24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nihat Ziyalan’ın güneşe çıkardığı şiir, roman gerçekliğiyle yüzleşmeye hazır mısınız? Buyrun öyleyse şiirin, romanın sofrasına… N ihat Ziyalan, Avustralya’da yaşayan, ama şiiri, öyküsüyle, romanıyla burada soluyan bir yazıncı… Arada bir ses verir, bir ep gönderir, çıkan kitaplarını ulaştırır yakın dostlarıyla. “Kitaplar Adası”nın en sadık okurlarından biri olduğunu söyleyebilirim gönül rahatlığıyla. Kimi yazılarım sanki kendine özgülenmiş de o da bana ulaşmakta geç kalmışçasına alı al moru mor güzellikte çatlamış nar yüreğiyle kaleme sarılır hemence; esirgenmiş, ölümümden sonra tedavüle çıkarılmak üzere cepte hazır tutulan, maazallah bir yakama bir şey olursa diye düşünülerek boş bulunmamak için saklanılan, ama hiç gösterilmeyen sevgilere inat, kuşlar gibi şakır esenlikli sözcüklerle taa Avustralya denen anakaranın adacığından. “Yaratıcı yazarlık örneği!” der kimi yazılarım için, “Ayırdındayım, kendine ayıracağın zamanı sen yazınımıza ayırıyorsun!” deyip ekler: “Öykülerine, romanlarına, oyunlarına, belgesellerine ayıracağın zamanı veriyorsun bu yazılara, büyük özveri bu!” İnsan sevgilerle yol alıyor, görüp yaşadığı sevgilerle yürüyor güçlüklerin üzerine… İyi de Nihat Ziyalan sevgi görüyor mu oralarda, gözleri hep postada, kulağı hep telefonda, aranışı hep elmekten gelecek iletide… Onun özyaşamöyküsel öğelerle bezeli Güneşle Damgalı (Can, 2005) adlı romanında gözüme çarpan şu bölüm beni olduğum yere mıhladı: “Türkçe yazdığı yetmiyormuş gibi Türkiye’deymişçesine yaşamayı yeğliyordu./ Nüzhet Kartal… Bir zamanlar Türk sinemasının kötü adamı. Yılmaz Güney’in arkadaşlığıyla ve kendini şair sanmakla övünen bir sanatçı! Artık anılarıyla avunan, yazıp çizdiklerine bunların sızmasını önleyemeyen biri.” (76) Ardından çıkagelen satırlar: “Seks filmleri salgını başlamıştı Yeşilçam’da./ ‘Soyunur musun?’ dediklerinde, Türk sinemasının kendisi için bittiğini anlamıştı. Çırılçıplak soyunsaydı peş peşe seks filmleri hazırdı. İnsanların düşüncelerini değiştirmeyi, onların beğenilerini geliştirmeyi amaçlamış bir sanatçı için acıtıcı bir durumdu, abazanlığı kullanarak para yapmak./ Çoluğunun çocuğunun ekmek parası için Avustralya’ya dek sürüklenmişti sonunda. “Demiryollarında tuvalet temizleyip yerleri süpürdüğü yıllar, içinden ağlamıştı./ İlk gün kan ter içinde yerleri süpürürken aynı yerde çalışan Türklerden biri karşısına dikilmiş, acayip bir yaratık seyredercesine bakmış bakmış, kendisinin artist Nüzhet Kartal’a çok benzediğini, bir yakınlığı olup olmadığını sormuştu. ‘Benim’ yanıtını alınca bir şey demeden koşarcasına yanından ayrılmıştı. Bir arkadaşı anlatmıştı sonrasını: ‘Koşa koşa yanımıza geldi, şurada yerleri süpüren bir Türk var, kendini artist Nüzhet Kartal diye yutturmaya çalışıyor.” (92, 93) ZAMANI GÜNEŞE ÇIKARMAK Nihat Ziyalan, iki yıl içinde iki yeni kitapla selamladı okurlarını: Biri öykü: Severim Pazartesileri (Adam, 2005), öteki şiir: Sevgili Şiir (YKY, 2007). Onun daha öncelerde yayımladığı Kısa Pantolonlu Sevda (Can, 2001) başlıklı öykü kitabıyla Menekşeli Konak (Adam, 2004) adlı romanı üzerinde durmuştum “Kitaplar Adası”nda. Severim Pazartesileri’ye de değinme fırsatım olmuştu sıcağı sıcağına. Ne var ki ilk olarak 1999’da yayımlanan Güneşle Damgalı’yı görmemiştim henüz. Can’da yayımlanınca okuma fırsatı buldum hemence, derken çok geçmedi şiirlerini de yayımladı Ziyalan. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Roman Zamanı gi’nin birbiriyle neredeyse ölümüne konuşmaz görünen annesiyle babası karşılar. Şöyle der genç kadın: “Küsmenin ardına sığınma… Neredeyse iki yıl olacak.” (58) Annesi babasından boşanmak istiyordur aslında, ama çocuklar nedeniyle tutuyordur kendini. (111) Babaya göre ise “evin içinde yıllardır hışırtı müziği yapılıyor”dur. (185) Güneşle Damgalı’da bir yere ulaşılamamışlık duygusunun karşılayıcısı ise Nüzhet Kartal… KENDİ SAKSISINDA OLMAK YA DA ÖLMEK Zaten her anlatısına bir şair kuşatmasıyla, körüklenen yürekle girdiği, okuru görkemli bir sevgi köpürtmesiyle karşıladığı söylenebilir Nihat Ziyalan’ın. Öyleyse gelin biraz daha içine girelim şu romanın… Güneşle Damgalı, bir biçimde birbiriyle ilişkilendirilmiş üç ailenin İstanbulSydney arasında gidip gelen, sarmallanmış serüvenler eşliğinde, özlem duyulabilecek dayanışma, paydaşlık duygularının yanında kent kültürünün çöküşünü de gösteren düz bir roman. Evet, hiçbir kurgu dolambacına başvurmayan, gücünü, yukarıdan bu yana dillendirmeye çalıştığım güneşe çıkarma tutumundan, olup bitenleri böyle işleyip yerleştirmesinden alan bir yapıt bu. Mimar Ezgi, yine mimar olan kardeşi Muhsin’le ortak mimarlık bürosu çalıştırıyordur. Bu arada Ezgi, biraz da rastlantıyla evlendiği otomobil tamircisi Nuri’den boşanır. Ama meslek sahibi genç bir kadın olduğu halde, özgür, nitelikli bir yaşam sürdüremiyordur bir türlü. Nitekim boşandıktan sonra Nuri’nin arkadaşlarından biri Ezgi’yi rahatsız eder, bu yetmez annesine de kur yapar adam. (110) Hep acılar, sıkıntılar içindedir bu nedenle genç kadın. Yaşadıkları onu mutsuz etmeye yeter. İşte bu sırada Avustralya’ya gitme düşüncesi iyice belirginlik kazanır usunda. “Yaşamı için tek çıkış kapısının buralardan gitmek olduğunu” (135) söyler. Geleceğine değgin kararını vermiştir: “Artık görmek için bakacağım.” (151) Ana dolantı bağlamında genç kadın Ezgi’nin (buna Çelin’le Selin, Su, Sultan, erginlik geçişindeki evlatlık Elif vb. öteki genç kadınlar, hatta orta yaş kadınları da eklenebilir) ayakta durma kavgasına özgülenen roman, bunu öteki üç aileyle sarmal döngü içinde götürüyor. Bu çerçevede ressam Tayfur Sanlı’nın karısı Hülya, kızları Çelin’le Selin, Nüzhet Kartal, karısı Nedime, iki oğluyla kızı buna eşlik ediyor. O Nüzhet ki, beş kez kesin dönüş yapmış (81), ama yine de Türkiye’de kalamamıştır. Derken Ezgi de katılır kısa süre sonra Avustralya’yadaki yaşama. Tanışacağı Orkun’la, “unuttuğu erkek gövdesini anımsama” (300) fırsatı bulacaktır nice sonra. Elif, öteki kadınlar, ayaklarının üzerinde durabilmek için yeniden, ama bu kez sapasağlam emeklemeye mi başlamışlardır bu erkek egemen yaşamda yoksa yeni bir yitiriş serüveni midir bu? Yapıca “bütünsel roman” Güneşle Damgalı. Nihat Ziyalan şair, ötesinde ressam, müzisyen olarak yerleştirdiği lekelerle kuruyor romanı, birbirine geçmeli yöntemle. Küçücük, ama işlevli ayrıntılarla geliştirip akıtıyor anlatısını. Hadi gelin yenice verimlediği “Eve Götür Beni Nehir” başlıklı şiirinden kimi dizelerini paylaşalım onun: “Deniz kenarında;/ yanıma konup üzüntümü paylaşan serçe,/ havada, yüzmeyi durdurup/ bana bakıp kuyruk sallayan balık,/ çukurovadan, doğduğum yerden tanıdık.// Şimdi onları geldikleri yere mi götürüyorsun?/ Önüne katmış her şeyi sürüklerken/ bırakma Nihat’ı burada,/ eve götür beni nehir.” Nihat Ziyalan’ın güneşe çıkardığı şiir, roman gerçekliğiyle yüzleşmeye hazır mısınız? Buyrun öyleyse şiirin, romanın sofrasına… Hey Avustralya’daki Adanalı çocuk, üzülme oralarda, biz de burada o biçim Endonezya’dayız zaten. ? KİTAP SAYI 925 Şairin güneşe çıkardığı zaman... “Sydney’de Bir Şair” başlıklı şiirinde bakın ne diyor sevgili şair: “Saksıda bir yaşam olduğumu unutmuş/ kök salmaya/ toprağı arıyorum// gübre bol/ su eksiksiz/ şaşırtıyor insanı havalar/ olmadık yerde çiçek açıyorum”. (9) Sevgili Şiir’de de tıpkı Güneşle Damgalı’da olduğu gibi hep güneşe çıkarılmış bir zaman seriliyor gözlerimizin önüne uçsuz bucaksızlığın çaprazında. Gelin şu “güneşe çıkarmak” deyişinin anlam çağrışımları üzerinde duralım biraz… Neler söyleyebiliriz? Gerek Dil Derneği Türkçe Sözlük’te gerekse Ömer Asım Aksoy’un Deyimler Sözlüğü’nde söyleyişe yönelik bir açıklamaya rastlamadım. “Güneşlendirmek”, “güneşletmek”, güneşe çıkarmanın yalnızca olgusal boyutunu açımlıyor. Örneğin güneşlendirmek, “bir şeyin güneş ışınlarından yararlanmasını sağlamak”, güneşletmek ise “(bir şeyi) güneş ışığının etkisinde bırakmak.” “Güneşe çıkarma”nın bunlarla ilişkilenmeyeceği düşünülemez elbette, ne ki bu kadarla da yetinilemez herhalde. Gerçekten güneşe çıkarmak, gerek içeriksel yoğunluk gerekse imgesel çağrışım bağlamında düz ya da değişmeceli anlamıyla daha geniş açılım getiriyor olmalı. Sözgelişi güneşe çıkarmak deyişinden bir gizliliği, aleni olmadan ortaya dökmek, tüm incitici yanına karşın bir gerçekliği paylaşmak, iç dökmek, hesaplaşmak, sonunda bütün olup bitenleri göz önüne sermek vb. anlam öbeklerine varılamayacağı düşünülebilir mi hiç? ROMANDA ŞİİR KUŞATMASI... Sevgili Şiir’le Güneşle Damgalı’nın arasında çok ilginç koşutluklar yok yalnız, yanı sıra izleksel örtüşmeler de söz konusu. Öte yandan bunun alçakgönüllü bir tutumla yansıtıldığını eklemem gerekiyor. Bu çerçevede Sevgili Şiir’in, kopulanla yaşanılan ortam tahterevallisinde dengelenen şiirlerden örüntülendiği, bunların anımsama, anları yeniden kurma biçiminde kendini gösterdiği görülüyor. Eski dostlar da yerini alıyor bu yeniden kurma sürecinde… İzleksel örtüşmelerden söz ettim, nedir bunlar? Bana göre Nihat Ziyalan, özellikle üç odağın çevresinde topluyor konularını. Bunlar şöyle sıralanabilir: 1.Toplumda yeri olan insanların yaşadığı ya da entelektüel sayabileceğimiz kesimde yaşanan, ama ayırdına pek varılmayan sıkıntılar, çözümsüzlükler, özellikle düşmüşlüklerdüşkünlükler, 2.Yine bu insanlar arasında yaşanan, neredeyse ölümlerin bile barıştıramadığı küslükler, 3.Aynı kesimde yaşanan, hep gidiliyor olduğu halde bir türlü herhangi yere varılamayışın getirdiği boşluk duygusu. Nihat Ziyalan’ın şiirlerinde de, romanında da güneşe çıkardığı işte bunlar bana sorarsanız… Ne diyor “Dost”ta: “mektubu/ yanıtlanacak mektuplar arasında// gözüme çarptıkça/ dost satırları geliyor aklıma// dikkat ettim/ canım sıkıldıkça/gözüme çarpsın istiyorum// ölüm ilanını okuyunca gazetede suçladım kendimi/ keşke okuyabilseydi/ canım sıkıldıkça/ satırlarını hatırlıyorum diyen mektubumu// (…)// eşi bulunmaz/ tahta oyma ustasıymış/ öyle diyor ölüm ilanında”. (69, 70) Romanda bunu ressam Tayfur Sanlı’nın ölümü karşılar. (49) Nasıl da dramatik, etkileyici ölümdür bu, bir kimsesizlik çelengi halinde. “Kardeşim Kemal” şiirinde de şöyle sesleniyor Ziyalan: “yıllar önce/ benim küçüğüm Mehmet’i/ yeni kesilmiş ağaç kokusu içinde/ aşırmıştım Toroslardan// bu kez/ Mehmet’in küçüğü/ yürek vurgunu Sydney’de// sanki okyanus dalgalandı içimde/ biliyorum/ aşıramam Kemal’imi çocukluk diyarına/ arada okyanus var/ su yutarım/ çırpındıkça//…// gurbetin sedyesinde/ ellerimle yıkadım kardeşimi/ öptüm alnından/ çocukluğumuzu öperce// dileğimdir tanrım/ ölüm karşısında bile/ küslüklerden vazgeçmeyen insanlara/ bana gösterdiğin acıyı/ gösterme”. (73,74) Romanda bunu Ez SAYFA 30 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle