Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İdamların 35. yılında Nihat Behram'la 'Darağacında Üç Fidan'ı konuştuk Ölümden hayat sağan bir efsane kitap ihriydi tutkuların, şiir bitti!” diyor Nihat Behram, 22 yıl süren “S yasaklı yıllarının sonunda yeniden yayımlanırken efsanevi kitabı Darağacında Üç Fidan'ın sonuna eklediği 'Ayaklanma Çağrısı' adlı şiirinin bir dizesinde. “Herkes her şeyin sahtesine alışkın / Sokakta sabrın tiryakisi ruhsuz bir kalabalık” diye sürüp gidiyor “İsyan edin.. isyan edin.. isyan edin!” diye noktalanan bu şiir. Onu ilk kez yine bu şiiri okurken görmüştüm. Geçen yıl 'Denizleri Anma Gecesi'nde. Açıkhava Tiyatrosu’nu dolduran binlerce insan, 'Behram sen bizim onurumuzsun' diye bir ağızdan bağırarak ayakta alkışlıyordu. Geceden bir gün önce gözaltına alındığı söyleniyordu. Nezaretten çıkmış, geceye yetişmişti. Evet, her şeyi tutkuya, her şeyi aşka ve şiire çeviren öfkenin, bize ait olan ve bizim ait olduğumuz öfkenin sel basan yataklarından çavlan gibi fışkıran o deli magmanın kenarlarında usta bir cambaz gibi dolaştığı uçurum vadisinin sükun bulmaz öfkesinin tınısıyla bitti şiir. Tanrısız bir katedralde görülen bir iç hesaplaşma ve içimizde uyuyan çocuk ölülerimizin, 'fidanlarımızın' bile bile adandıkları beyhudeliğin sersemletici ve kısık, loş ışığı kaldı geriye. Haklı olduğu duygusu kalbinin bir yerinde gizliydi Cristof Colomb'un da yüz yıl önce, 'Deniz' diyordu, 'Bir tek deniz asla duyguları boşa çıkartmaz!' Derin bir uykuya durup, yaralarımızla çıplak bekledik. Bir genç fidanı, geniş bir Deniz'i, yıldızıyla aynı körfezde buluşturmanın yaradan kırma gururu var şimdi. Ve hoşnutsuz bir hüznün enkazı arasında sıkışmış 'sorularımız' kaldı hafızada seğiren. İpe asılı siyah beyaz fotoğraflarımızın, bir ayrılıktan iflah olmaz bir aşk yarattığı, sararmış ve kendi içinin hiçbir parçasını affetmemiş albümlerinden geriye. 'Deniz öldü!' dedi 'birileri'! Aşkın ve devrimin çekildikleri kıyılarda buldum denizimi, Deniz'imi. Kendimi. Hangi aşk aşktır âşığı öldürmeden ve hangi devrim devrimdir uyandırmadan onların kalplerinin define atlasında uyuyan o çılgın ütopyayı? Mayıs 1972 / Mayıs 2007... Darağacında öldürülüşlerinin üstünden 35 yıl geçmiş. Aynı yıllarda, ölümlerinden hayat sağarak 'Darağacında Üç Fidan'ı kazıdı kalplere, beyinlere Nihat Behram. Mahzun, mazlum, masum olanın sesiyle, haklı olanın öfkesiyle.Yaralarımızı örselemeden, yaralarımızla bizi yaralayanlara ateş etmeyi öğreten, her şeyi şiire, denize ve devrime çeviren sihriyle..İdamların 35. yılında nice belalardan, tehditlerden, yasaklardan süzülüp gelen ‘Darağacında Üç Fidan’da 35. basımını yaptı… Onca yılın anısına yıkılmadık. Yıkılmadık ve affetmedik. Tenin sadeliğinde içimizde yol verdiğimiz o beyhudelik… Affetmedik, evet affetmedik ama yaşlandık... Nihat Behram, Türkiye'de devrimin ve Türk siyasetinin tarihine üç munis vesikalık olarak önce kalplerini sonra yüzlerini kazıyan 'çocukları', onların 'hâlâ vatan hainliğine devam edişleri'ni, ölümü ve hayatı, zamanla yılların mahzeninde birikmiş öfkenin elkitabı olmuş yapıtını konuşuyoruz. Bile bile yakıldı gemiler, soldu ütopya… Yanıtlarıyla buluşmayı bekleyen sersemletici sorular ve öfke kaldı geriye, içimizde ve beyhude. Deniz vatan hainliğine devam ediyor. ce müptelalık bundan. 'Darağacında Üç Fidan'a dönelim. Yayıncınız her basımın kısa sürede tükendiğini, satışın sürekli arttığını söylüyor. Öte yandan korsan kitap tezgâhlarının da demirbaşı. Sadece korsan depolarında yakalanan sayı on binlerle açıklanıyor. Cezaevinden çıktığınız dönemde yazmış, ilkin gazetede röportaj sunusuyla yayımlamıştınız. Kitap olarak ilk basımı 1976 da yayımlanmış ve hemen yasaklanmıştı. Aynı konuda başka birçok kitap da yayımlandı, fakat Darağacında Üç Fidan ilerleyen yıllar içinde efsaneleşti. Kitabı tür olarak 'Belgesel Anlatı' diye sunmuştunuz. Bu ? Denizcan KARAPINAR Redde saklı tahakkümün afakında soyunarak, savatlı esmerliğine mihrapta metal'de yedi zikir secde etmiş çarliston marka karıların aforoz mekânı olsun çıplaklığın menkule düşmüş mahşerde Alaeddin'ini kaybetmiş bir lamba boynun başkasının Amerika'sına uzanan nehir boylarında delikanlım ayın Nihat Behram, ne yazık ki aradan geçen bunca zamanda 'öfke' tutkunu olduğumuz bir duygu oldu içimizde. Fakat 'Darağacında Üç Fidan'ın, 22 yıllık yasaklılığına rağmen çıkar çıkmaz 'yasaklı yıllarının intikamını alırcasına' 22 basım yapması ve hızını kesmeden bugün 35. basımına ulaşması, bu toplumun, tarihin içinde bir mahzende biriken haklı öfkenin (ya da özleminin) açılımı olabilir mi? Savatlı bir esmerliğin, Deniz Gezmiş'in ve arkadaşlarının, o 'çocukların' yollarını sürdüren, izdüşüm yolcularının 35 yıl sonra sizin ve hepimizin bir mirası durumunda olan 'Darağacında Üç Fidan'a sahip çıkmasını, ben Denizlerin o açık denizde, devrim peşinde yaptıkları o korsan yolculuğun haklılık payının belgelenişi olarak görüyorum. Haksızlığa karşı isyandaki haklılığın en sahi temel taşlarından biri olan bir kitabın yazarı olarak ne düşünüyorsunuz? Suyu kirleten, zehirleyen sebebe isyan etmeden suyu sevemezsiniz. 'Su'yun yerine doğayı koyun, çiçeği koyun, toprağı, havayı koyun, sevdayı, umudu koyun, bebeği ko S yun, insanı ve insani değerleri koyun.. Zalim egemenliği varsa, mazlumun isyanından daha haklı ne olabilir? Kabalığa dehşetli derecede isyankâr oluşumuz, inceliğe dehşetli derecede bağlı oluşumuzdandır. Emperyalizme, barbarlığa, softalığa saldırıyorsak, onların en değerli şeylerimize acımasızca saldırmalarındandır. Tarih insanın insan kılıklı canavarlara karşı mücadelesinde şekilleniyor. İnsanlık dışı olan şeylere dikleniş ve isyan tabii ki haklıdır. Deniz'i sevmek, en temel yaşam kaynaklarımızdan suyu savunmakla eşanlamlıdır. Onu kirletenlere diklenmekle de.. Sahi olmak bunu gerektirir. Hayatsal işlev sahi olanın karakteridir. Sahte kandırmacadır.. ‘BELGESEL ANLATI’ Güç ve gerçek, sahi olanda gizlidir diyorsunuz. 'Herkes her şeyin sahtesine müptela!' dizenizde işaret ettiğiniz gerçeklik ne? Günümüzde topluma egemen olan durum budur.. Bir gram bal için bir arı binlerce çiçek sağar. Bir gram sahi balın ardındaki emeğe bakın! Fakat siz kovanın yanına hormonlanmış bir tas şekerli su koyarsanız, arıyı tembelleştirirsiniz. Hem çok çabuk hem çok fazla ürün alırsınız. Fakat balın sahtesidir aldığınız. Hormonlu fastfood bir 'gıda'dır. Bugün toplumlarda egemen olan, kültürden politikaya egemen olan budur. Buna karşı sessiz kalmak bir başka sahteliğin, sahte aydının, sahte insanın göstergesi değil mi? Elbette. İşini o işin gerektirdiği gerçek emek ve yönde yapmayan genel sahtekârlığın bir parçasıdır. Kasap kokmuş et satsa görürsünüz. Kültürde politikada bu kendini gizleyebiliyor. Vitamin hapı ambalajında uyku hapı sunulmasına toplumda bu dere898 da yeni bir tanımdı. Yurtiçinde elden ele, dilden dile dolaştı fakat yasaklı yıllarında yurtdışında basıldı mı, bilmiyorum. Artık insanların ilk okuduğu, okumaya başlayanlara ilk armağan ettiği kitap özelliği taşıyor. Bir başka özelliği, şiirlerinizle örülmüş olması nedeniyle, şiiri çok geniş kitlelere, yüz binlere taşımış ve sevdirmiş bir kitap.Yazıldığı günkü gibi eğilip bükülmeden, duygusuyla düşüyle uyumlu dimdik ayakta durdu. Daha birçok özellik sayılabilir. Bu bağlamda neler söylersiniz? Maltepe Askeri Cezaevi'nde olduğum günlerde tünel kazılıyordu. Cihan Alptekin'in, Mahir Çayan'ın, Ulaş Bardakçı'nın, Ömer'in, Ziya'nın kaçışları, Denizlere ulaşacak bir kurtuluş umuduydu. Ülkedeki bütün yurtseverlerin, insan yüreği taşıyanların duyguları Denizlere verilen idam cezasına ve onların kurtarılması çabasına kilitliydi. Ben de yüreğimi o yiğit insanlarla aynı cezaevi koğuşunda sözcük sözcük şiirlerle, sesle ve sessizce şimdi üstüne konuştuğumuz kitabın duygusuyla kazıyordum. Kızıldere'den Mamak'a kadar kan ve ateş kustu zalimler. Affedilmez ve hiçbir zaman affedilmeyecek biçimde. Tabii ki şiir de bir fidandır, kendi mevsiminde kendi has filizine durur, kendi has yemişini açar. Aşılamaya, budamaya gelmez. Rüzgâr evcilleşir mi? Evet, Darağacında Üç Fidan 18 gün süreyle Vatan gazetesinde yayımlandı. Büyük yankı doğurdu. Halk öz evlatlarına onun duygusuyla sarındı. Egemenler de boş durmadı. Gazetenin her günkü nüshası yasaklanıp toplatıldı. Her günkü nüsha için ayrı bir yayın olarak o günlerin kanunlarıyla 8 yıllık davalar açıldı. Gazetede yazıların yasal sorumluluğunu da ben yüklenmiştim. Sanırım basın tarihinde bu da bir ilktir. Genel sorumlu müdür yanı sıra künyede '4. sayfadan sorumlu müdür' diye beni adım konmuştu. Sonra May Yayınları'nda kitap olarak yayımlandı. Düşündüm, röportaj desem değil, belgesel desem ruh var, kurgu var, düş var, yorum var, o da değil, öykü değil, anlatı değil.. 'Belgesel Anlatı' dedim.. Öncesinde böyle bir tür olup olmadığını bilmiyorum. Sonrasında var.. Kitap olarak da ilk haftalarında 6 basım yapmıştı ki hemen toplatıldı ve yeni davalar açıldı. 80 darbesi sonrası yurtdışında sürgünde olduğum dönemde Partizan hareketi aynı türden diğer yasaklı kitabım Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit'i orijinal haliyle bastı. Fakat Darağacında Üç Fidan'ı basma konusunda bir diğer hareket 'Şimdi bu kitabı bu şekliyle basmak politik yanlışlık olur, bu fokocu dönem aşıldı, Arnavutluk Emek Partisi görüşleri yönünde bir önsöz yazalım!' türü bir yaklaşım getirdi. Bu 'aşı' yı kabul etmedim. Kitabım bu nedenle orada da yasak kaldı. 1988 yılında Ankara'dan Ünsal Öztürk adlı bir arkadaştan mektup aldım. Kurduğu Yurt Yayınevi'nde kitaplarımı basmak istediğini söylüyordu. Ona kıyamadım, 'Başını belaya sokarsın!' dedim. 'Böyle bela şerefim olur!' diye yiğit yanıtı verdi. 'Hiç olmazsa başka isimle bas!' dedim. 'Yürekleri Şafakta Kıvılcımlar' adını önerdim. Arka kapakta orijinal adını aynen koydu. Ünsal'ın üstüne çullandılar, işkence yedi. 15 bin kitabına matbaada el konuldu. Yasaklandı. Kitabın yasaklı olduğu yıllarda aynı konuda kitaplar çıktı. 'Yasaklanma nedenlerini, sözgelimi darağacındaki son sözlerini falan ayıklayarak yayımlayabileceğim' uyarı ve teklifleri bana da geldi. Bu 'budamayı' kabul etmedim. Ödünsüz yasaklılığı daha sıcaktı. Sahiciydi. Ona sarınmayı seçtim. Şimdi yurdumun dört köşesinde onun yasaklılık yaşından daha genç kardeşlerimle bu sıcaklıkla kucaklaşıyorum. Kitabın üstünde hâlâ yasak ve engellemeler var mı? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI SAYFA 15