Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? Beraat kararına, yasaların değişmesine rağmen keyfi uygulamalar oluyor. Her seferinde savcının bırakmasına rağmen ara sıra gözaltına alınıyorum. Bazı bölgelerde keyfi toplatmalar oluyor. Geçen yıl Hatay, Adana, Mersin gibi güney illerinde müzisyen arkadaşlarım İsmail H. Demircioğlu, Erkan Oğur ve Okan Murat Öztürk'le şiir müzik turnemiz vardı. Sahnede şiir okurken bir görevli yanıma gelip bir pusula verdi. Salon girişinde kitaplarımı polisin toplamak istediği yazılıydı. Kitle karşı koymuştu. Sahneden 'emperyalizm ve faşizme duyulan öfke ve yurseverlik aşkında kimsenin Denizlerle de bizimle de yarışamayacağını, polislere isterlerse gerçek suçluların, emperyalizme tetikçilik yapanların, zalimlerin ve yalakalarının adresini verebileceğimi, burada keyfi biçimde yanlış adreste olduklarını' söyledim. Salonu dolduran kitle öyle alkışladı ki, suspus olup gittiler. Bir kitap yasakken, yasağa neden unsurları ayıklanarak aynı konuda kitap yapmanın aydın onuruyla açıklaması olabilir mi? Ayrıca, çok açık bir gerçek ki Darağacında Üç Fidan yayın tarihinde en çok satan, korsanı da eklersek milyonla insana gitmiş, efsaneleşmiş bir kitap, her dönemin 'çok satar'ı. Fakat onun kültür dünyamıza kattığı 'ilk'ler, yaşadığı serüven ve bu 'çok satarlığı'nın haftalık, yıllık değerlendirmelerde 'kaydı' hiç düşülmez, bu nasıl açıklanır? Bu sorunun muhatabı o yazar ve o 'kayıtçı'lar olmalı! 'Kitap korsanlığı' ise ahlaksızlığın köpürdüğü noktalardan biridir. Darağacında Üç Fidan'ın diğer 'çok satar lar'dan farkı, hem reklamsız olması hem de sürekliliği..Ve yıllarca hiç eksilmeden.. Gökyüzünde yıldız kaydığında ışıltısı bütün dikkati kendine çeker. Ama en uzununun ömrü saniyeliktir. Bir de gerçek yıdızlar var. Parıltıları gökyüzüyle birlikte süregelen ve süregiden.. Aklımda kaldığı kadarıyla O. Paz 'çok satarlığı' böyle açıklıyordu. Daha doğrusu 'geçici çoksatar'la 'sürekli satar' anlam farkı içerir. Az da satsa süreklilik kalıcılığın, köklülüğün işaretidir. ZALİMİN VİCDANI... Belki de Denizlerin aklında uyanmayı bekleyen cümle şuydu: 'Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin!' 68 kuşağının, kendinden sonraki iki kuşak ve bizim kuşağımızın önünde hâlâ bir denizfeneri gibi parlamasın “Darağacından Notlar’ı okudun mu?” ? Ataol BEHRAMOĞLU 974 yılı güz aylarından birinde, kesintisiz dört yıl süren yurtdışı serüveninden sonraki ilk günlerde, Göztepe'deki annebaba evindeyim. Nihat ve eşi de orada. Bir ara eşine seslendiğini işitiyorum: “Darağacından Notlar'ı okudun mu?” 1970'ten sonraki birkaç yılın önemli bölümünü cezaevinde geçirmiş, işkence görmüş, 1972'de “Hayatımız Üstüne Şiirler”le 68 kuşağının bence en özgün ve öncü şiir kitabını yayımlamış bu genç adamın sevgilisine yönelttiği bu soru cümlesi, içimde bir şiir çağlayanını harekete geçiriyor... Odalardan birinde, kâğıt kaleme sarılarak, iki yıl sonraki bir şiir kitabımın da adını oluşturacak “Ne Yağmur.. Ne Şiirler...”i yazmaya koyuluyorum… “Soruyorum sevgilime 'Darağacından Notlar'ı okudun mu? Bu bizim hayatımız. Gece doluyor içeri Yıldızlarıyla. (….) Hayatımızın kanadığını Görüyor musun? 'Darağacından Notlar'ı okudun mu? (…)” Bir çırpıda yazılıyor o uzun şiir… Deniz'lerin darağacına gönderildikleri 1972 Mayıs'ında, idam öncesindeki günlerde, Paris Saint Michel'deki öğrenci derneğimizde açlık grevindeyiz. İdamlara engel olabilmek için umutsuz bir çırpınış. Nihat cezaevinde olmalı. Çünkü az önce baktım, yine “Ne Yağmur... Ne Şiirler...”deki şiirlerden “Kardeşim Aylardır Hapiste” 1972 tarihini taşıyor… Nihat aynı günlerde, “Hayatımız Üstüne Şiirler”de yer alacak şiirlerinden en etkileyici, en acılarından birini yazmış. Deniz'ler için, idamın az öncesinde yazılan “Yalnız Değiller, Şarkıları ve Biz Varız” adlı şiir… “(…) saydam ve ıslak ölüm eğer boyunlarına geçirilen düğümden dökecekse körlerin alfabesini yumruğumu onlara vereceğim yaşayan yumruğumu ağzımı onlara vereceğim yeryüzünün bütün mert ölüleri için toplayarak kanlı kelimeleri” SAYFA 16 1 Kimsenin kılına dokunmamış, kimseyi incitmemiş Deniz'lerin, tıpkı Kızıldere'de Mahir'ler gibi, alçakça katledilmelerine engel olunamadı… Fakat şiirlerin laneti cellatların üzerindedir ve hep öyle olacak… Nihat 1974'te sevgilisine “'Darağacından Notları' okudun mu?” diye sorarken, Fuçik'in ölümsüz tanıklığını onun da okumasını isterken, 1976'da yazılıp yayımlanacak “Darağacında Üç Fidan” kıpırdanıyordu içinde belki de... Çekoslovakyalı gazeteci, yazar, Komünist Partisi üyesi, devrimci, antifaşist Julius Fuçik, Berlin'de bir yıl kadar cezaevinde kaldıktan sonra, 1943 yılında Nazilerce idam edilmişti. “Darağacından Notlar”, cezaevinden sayfa sayfa dışarı çıkarılmış, Fuçik'in darağacında katledilişinden iki yıl sonra yayımlanarak insanlığın devrim tarihindeki yerini almıştı… Nihat'ın kitabını okuduğumda o çapta büyük ve ölümsüzleşecek bir yapıtla karşılaştığımı anlamış, bunu kendisine de söylemiştim. “Darağacında Üç Fidan” hem belgesel bir tanıklık, hem bir nehir roman, hem bir çığlık gibidir. Darağcında Üç Fidan/ Nihat Behram/ Kendi türünde bizim edebiyatımızda Everest /254 s. ilk ve hâlâ tektir… “Darağacı”na gönHüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş yargılanırken... derilen, yazarın kendisi değildi. Ama o acıyı içinde, yüreğinde, bütün benliğinde hissetmiştir. “Darağacında Üç Fidan” bizim 60'lı yıllar edebiyatımızın da bir başyapıtıdır. Kitap o zamanki “Vatan” gazetesinde, gazetenin baskı sayısını birkaç on bin artıran (bunu çok iyi biliyorum) bir diziden sonra, Deniz'lerin katledilişinin dördüncü yılında, 1976 Mayıs’ında yayımlanmıştı. Şimdi bir internet sitesindeki bilgileri aynen aktarıyorum: “Dizi, yayını süresince hemen her gün ağır cezalık dava ve toplatma konusu ediliyordu. Kitaplaşan yapıt ağır baskılara uğradı. Sonunda kitap yasaklandı, dağıtılan ilk altı baskıdan raflarda kalanlar toplatıldı. Yedinci basımının kurşun dizgileri baskı makinesinden sökülerek el konuldu. 1980 darbesi, kitap üstündeki baskıyı daha da koyulaştırdı. Eser, 80'li ve 90'lı yıllarda gençler arasında başka kitapların içine konularak gizli gizli okunan bir kitap oldu. Kitabın yazarı Nihat Behram hakkındaki ağır ceza davaları ise sıkıyönetim mahkemelerine devredildi. Bunun üzerine yazar, 1980 yılında yurtdışına çıkmak zorunda kaldı ve 17 yıl politik sürgün hayatı yaşadı. Darağacında Üç Fidan, 1988 yılında Yürekleri Şafakta Kıvılcımlar adıyla yeniden yayımlandı. Ama tekrar toplatıldı. Uzun süren hukuki mücadeleler sonrasında kitap için beraat kararı çıktı. Yazar Nihat Behram da 1996 yılında Türkiye'ye geri döndü. Tutuklandı, fakat kitabın beraat kararını kanıtlayarak serbest bırakıldı.” Yayımlanışının 31'inci, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın katledilişlerinin 35'inci yılında, “Darağacında Üç Fidan” 35'inci baskısını yapıyor… Meclis'teki oylama sırasında, oturdukları koltuktan “Evet!..” haykırışlarıyla fırlayarak idam kararını onaylayanlar arasında bugün vicdanları sızlayanlar var mıdır, bilemem… Fakat, yukarıda yazdığım gibi, şiirin laneti sonsuzca üzerlerinde olacaktır... ? da, önce Denizlerin, sonra da Darağacında Üç Fidan'ın önemli rolü var. Sorulduğunda genç kuşaklardan devrimcilerin çoğu devrimci düşüncelerle tanışmasının ve hayatı görebilir olmasının ilk adımı olarak bunu söylüyor. Bazı rüyalarda asaletin sesi, derinden akan bir lav tabakasının dinginliğinde tınılanır. Bu da öyle sanki. Durağan görünümüyle derinden akan bir yatak, aktıkça kendinden taşan... Bu sözlerini soru değil onurlandırıcı bir iltifat sayıyorum.. Denizlerin asılmasında büyük rolü olanlar da sonradan 'yanlış yaptıklarını' itiraf ettiler..Vicdani bir hesaplaşma mı? Zalimin vicdanı kördür. 'F tipi' ile ilgili bir toplantıda Eşber Yağmurdereli, sorumluları kasıtla konuşmasına 'Kör vicdanlılar!' diye başlamıştı. Onun bu sözleriyle kalbim ağzımda çarpmıştı. Gözleri görmese de vicdanıyla aydınlığı taparak, karanlığı lanetleyerek gören biri çünkü. Vicdansızlar aydınlığa karşı kördür. Gördükleri tek karanlıktır ve ona taparlar. Madem 'dün yanlış yapmışız' diyorlar, o zaman bugün yanlış yapmasınlar, bir teki çıkıp bir şey söylesin hiç olmazsa 'F tipi' için.. DERİN VE KÖKLÜ YURTSEVERLİK Bugünün karanlığı içinde kitabınızın aydınlığı işaret etmesi gibi..Bir yanda 'inanç' sunusuyla softalığın karanlık örtüsü, bir yanda aydınlığa giden yolda inançları uğruna yüreklerini yakarak yol gösterenler.. Ataol Behramoğlu'nun 'Yıkılma Sakın' şiirinde 'Babeuf'ü hatırla, Nâzım Hikmet’i / Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda / Hatırla Danko'nun tutuşan kalbini” dediği gibi.. Elektriğin keşfedildiği çağda saraya lamba geldiğinde padişah 'şeytan icadı' diye ateş etmişti! Çağlar sonra aynı anlayış 'ampul' amblemi altında toplanıp yönetim oldu. Dinsel softalık inancını 'aydınlığa inanç' kavramıyla yan yana getirmeye bile değmez. Genel anlamıyla alırsak, sadece inançla gerçeğin tanımına varılamaz. Nesnel bilgi önemlidir. Konumuzun kapsamında Denizler açısından bakarsak, onların inançlarının temelinde derin ve köklü bir yurtseverlik tutkusu, zalime karşı mazlumun yanında saf tutma seçimi, ruhlarını, beyinlerini halkın ve insanlığın öz ve sahi değerlerinden, bilimden emzirme çabası olduğunu görürüz. Ataol'un şiirinde de Babeuf, Nâzım, Danko adları rastlantısal olarak ya da estetiksel kaygılarla değil, inançla gerçeklik ve nesnel bilgi bağlamında ruhu ve beyni emziren değerler bütünselliğiyledir.. Sesin hiç kaybolmadığı, sonsuza ve sonsuzluğa dek uzay boşluğunda dolanıp yankılandığı bilimsel bir bulgu olarak söylenir. Darağacında Üç Fidan'ı okuduğumdan beri, Deniz'in, Yusuf'un, Hüseyin'in darağacındaki son haykırışlarının içimdeki boşluğa sönümsüz yankılar bırakışını ona benzetiyorum. Bu yüzden ki 'Darağacında Üç Fidan'ı acıların yakınması ya da sıradan kaydı değil, insanın insan olmaya doğru ayaklanma çağrısı olarak değerlendiriyorum. Kitabın sonuna yıllar süren yasaklığından sonra 'Ayaklanma Çağrısı' şiirinin eklenmesi, Darağacında Üç Fidan sesinin hiç dinmeyeceğini, bitmeyeceğini, gelişerek süreceğini de gösteriyor. Size, insana ve yurduna âşık bir kardeşiniz olarak teşekkür ediyorum. Bu duyguda gençleri olan bir toplumu yıkmaya kimin gücü yeter. 'Denizler öldü!' diyenlere işte en açık yanıt… ? KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 898