24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Oktay'la “Kaç Kişiyiz Kendimizde” ve bütün yapıtları üzerine… ‘Şiir insansızlaşıyor’ Burhan Uygur'a verin, ona resimletip öyle basayım” dedi. Şiirlere bakmadı bile. Böylelikle 1979'da “Sürgün”ü yayımladım ve edebiyatla daha yakından ilgilenmeye başladım. Şiir kitaplarınızın arasında, ötekilerden ayırdığınız bir tanesi var mı? Var; “Bütün Şiirleri”ne dahil etmediğim bir kitabım var. “Bir Tanrı İçin Gece Müziği” adlı bir kitabım vardır. Gazete kupürlerinin, yağlıboya resimlerin, fotoğrafların da olduğu bir kitaptır. “Anti Nostaljik Bir Kolaj” alt başlığıyla yayımladığım, tamamen kolaj tekniğiyle oluşturulmuş bir kitap. Ayrı bir baskı yapacağım o kitap için; Bütün Yapıtları serisi içinde tek bir kitap olacak o. GAZETECİLİK VE ŞİİR Gazeteciliğiniz ile şairliğiniz arasındaki ilişki nasıldı? Felaket bir ilişkiydi. Gazetecilik maceram çok tuhaf… Gazeteciliği hiç farkına varmadan meslek olarak seçtim. Her ikisi de yazma eylemi olduğu için, şiir yazmaya daha çok imkân bulurum diye girdim gazeteciliğe; ama işin içine girince gördüm ki şiirle gazetecilik arasında hiçbir ilgi yok. Asgari on saatini yutuyor gazetecilik. Gazeteden çıkana kadar hiçbir şey düşünemezsin. Eve gelince de bitmez: Bir bomba patlar, kalkar gidersin. Gazetecilikten kurtulmaya çalışırken de yirmi yılım gitti aşağı yukarı. Pişman değilim ama, yapmasaydım o mesleği daha iyi olurdu dediğim çok oldu. Bırakın şiir yazmayı, okumaya bile doğru düzgün fırsat vermeyen bir meslek çünkü. Türk şiirinin bugünü hakkında neler söylersiniz? İki üç yıldır bir paradigma değiştirme isteği var şairlerimizde. Yeni bir şey yapalım istiyorlar. Nerede değişiklik yapacaklar? Bunun için de yeni iletişim teknolojilerine umut bağlıyorlar. Somut şiir, görsel şiir gibi şeylerle uğraşıyorlar. Bana kalırsa, yüz yıl önce yapıldı bunlar. Dadaizm'in kuruluşu 1916'dır. 1916'da yapıldı fonetik şiir, optik şiir… Bu nedenle çok olumlu sonuçlar alacağını sanmıyorum genç arkadaşların. Şiiri insansızlaştırıyorlar. Şiirin insansızlaştırdığınız zaman şiir yazmanın bir anlamı kalmaz; başka bir şey yapmak gerekir. İnsandan kopup görsel meselelerle uğraşmaya başladılar. Televizyonun, videonun, sinemanın verdiği olanakların arkasını araştırıyorlar: Nereye kadar gidebiliriz? Her yere gidilebilir; ama hiçbir yere gidilemeyebilir de. Beni korkutan, hiçbir yere gidilememesi olasılığı. Şiirsel imgeyle görsel imge birbirini karıştırmaya başladık. Şiirsel imge ayrı bir olay; görsel imge ayrı bir olay… Bunların arasındaki sınırları yok etmeye başladığımız zaman, edebiyatı yavaş yavaş silmeye başlarız. Edebiyatın temel meselesi: İnsan ve dünyanın değişimine nasıl katkıda bulunurum sorusu. Bir edebiyatçı bunlarla düşünmeli. Ama bugün görüyoruz ki olmaz şeyleri yan yana getirince bir imge yaratacağımızı sanıyoruz. Bunun örnekleri verildi daha önce. Ameliyat masasının üstünde bir şemsiye örneğin. Her ne kadar zaman içinde yeni boyutlar kazansa da yapılmışı tekrar etmenin şairi bir yere vardıracağına da inanmıyorum. Salvador Dali'nin KİTAP SAYI İthaki Yayınları, Ahmet Oktay'ın bütün yapıtlarını yayımlamaya başladı. Oktay'ın külliyatının ilk kitabında bütün şiirleri yayımlandı. Önce “Kaç Kişiyiz Kendimizde” adlı bu kitabı, sonra da bütün yapıtları dizisini konuştuk yazarla. ? Mehmet ÇAKIR N eden şiirlerle başladınız bütün yapıtlarınızı yayımlamaya? Şiirlerle başladı; çünkü ben kendimi öncelikle şair olarak tanıyorum. Son yıllarda, daha çok kültür sorunları üzerine yazan bir eleştirmen gibi algılanıyor olsam da kamuoyunda; kendimi şair olarak düşünüyorum. Ahmet Hamdi Bey'in söylediği gibi, bir meseleyi önce şiir etrafında kuruyorum; oradan başka alanlara açılıyorum. Bütün şiirlerinin ölümünden önce yayımlanması, şairin sonraki ürünlerini nasıl etkiler? Olumsuz etkiler mi? Böyle bir soruyu hiç düşünmedim, düşünmüyorum. Eninde sonunda herkes ölecek. O nedenle, bu meseleyi takıntı haline getirmiyorum. Okuru nasıl etkiler? Bilmiyorum. Okur da değişiyor. Yazarın zaman içinde değiştiği gibi, okur da değişiyor. Başka bir forma giriyor ister istemez. Deneme ve eleştiriyle şiiri ayırdığınız nokta nedir? Biçim meselesi... Elbette şiirin de ğerleriyle, ölçütleriyle düzyazınınkiler aynı değil. Sunuş şekli, açımlanış şekli çok farklı… Bir şiirde iki dizeyle anlatırsınız; ama düzyazıya döndüğünüz zaman, belki elli sayfa harcamanız gerekir. Her şeyi şiir olarak yazamazsınız; her şeyi roman olarak ya da hikâye olarak yazamayacağınız gibi. Şiire yönlenişiniz nasıl oldu ve bugüne dek nasıl bir evrim geçirdi şiiriniz? Şiire ilkokul sonlarında, ilkokulu bitirip ortaokula geçtiğim yıllarda ilgi duymaya başladım. İlk denemelerim, Türkiye'de o zamanın şiir eğilimi neyse o yönde oldu. Sonra Yılmaz Gruda, o zamanki adıyla Yılmaz Arkon, çok yakın arkadaşımdı. Bir gün elinde bir kitapla geldi. Sarı kapaklı, büyükçe boy bir kitap... Suut Kemal Yetkin'in “Edebi Meslekler Tarihi”... O akşam bana verdi kitabı. Gerçeküstücülük gibi çağdaş akımları tanıtırken şiir örnekleri sunan bir kitaptı. Gerçeküstücü şiirlerden müthiş etkilendim ve “Renkler Senfonisi” adlı bir şiir yazıp hece veznini bir tarafa bıraktım. O tarihten sonra tamamen yenilikçi bir şiire yöneldim. Ben sosyalist bir çevreden geldim. O çevrenin içinde büyüdüm. Bütün edebi bilgim de orada biçimlendi. Önceleri siyasal kaygılar taşıyan bir şiirden yanaydım. Siyasi meseleleri daha açık vurgulayan şiirler yazmayı isterdim. Ancak kısa sürede, öyle bir bakış açısının şiirin kendisine zarar vereceği kanısına vardım. Doğrudan bir politik söylemi üstlendiğinde şiir, şiir olmaktan çıkıyor. 12 Mart dönemi, şiirimi çok etkiledi. Uzun süre şiir yayımlamadım. Açık politik mücadele gündeme gelince, şair kendi kendine, “Ne halt ediyorum ben” diye soruyor. O tarihlerden sonra şiirimi politikadan uzaklaştırdım. Kendi sorunlarıma yönelik işlerle uğraşmaya başladım. “Ben neyim” sorusuna yanıt aramaya başladım. Şiirde içtenliğe ulaşmak için, bu soruya iyi yanıt vermek gerekir. Bunu yapmak epey zamanımı aldı. Bunun ardından, 'genel insan' dediğim kavramlaştırmayla, insanı belirli bir sınıfa yerleştirerek görmenin olanakları arasındaki bağlantıları düşünmeye koyuldum. Kendi meselelerimi, insanlığın meselelerine bağlayarak bir yol bulmaya çalıştım. Bazen çok gizli anlamlar içermeyen; ama kendi özel yaşamına dikkat eden, onun bazı olgularına vurgu yapan bir şiir anlayışına ulaştırıyor bu yoldaki çabalar insanı. Bu, kitleyle bağımı kesiyormuş gibi görünse de tam tersini düşünüyorum. O nedenle şiirimin, genç kuşaklara daha yakın durduğu kanısındayım. Şiirimin asıl fark edilişi '80'den sonradır. Halbuki '80'de kitapları çıkmış olan bir şairdim; ama yaşıtlarıma göre daha genç olanlar sevdiler benim şiirlerimi. Etrafta ne olup bittiğine dikkat ediyorsa bir göz, eninde sonunda genç kalıyor. 12 Mart'tan sonra yeniden şiire dönüşüm Ferit Edgü sayesinde oldu; burada adını anmamak olmaz. TRT'nin İstanbul haber müdürü olmuştum. Buraya geldiğimde Ferit telefon etti. “Sürgün”ü yazmıştım o sıra. Buluştuğumuza Ferit'e, “Böyle bir kitabım var” dedim, “Getir dosyayı” dedi. Götürdüm. Dosyayı aldı, “Bunu hemen ? SAYFA 4 CUMHURİYET 925
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle