Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ferit Edgü ile yapıtları, yazma edimi ve karanlık çağımız üzerine… ‘Yazmak belalı iş’ Yazmak, onun için bir savaşım.. Gençlik yıllarının coşkusunu yitirdiğini, esin perisinin bir daha dönmemecesine çekip gittiğini söylüyor. Peki yazmadan, üretmeden yaşabilir mi? Değil tabii. Yazmasa deli olur, tıpkı Sait Faik'in dediği gibi. “Bir Dostoyevski, Kafka, Gogol, Antonin Artaud değilim. Ben büyük bir yazar değilim” diyor bizi haylice üzerek ve haliyle inandıramayarak. Cumhuriyetin tüm kazanımları, aydınlanmanın tüm ışığının söndürülmek istendiği günümüze veryansın ediyor, pusuda bekleyen tehlikenin altını çizerek… Her şeyin farkında, hem yapıtlarında, hem zihninde. En son “Yaralı ZamanBir Doğu Yolculuğundan Notlar” adlı anlatısı Can Yayınları tarafından yayımlanan Ferit Edgü ile yapıtlarının temeline, yazma edimine ve karanlık çağımızın donelerine değindik. yor. Sait Faik'in dediği gibi “Yazmasam deli olacaktım” dediğiniz için yazıyorsunuz. Tabii eğer masal anlatmıyorsanız. 'BÜYÜK BİR YAZAR DEĞİLİM' “Korkularım, fobilerim olsaydı, belki ben de büyük bir yazar olurdum” da ne demek? Şu demek: Ben bir Dostoyevski değilim. Ben bir Kafka değilim. Ben bir Gogol değilim. Ben bir Antonin Artaud değilim. Ben büyük bir yazar değilim demek. Şiiriniz sorular soruyor daha çok.. ne güzel ki öyle… Neden? Şair en çok kendisiyle konuşan insandır, dersem yanılır mıyım? Yazmaya şiirle başladım ama, kendimi hiçbir zaman bir şair olarak görmedim. “Ders Notları”nı, yurtiçinde, yurtdışında şiir olarak niteleyenler oldu. Anlaşılan siz de onlardansınız. “Ders Notları”, garip, anlaşılmaz bir şey, benim en çok satan kitaplarımdandır. Bunun nedenini hâlâ anlamış değilim. Çok soru sorduğum için mi? SanFerit Edgü mıyorum; Türk okuru (yazarı da) sorulardan pek hoşlanmaz. Onun beklediği yanıttır. Örneğin, Kemal Tahir, çok soru sorardı. Ama yanıtını bildiği sorulardı bunlar. Ben sorduğum soruların yanıtını bilmiyorum. Evet, kendi kendimle konuşuyorum. Çünkü yankı yok. Yankı hemen hemen yok. Yanıtı verecek olan kim? Hiç kimse. VAROLUŞ VE DİRENÇ MÜCADELESİ Direnç metastazı yürekte ve yapıtlarınızda… direnç aynı ses boğumuyla çağrıştırdığından değil de hınç da öyle... Sanki yaşamın enginine, varoluşun varsıl mantığına kafa tutan biri Ferit Edgü... Öyle mi sahi? Ve yine neden? Neyle direnir bir yazar? Yaşadığı günlere? Yaşamın saçmalığına? Yoksulluğa, yoksunluğa, ölümlere neyle dayanır? Sözcüklerle, diyeceğim, ama bu da, korkarım bir “edebiyat” olacak. Direncin, insanın içinde olması gerektir. Kalem ancak onu dile getirir. Yoksa yalancı, uydurma bir dirençtir. Varoluş sözcüğünü kullandınız. Nicedir ilk kez duyuyorum. Bizim gençliğimizin ana gündemindeki bu sözcük, bu felsefi kavram, sanki unutuldu. Kimse varoluşla ilgilenmiyor. Beni, yalnız gençliğimde değil, yaşlılığımda da ilgilendiren bir kavram varoluş. Yaşamın en önemli boyutu. Onu düşünmeden yaşamı tasarlamamın, anlamamın olanağı yok. Her şey, yazmak, çizmek, okumak, sevmek, gelecek ve geçmiş ve şimdiki zaman, ancak varoluşun çevresinde ve içinde. 'DÜNYA ELDEN GİDİYOR' Delilik… yazında, sanatta.. Kaldı mı hiç? Ki sizin deliliğin, yaratının sınırları zorlayan doğallığını kat be kat tercih ettiğinizi dillendirdiğinizi biliyoruz. Ve henüz delirmediğiniz için bazen yakındığınızı da… Var. Her zaman vardı, şimdi de var. Nerede ve kimler, diye sormayın. Bilmiyorum. Ama bugün, yaşadığımız nesnel koşullar, insanları daha çok de doğru gidiyor. Okumuş cahiller bilim budalalığından söz ediyor. Evrim kuramı yerine dinsel dogmalar öğretiliyor çocuklara. Cumhuriyetin tüm kazanımları, aydınlanmanın tüm ışığı söndürülmek isteniyor. Bu ülkede Cumhuriyetin tüm izleri silinmek isteniyor. Umarım, ben o günleri görmeyeceğim. Ama çocuklarımız var… 'BİZLERİ YARIN, O KARANLIKTA KİMLER OKUYACAK?' “Buluşmalar”... En çok da resimdeki edebiyatı gören gözü, kalemine buyuruyor kelimeleri diye düşünürüm Ferit Edgü'yü dinleyince, okuyunca… Ne derece doğru/mu bu? Tüm bu söylediklerimden sonra (hiçbiri kehanet değil) edebiyata, sanata dönmek doğrusu saçma geliyor. Yukarıda çizdiğim o karanlık dünyada, sanatın, resmin, yazının, şiirin nasıl bir yeri olabilir ki? Bizleri yarın, o karanlıkta kimler okuyacak: Hiç kimse. Ya da birkaç kaçık. Sözcüklerle resimlerin buluşması, geçmişte kalan bir anı olarak kalacak. Belki o bile değil. Bir yazınızdan alıntıyla sorarsam “Abidin Dino, yazı da yazan bir ressamdı; Jean Cocteau ise desen de çizen bir yazar, bir şair…” Böyle birkaç niteleme daha yaparak örneklemeyi zenginleştirmenizi isterim bu söyleşide hazır fırsat yakalamışken. Abidin Dino'da ağır basan resimdi. Ama “Eller”, “Pera Palas” ya da 1930'larda yazdığı “Yeditepe Öyküleri”ni okursanız, gerçek bir yazarla karşı karşıya olduğunuzu hemen anlarsınız. Jean Cocteau ise şair, yazar, sinemacı ve çizerdi. Çizgileri, uzaktan da olsa Abidin'inkileri andırır. Bu örnekleri çoğaltmamı istiyorsunuz. Eğlenceli bir çaba: Deneyelim. Paul Klee, ilkin ressam, sonra müzikçiydi. Franz Kafka, her şeyden önce yazar, her şeyden sonra Yahudiydi. Fikret Mualla, önce ressam, sonra alkolik bir nevrozluydu. Marquis de Sade, önce sadist, sonra büyük bir düşünür, bir yazardı. Bedri Rahmi, önce ressam, sonra şairdi. Orhan Veli, önce şair, sonra gene şairdi. İşte böyle uzayıp gidebilir… Ferit Edgü 'Yaralı Zaman'da neyi denedi diye sormalı, dağların insanı değiştirdiği, düşün gerçeğe vurkaçtığı kimi zaman da tersi kavilleştiği bir Hakkâri… “Yaralı Zaman” hiç bitmeyen bir yolculuk.. Evet amansız.. belki bir o kadar da tanıdık bu yüzden.. Sonra ezgi kardeşliği, can kardeşliği, kan kardeşliği… Yapıtın bütününe yayılan o sosyal fotoğrafı da sormalı.. Bunu bana, “Yaralı Zaman”ın yazarına sormamalı. Bunu gerçekten yanıtlayamam. Nem varsa o kitabı oluşturan metne koydum. Ahmatova'nın dediği gibi, “Yazılan yazılmıştır, o kadar.” Yazdıklarıma ışık tutmam, onların içinde yeterli ışık yok anlamına gelir. Buna inansam, hiçbir zaman yayımlamazdım. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Yaralı ZamanBir Doğu Yolculuğundan Notlar/ Ferit Edgü/ Can Yayınları / 82 s. KİTAP SAYI 925 ? Gamze AKDEMİR amam, dediğiniz gibi “Belalı iştir yazmak… Belalıdır ama tatlıdır da… Yazmak korkusu. Yazamamak korkusu... Hayır, bu tür korkularım yok. Hiçbir zaman da olmadı” diyorsunuz belaya gönüllü, hatta üstüne üstüne giderek… Peki ya yazma edimi üstünüze üstünüze geldi mi hiç? Tıkandığınız, yeter dediğiniz oldu mu? Ne yaptınız olduysa eğer?.. Yazdınız mı yine de? Yazmak belalı, yazmak zehir zemberek… ama panzehiri de aynısı değil mi?.. Ben, benim kuşağımın hemen hemen hemen tüm yazarları gibi, çok erken yaşlarda yazmaya başladım. Hiçbirimiz, yazmak için yeterince donanımlı değildik. Buna karşın, yazın anlayışını değiştirmek istiyorduk. (1950'lerden söz ediyorum.) Bu yıllarda, biraz çelişkili gelecek ama, yazınsal sorunların pek ayırdında değildim. Özellikle de dilin öneminin. Öztürkçeden söz etmiyorum, dilin işlenecek bir malzeme oluşundan söz ediyorum. O yaşlarda ayırdında olamazdım da, çünkü biz de bir örneği yoktu. Bu sorunla yıllar sonra karşılaştım. Ve sözünü ettiğiniz bela o zaman başladı. Dili sorguladığınızda, tüm yazma edimini sorguluyorsunuz. Düşünme edimini de. Düşleme edimini de. Uzun sözün kısası, yazmak, benim için bir savaşıma dönüştü. Gençlik yıllarımın coşkusunu yitirdim, esin perisi bir daha dönmemecesine çekip gitti.. Dolayısıyla yazmanın verdiği doyum da. Panzehir, diyorsunuz. Kuşkusuz öyle. Ama bu bir şeyi değiştirmiSAYFA 10 T liliğe sürükler nitelikte. Akıl hastaneleri dolup taşıyor dünyanın dört bir yanında. Bunların arasında yeni Hölderlin'ler, Nerval'ler, Artaud'lar, Walser'ler var mı bilmiyorum. Evet, zaman zaman delirmediğim için yakınıyorum. Çünkü aklın sınırlarını gerçeküstücüler bile akıl yoluyla aşmaya çalışmışlardı. Aklınızı yitirirseniz işiniz kolaylaşır. Ama delirmek sanıldığı kadar kolay değil. Hakkınızdaki yorumlardan alıntılayalım… Yazıları edebiyatın konumu, yazarın koşulları ve nitelikleri üzerine düşünceleriyle dikkat çeken.. Plastik sanatlar alanındaki deneme, eleştiri ve tartışmalarıyla ilgi uyandıran.. Romanlarında "niçin" sorusundan çok "nasıl" sorusu üzerinde duran... Ve elbette çevresiyle uyum sağlayamayan bireyin sorunlarına eğilen Ferit Edgü… Bu Ferit Edgü geleceği nasıl görüyor?.. Geleceği nasıl mı görüyorum? Çok kötü görüyorum. Hem dünya genelinde, hem Türkiye özelinde. Dünya tek bir gücün egemenliğine girdi. Bir zamanların Roma İmparatorluğu gibi. Ve dünya elden gidiyor. Çok yakın bir gelecekte, göller, akarsular kuruyacak, açlık Afrika'dan Asya'ya, Ortadoğu'ya sıçrayacak. Susuzluktan, sıcaklardan milyonlarca canlı ölecek. Tüm bunlar Türkiye'de de yaşanacak. Çünkü toplum, artık açıkça ortada ki, Ortaçağa CUMHURİYET