kendilerinden uzaklaştırıp onlara yapamayacağımız vaatlerde bulunduğumuz bayramlarda ve özel günlerde, Çocuk Vakfı’nın 34 sayfadan oluşan çocuk ve aile raporu, yıllardır ertelediğimiz çalışmaların karanlığında, bugün Türkiye’de yaşanmakta olan çocukluğu gösteriyor. Nereden geldik, nereye gidiyoruz… (19802007) Hasta çocuklar, yoksul çocuklar, engelli çocuklar, eğitimsiz çocuklar, istismara uğrayan çocuklar, çalışan çocuklar… 15 milyon 70 bin ailenin, 3 milyon 600 bini yoksulluk sınırında. Ailedeki ekonomik, sosyal ve kültürel kriz, aile içi çatışma ve şiddeti artırdı. Türkiye’de dört çocuktan biri yoksul. Çocuk yoksulluğunu önlemeyi sağlayacak sosyal güvenlikle ilgili yasa çalışmaları tamamlanamadı. Yoksul çocukların çoğunluğu büyük şehirlerde ve köylerde yaşıyor. Yoksulluk sınırındaki aileler sosyal güvence altına alınamadı. Göç çocuklarının en çok yaşadığı iller Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi şehirleri. Bebek ve 5 yaş altı çocuk ölümleriyle anne ölüm oranı hâlâ yüksek. Türkiye’de okulöncesinde köklü atılım yapılamadı (02yaş % 1; 34 yaş % 3; 5 yaş % 16.5) Türkiye’de sınıf ortalaması 36 (Dünya ortalaması 26. En kalabalık sınıflar İstanbul’da) Türkiye’nin dünya ortalamasına göre 143 bin sınıf açığı var. Örgün eğitim okuma alışkanlığı kazandıramıyor ve kitabı sevdiremiyor. SİHİRLİ DEĞNEK Çocuklar İçin Kitaplar Hazırlayan: Nilay Yılmaz Okul başarısı ve hayat başarısı arasında denge kurulamadı. Eğitim süresi uzadıkça kızların okullaşma oranı düşüyor. Türk eğitim sistemi felsefe öğretiminden uzaklaştı. İlk ve ortaöğretimde sanat ve kültür eğitimi çok alt düzeyde. Son 5 yılda okullarda şiddet yaygınlaşma eğilimi gösterdi. 5378 Sayılı Özürlüler Kanunu, nüfusun yüzde 12.28 özürlü olan ülkemizde, engellilerin kök sorunlarının çözümünde en önemli çalışma olarak gerçekleşti. Ancak hâlâ engellilerin sağlık, eğitim ve sosyal göstergeleri kötü. Engelliler yoksullukla daha fazla karşı karşıya kalıyor. Engelliler için evde bakım hizmetine başlanamadı. Engellilere verilen özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetleri dünya ortalamasının altında Türkiye, eğitimde yaş ve cinsiyet ayrımcılığını aşamadı ve durum eğitimin bütün aşamalarında kızların aleyhinde. Türkiye, üstün yetenekli çocuklarını eğitemeyen bir ülke durumunda. Millî Eğitim Bakanlığı’nın üstün yetenekli çocuk eğitiminin okulöncesi, ilk ve ortaöğretim süreçlerini kapsayacak eğitimöğretim modeli de yok. Türkiye’de beş çocuktan biri çalışıyor Çalışan çocukların % 76.9’u tarım kesiminde. Sokakta çalışan çocukların sayısında artış oldu. Suç işlediği ispat edilen çocukların tek seçeneği hâlâ ceza. 15 yaşın üzerindeki çocuklar hakkında ceza dışında bir seçenek yok. Türk çocuk hukuku ve çocuk yargılama hukuku standartları geliştirilemedi Çocuk hakları uyum yasaları hazırlanamadı. Yapacak ne çok iş var! Oysa “şimdiyi” kurayamayan biz büyükler, hâlâ “geleceğin” hayali ile yaşıyoruz... Görmüyoruz, erteliyoruz, günü kurtarıyoruz, “masallar” anlatıyoruz, konuşuyoruz, dinliyoruz, susuyoruz... Böylesi günlerde, Oscar Wilde’ın Mutlu Prens’ini ve küçük Kırlangıç’ını hatırlamamak elde değil... Mutlu Prens’ten... “Sevgili küçük Kırlangıç” dedi Prens, “bana akla hayale sığmaz şeyler anlatıyorsun, ama erkeklerle kadınların çektikleri acılardan daha akla hayale sığmaz bir şey yoktur. Yoksulluktan daha büyük bir sır yoktur. Uç kentimin üzerinde, küçük kırlangıç, uç da bana orada neler gördüğünü anlat.” Bunun üzerine Kırkangıç büyük kentlerin üzerinde uçtu, zenginlerin güzel evlerinde eğlendiklerini, dilencilerin kapılarda bekleştiklerini gördü. Karanlık yollara uçup, bitkin yüzleriyle zifiri sokaklara bakan aç çocukları gördü. Bir köprünün kemeri altında iki oğlan çocuğu birazcık ısınabilmek için koyun koyuna yatmışlardı. “Nasıl da açız!” dediler. “Burada yatmak yasak!” diye bağırdı gece bekçisi, kalkıp yağmura çıktılar. Kırlangıç gerisin geriye uçtu ve Prens’e gördüklerini anlattı. “İnce altın varaklar var üzerimde” dedi Prens, “onları bir bir söküp şehirimin yoksullarına vermelisin; yaşayanlar her zaman altının kendilerine mutluluk getireceğine inanırlar.” Kırlangıç, altın varakları yaprak yaprak söktü, ta ki Mutlu Prens donuk ve kurşuni bir renk alıncaya kadar. Yaprak yaprak altınları yoksullara götürdü, çocukların yüzlerine bir pembelik geldi, güldüler, sokaklarda oyunlar oynadılar. “Artık ekmeğimiz var!” diye bağrıştılar. Sonra kar yağdı, kardan sonra don geldi... Zavallı küçük Kırlangıç üşüdükçe üşüdü, ama Prens’in yanından ayrılmadı, onu öyle seviyordu ki. Fırıncı başka yere bakarken fırının kapısı önündeki ekmek kırıntılarını çaldı, kanatlarını çırparak ısınmaya çalıştı. Ama en sonunda öleceğini anladı (s.1314)... Mutlu Prens’i dudaklarından öptü ve ayaklarının dibine düşüp öldü. O anda heykelin içinden garip bir çatırtı geldi, sanki bir şey kırılmıştı. İşin gerçeği şu ki kurşun kalp çat diye ortadan ikiye ayrılmıştı. Yaman mı yaman bir don vardı. Er tesi sabah erken saatlerde Belediye Başkanı aşağıdaki meydanda. Şehir Meclisi üyeleri ile birlikte yürüyüşe çıkmıştı. Sütunun yanından geçerlerken, başını kaldırıp heykele baktı ve “Bakın hele! Nasıl da perişan bir hali var Mutlu Prens’in!” dedi. “Gerçekten de, çok perişan!” diye bağırdılar Şehir Meclisi üyeleri, her konuda Belediye Başkanı ile fikir birliği içindeydiler; heykelin yanına geldiler. “Kılıcının yakutu düşmüş, gözleri gitmiş, artık altın yaldızlı da değil” dedi Belediye Başkanı; “aslını isterseniz, dilenciden farkı yok!”. “Dilenciden pek farkı yok” dedi Şehir Meclisi üyeleri. “Ayaklarının dibinde bir de ölü kuş var!” diye sözünü sürdürdü Belediye Başkanı. “Kuşların burada ölmesinin yasak olduğunu açıklayan bir bildiri yayınlamalıyız.” Şehir Kâtibi de bunu not etti. Böylece Mutlu Prens heykelini indirdiler. “Artık güzel olmadığına göre yararlı da değil” dedi Sanat Profesörü üniversitede. Sonra heykeli bir fırında erittiler ve Belediye Başkanı elde edilen madenle ne yapılacağını kararlaştırmak üzere bir toplantı düzenledi. Toplantıda “Elbette, başka bir heykel dikmeliyiz” dedi, “bu da benim heykelim olmalı”. “Hayır, benim heykelim, benim heykelim,” dedi Şehir Meclisi üyelerinin her biri, kavga etmeye başladılar. Son gelen haberlere göre hâlâ kavga ediyorlarmış (s.16). “Mutlu Prens”, Oscar Wilde, İş Bankası Yayınları, 2006, 79 Sayfa Türkçeleştiren Roza Hakmen, Fatih Özgüven “Çocuklar bizim şimdimizdir, geleceğimiz değil. Şimdi yoksa gelecek de yoktur”. Neyse ki, her şeye rağmen, bugüne ve şimdiye dair umutlarımız tükenmiyor, tükenmeyecek... Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazarları Sempozyum Dizisi: Ayla Çınaroğlu Eskişehir Osmangazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, hem Türk çocuk ve gençlik edebiyatının gündemde kalmasını sağlamak, gelişmesine katkıda bulunmak, hem de özellikle bu alana hizmet vermiş ve vermekte olan çocuk ve gençlik edebiyatı yazarlarını onurlandırmak, onları bilim adına ölümsüz kılmak amacıyla düzenlediği sempozyum dizisinin ilkini yazar Gülten Dayıoğlu (2001), ikincisini de yazar Muzaffer İzgü (2005) adına düzenlenmişti. 1719 Ekim 2007’de gerçekleşecek olan sempozyum ise yazar Ayla Çınaroğlu adına yapılacak. (Bildiri özetleri için son başvuru tarihi: 18 Mayıs 2007) (Bilgi için: www2.ogu.edu.tr/~komparatistik/sempozyum/Site/index.htm) Sihirli Dergiler! Ebe Sobe (http://www.ebesobe.com) Bilim Çocuk (www.biltek.tubitak.gov.tr/cocuk) Meraklı Minik (www.biltek.tubitak.gov.tr) (okulöncesi) Çoluk Çocuk (www.colukcocuk.com.tr) (yetişkinler için) DÜZELTME / ÖZÜR Sihirli Değnek, yazarın yanlış yazılan soyadına dokunuyor ve değiştiriyor. “Şattabara Kabilesi”, Pınar Merterkek, İmbat Yayınları, 2006, 48 sayfa (7+ yaş) KONUK SİHİRLİ DEĞNEK “Ayşe’nin Günleri”, Gülsüm Cengiz, Evrensel Çocuk Kitaplığı 2002, 256 s. Gülsüm Cengiz “Ayşe’nin Günleri” kitabının çocukların iç dünyalarını, duygularını, olayları ve çevresini algılayışını en iyi veren eser olduğunu düşünüyorum. Okurken sayfalar arasında küçük bir çocuk yüreğinin atan seslerini duydum. Ayşe ilkokula gidiyor. Ailesi geçim zorluğu yüzünden İstanbul’a gelen iki çocuklu yoksul bir ailedir. Ayşe ve ablası Aynur okumayı, bir meslek sahibi olmayı isteyen; meraklı, çalışkan, insan, doğa, İncila Çalışkan (yazar) lar için okulun düzenlediği, paralı test kurslarına Ayşe’nin katılamayışıdır. Ayşe küçük şeylerden sevinç yaratmayı bilir. Ablasıyla birlikte yaşamı, çevrelerini kolaylaştırmak, güzelleştirmek için sürekli arayış içindedirler. Çevrelerindeki insanların dışladıkları fakir çocuklarla arkadaşlık kurarlar. Okulda ve mahalledekilerin ayrımcılığına katlanamazlar, bir türlü anlayamazlar… Yazar çocukların iç dünyalarının yaşadığımız hayatın acımasızlığı karşısında kırılganlığını, savunmasızlığını; çok etkilendiğini seçkin sözcüklerle dile getiriyor. Yaşamdaki karşıtlıklar, dalgalanmalar, düğümler, çözümler olayların sıralanışıyla kitaba akıcılık kazandırıyor. Büyüklerin fısıldaşmaları, dedikodular, yanlış önyargılar çocukların kırılgan yüreklerinde ne derin izler bırakıyor, yazarın incelikli yaklaşımıyla kitaba duyarlılık kazandırmıştır. Yazı biçimi, iç resimleri, kapağı ile çocukların ve büyüklerin çok sevecekleri bir kitap “ Ayşe’nin Günleri”. ? kitap seven çocuklardır. Ayşe’nin annesi ailesine gelir sağlamak amacıyla Almanya’ya işçi olarak gider. Bundan sonra çocuklar için katlanılması ağır günler başlar. Anne özleminin yanında; ev işlerinin iki küçük çocuğun yapabileceği kolay işler olmadığı kesindir. Çamaşırların yıkanması, sökülenlerin dikilmesi, bulaşıkların yıkanması vb. gibi işler annesiz yapılacak türden işler değildir. Parasızlık yüzünden tahta kulübe yapan babası, çok çalışan az kazanan bir babadır. Anne ailesini Almanya’ya aldıramaz. Bir süre sonra kendisinden de haber gelmeyince çocuklarla babaları çok üzülür. Ayşe hastalanır. Hastanede geçen süre ablasından, babasından ayrı kalmasına, okulu çok özlemesine sebep olur. Ayşe iyileşip gelir. Yaşamda pek çok yanlışa ve haksızlığa şahit olur. Bunlardan biri Aynur’un başarılı olduğu halde babası tarafından ortaokula gönderilmeyişidir. İkincisi, sınıfta gelir durumları iyi olan çocukların katıldığı, girilecek sınav ? Nilay Yılmaz Kurtuluş Deresi Cd. No: 47 Bilgi Üniversitesi Dolapdere/İstanbul nilayy@bilgi.edu.tr Tel: 0212 236 78 42 0212 311 51 82 SAYFA 32 CUMHURİYET KİTAP SAYI 898
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle