Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? anlatı, yer yer kara güldürü arasında gezinen öyküler gözüyle bakabilmek olanaklı. Özellikle kimi öyküler, alanda üretimlerini sürdüren öteki genç yazarlarca da okunmalı derim. Nevzat Güngör, öykülerini anlatarak değil olayları farklı anlatım biçimleriyle bizden uzaklaştırarak, bu yolla bizi tam bir soyutlayımın karşısında bırakarak yapılandıran bir yazar. Anlattıklarını siyasal bildiriden çıkarıp tamı tamına öyküsel bir dönüştürüme uğrattığı için de büyük başarı gösteriyor. Ne ki siyasal öykü verimlerinde söylem ağırlığından kaçınabilmeli yazar. “Son Kızılderili”, “Annemin Bakışları” vb. siyasal öyküleme için özenli, güzel örnekler de verimlemişken bunların altına inmemeli hiçbir zaman. Haydar Demir kurduğu yalın öykü evreniyle, anlatımıyla diyeceğini süslemeden, ama sanatsızlaşmaya da gönül indirmeden ürün veren bir yazar. Makine’de, verimlediği işçi öykülerini küçük, kısa siyasal öykülere dönüştürürken işini yapıp altından kalktığını düşünenlerin tutumunu takınmıyor. Ne demek istiyorum? Haydar Demir siyasal öykü değil, öykü yazmaya girişiyor yalnız. Bu da onu bilgiçlikten koruyup alçakgönüllü yapıyor. Onun en önemli yanı, kahramanlarına karşı sergilediği süreğen nesnellik. O, öykü kişilerinin hiçbirine, taşıdıklarının dışında nitelik yüklemiyor… Kahramanlarının inandırıcılıkları, ete, cana karılmış yanları hep buradan geliyor. Yazar olarak tarafsızlığını korumuyor yalnız, tüm olumsuzluklarına karşın onlara sevgiyle, şefkatle yaklaşabiliyor. Görebildiğimce Haydar Demir’in en yakın durduğu öykücüler Orhan Kemal, Sabahattin Ali, biraz da Bekir Yıldız. Bir uzak esinti olarak Memduh Şevket Esendal belki. Ama tam bir Orhan Kemal ardılı göründüğü öykülerin sayısı az değil yine de. “Bayram”, “Öyle Bir Öykü” vb. buna örnek gösterilebilir. “Fabrikada Aşk” ise dış sesle kurulmuş olsa da Orhan Kemal öykücülüğünün derinleştirilmiş örneği bağlamında içtenliğiyle, sıcaklığıyla güzel, yakıcı bir öykü. Ne ki bu arada benzerlerine, örneklerine rastladığımız öykü sayısı da az değil Makine’de. Anlatımın, olay aktarımcılığının öne çıkıp anlamlandırmanın iyiden iyiye silindiği, hatta bir vakanüvis gibi tutanak yazıyormuşçasına olayları kayda geçtiği öyküleri de var onun. “Slogan” bunlardan biri. Bir örnekleşmiş, birbirinden sıyrılamaz hale gelmiş kimi öykülerin aynı kitapta toplanması, öykülerden yayılabilecek gücü engelliyor sonuçta… HAYATIN TUTUNAĞI ÖYKÜLER... Özgür Soylu, insanı sıcacık kuşatan duyarlı öyküler yazıyor. İyi Yolculuklar böyle öykülerden oluşmuş bir kitap. Dingin, huzurlu, yunmuş arınmış içiyle de dikkati çekiyor öyküler. Asıl gönül çelen yanı ise kendi yöresinden derlediği, içli bir yaklaşımla örüntülediği bu öyküleri hoş, höpürdetici, bıyık altı gülüşlerle yapılandırması yazarın. Öykünün, en dış halkasında durabilecek okurun “Ee, n’olmuş?” diyebileceği kadar uzak bir noktadan başlıyor öyküsüne yazar. Sonra sıkıştırdıkça sıkıştırıyor halkayı, ısıtıp kavuruyor satırlarını. Kimileyin ikilemeler, bu arada yinele meler fazlaymış gibi geliyor insana ya, farklı bir büyüyle kuşatılınca, batmıyor o zaman bunlar. Özgür Soylu’nun öykülerinde iki uç kendini ele veriyor hemen: 1. Olup bitenlere alaysamalı yaklaşım, 2. Bir gülmece damarıyla birleşiyor görünmekle birlikte öyküden kopmayış. O, gülen bir göz, hoşgörülü, sevecen bir yürekle bakıyor yaşanılanlara. İnsana sınıfsal çelişki açısından bakarken suçlamıyor onları, anlamaya çalışmak yaptığı yalnızca. Bu çerçevede popülist bir söylem sergilemiyor Soylu, ama halka, kendi diliyle yaklaşırken alabildiğine içerden bir duruşa sahip. Özgür Soylu’nun İyi Yolculuklar’daki öyküleri, bu iki özelliğin köpürttüğü örnekler işte. Öykü kişileri dilleri, olaylara bakışıyla öykülerde gezinirken hoş koridorlar açılıyor bu arada okurun önünde. Sonra kişilerin, bu tutumlarını değiştirmeden farklı öykülerde gezindiği oluyor. Elif Çınar, Bahar Dalı’ndaki öykülerinde içten bir kavrayış sergiliyor. Posası, tortusu alınmış, rendelenip pürüzleri giderilmiş bir de dil işçiliği. Enikonu bir kadın duyarlığıyla öykülerin kucaklanıp kuşatıldığı da eklenmeli bu sözlere. Öyleyse gelişmiş bir dili, yoğun duyarlılık temeline dayalı öykü evreni olduğu söylenebilir yazarın. Gerçekten de Elif Çınar, tüm öykülerini yumuşak bir yaklaşımla yapılandırıyor. Söylediklerinin gerisinde söylemeden bıraktığı söz, anlam öbekleri serpip yerleştiriyor öykülerine. Böylelikle öyküler bulgur bulgur yeğnilip gelişiyor, kendini gösteriyor, ötesinde içli, incelikli bir kıvam kazanıyor. Şurubunu gereğince içmiş tatlı gibi… Yazar, sözcükler, bunların tümcelere yerleştirimi, sözdizimlerindeki tınısı, akışı üzerinde düşündüğünü somut biçimde gösteriyor bize. “Çerçeve”, bunu ortaya koyan bir örnek. Elif Çınar öykü üzerine gereğince durmuş, bunu uygulama anlamında ciddi yol almış bir yazar. Öykülerin dili kadar kahramanlarını yapılandırırken nelere dikkat ettiği, öykü evreninde, kurguda gösterdiği özen, öykü veriminde nece yol aldığının da göstergesi kuşkusuz. Yalnız erkek kahramanı bakışıyla kaleme aldığı “Gitmeden” başlıklı öyküsünde “onu yatağa atmak” gibi erkekçe söyleme yaslansa da öykünün katmanlarından kadınca bir duyarlık sızıyor dışarıya. Ah diyorsunuz, yazar bunu bir de kadın bakışıyla içselleştirerek kaleme alsaydı; kaldı ki öykü de zaten bunu konu alıyor kendine. Hayır, birer tutanak değil öykülerin hiçbiri, evet tanıklıklardan, yaşam deneyimlerinden beslendiği, kaynaklandığı açık bunların, ancak tutanak olmaktan çıkıp tutunağa dönüşmüş öyküler bunlar. Siz de kendinize birer tutunak yapın bu öyküleri… İşte size dört öykücü. Bu uzun koşunun en hoş çocuklarından dördü… Hey Pelin, Karşıyaka’ya vardığınızda Deniz Gezmiş’in, Yusuf Aslan’ın, Hüseyin İnan’ın yanına, bu dört gencin verimlediği öykü kitaplarını da koyun. Her birine Elif Çınar’dan birer Bahar Dalı bırakın; anne, bacı, sevgili gibi kuşatsın onları Elif, sonra Özgür Soylu’dan İyi Yolculuklar’ı, Haydar Demir’den Makine’yi, Nevzat Güngör’den Görünmez Adam’ı serpeleyin topraklarına… Güller kızarır, kızarırken mayısta…? 898 SAYFA 29 CUMHURİYET KİTAP SAYI